Erişilebilirlik

"Türkiye ve Gazetecilik Bir Yol Ayrımında"


Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu Paris'te VOA Türkçe Muhabiri Arzu Çakır'ın sorularını yanıtladı
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu Paris'te VOA Türkçe Muhabiri Arzu Çakır'ın sorularını yanıtladı

Savaş, çatışmalar, jeopolitik ve ekonomik krizler Avrupa'da gazetecilik mesleğinin korunmasına ilişkin kaygıları büyütüyor. AB Komisyonu, küçük medyayı ve çoğulculuğu koruyan, gazetecilerin bağımsızlığını ve güvenliğini artırmayı hedefleyen yeni bir yasa tasarısı açıkladı. Tasarıya Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) önemli katkı yaptı.

Erol Önderoğlu 27 yıldır, merkezi Paris'te bulunan Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nün (RSF) Türkiye temsilcisi. Çeyrek asırdır Türkiye'de basın özgürlüğünün "kara kutusu" olan Önderoğlu ülke medyasını dışarıdan, farklı bir bakışla izliyor.

Önderoğlu Paris'te RSF merkezinde Türkiye'yi temsil ettiği gibi gazetecilerin davalarını yakından izliyor, zaman zaman mahkemelerde kendisi de ifade veriyor.

Türkiye'nin AB müzakereleri ile başlayan demokratikleşme sürecinde, basın özgürlüğü alanında çok önemli bir fırsatı kaçırdığını dile getiren Önderoğlu, dünyada yaşanan jeopolitik gelişmelerin yanısıra, iç dinamikler açısından da Türkiye'nin önemli bir dönüm noktasına geldiğini belirtiyor: “Ya demokratik uzlaşma, ya da daha katı günler."

Önderoğlu ile, bir çalışma ziyareti için geldiği Paris'te, 27 yılda medyanın geçirdiği evrim, gazeteciliğin bugünü ve yarınını konuştuk.

VOA Türkçe: Siz 27 yıldır Türkiye medyasını uluslararası bir meslek örgütü için izliyorsunuz. Dışarıdan da içeriden de bizim sektöre bakma şansınız var. Genelde medyanın durumu ne, Türkiye'nin bu genel tablo içindeki durumu ne?

Erol Önderoğlu:
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nün Türkiye'deki kimi zaman hazin de olan gerçeklerini yaşayan bir temsilcisi olarak, bu uzun süreçte, Türkiye'nin temel özgürlükler anlamında ve gazetecilik hakları bakımından çok büyük bir fırsatı heba ettiğini söyleyebilirim. Göreve başladığım 90'lı yılların ortasında, tabi ki gazetecilere yönelik Genelkurmay baskıları, çeşitli taciz ve müdahaleleler vardı. RTÜK'ün bir üyesinin Milli Güvenlik Kurulu’nca seçilmesi vardı, Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin askeri üyesi vardı. Dolayısıyla medya sektörüne askeri müdahalenin aleni olduğu bir süreçten, 2001'den itibaren AB reform dönemine girdik.

VOA Türkçe: Türk medyası 27 yıldan bu yana nasıl bir evrim geçirdi?

Erol Önderoğlu: AB ile 2005'te müzakereler başlayınca, hem reformların takibi, hem de alandaki sorunların izlenmesi konusunda yoğun bir çaba harcadık. Reformları tabi ki alkışladık. Fakat, alandaki bitmek bilmez, kökleşmiş, devletin bir türlü geri çekilmek istemediği, özgür gazeteciliğe bırakmak istemediği alanları her zaman kararlılıkla takip ettik. 15 yıllık müzakere sürecinden sonra bugün vardığımız noktada, 90'lı yıllara benzer müdahalelerin bugün yeniden ortaya çıktığını görüyoruz.

O zamanlar var olan askeri siyasetin yerini, bugün otokratik siyaset alıyor. Bu ortamda gazetecilerin “yerli ve milli” olmayan düşüncelere itibar etmemesi yönünde, özellikle de iktidara yakın medya kuruluşlarına talimat üzerinden korunan bir ilişki var. Diğer yandan, bu bakış açısına rıza göstermeyen eleştirel medya kuruluşlarının Basın İlan Kurumu üzerinden resmi ilan hakkından edilmesi, keyfi RTÜK cezalarına maruz kalması ya da temsilcilerinin basın kartından menedilmesi gibi bir takım keyfi uygulamalar var.


90'lı yıllarda gazetecilerin askeri politikalara direnmesi çok daha meşru görülürdü. Ali Bayramoğlu, Abdurahman Dilipak, Ertuğrul Kürkçü, Nadire Mater gibi çok geniş düşünsel yelpazeden gazeteciler, o dönem İstanbul Adliyeleri’nde bu alanda yeniyken davalarını izlediklerim. Aydınların ve mesleğimizin de ortak beklentisi, askerin siyasetten, sivil toplumdan ve medyanın üzerinden çekilmesi üzerineydi.

Bugüne geldiğimizde, 20 yıl önce, düşünce suçları ayıbını ortadan kaldırmak için yola çıkan bir hükümetin, kendisi gibi düşünmeyenlerin üzerine baskıyla gitmesi, toplum kesimlerini karşı karşıya getiren bir iklimi sürdürmesi ile karşı karşıyayız.

VOA Türkçe: AB Komisyonu'nun hazırladığı yasa tasarısını nasıl buldunuz?

Erol Önderoğlu: AB'nin medya özgürlüğünü korumak adına önerdiği düzenleme, aslında Türkiye'de baskıcı siyaset ve sermaye çıkarlarının sonunu getirdiği editoryal bağımsızlığa bir nebze can katmak için faydalı olabilirdi. Ancak onların, medya alanı için savunageldikleri şey şeffaf, her türlü baskı grubundan uzak ve nesnel gazetecilik değil.

VOA Türkçe: Burada Türkiye sık sık "hapisteki gazeteciler" konusuyla gündeme geldi. Bugün geldiğimiz noktada bilanço nedir?

Erol Önderoğlu: Türkiye'de 10 kadar gazeteci cezaevinde. Haziran'da Diyarbakır'da tutuklanan 16 gazetecinin tahliye itirazları reddedildi. Onu da yakından izliyoruz. Dolayısıyla bu sayı önümüzdeki aylarda artış gösterebilir. Türkiye'nin gazeteci tutuklama hastalığı maalesef hiçbir dönem iyileşmedi. Bundan 4-5 yıl önce Türkiye, özellikle darbe girişimi sonrası, dünyanın en çok gazeteci tutuklayan ülkelerindendi. Hatırlanacak oursa, Gülen Cemaati’ne hitap eden yayın kuruluşları, Cumhuriyet ve Sözcü Gazeteleri, Kürt medyası gibi çok geniş bir muhalif yayın çevresi, operasyonların hedefi oluyordu. Son yıllarda daha çok adli kontrol, yurt dışına çıkış yasağı ya da imza yükümlülüğü karşısında tahliye yoluna gidiliyor.

VOA Türkçe: Dünyada durum nasıl?

Erol Önderoğlu: Avrupa'da Belarus'tan sonra Türkiye ikinci sırada, tutuklu gazeteciler konusunda. Ama dünyada Çin, Suudi Arabistan, Mısır, İran gibi ülkelerde, global kriz ve çatışma alanlarında çok daha fazla gazeteci tutuklandığını görüyoruz. Rusya zaten özgür medya alanını daraltabildiği kadar daraltmış, medya sektörünün bir kısmı yurt dışında, sürgünde artık.

VOA Türkçe: Şimdi pratikte nasıl bir uygulama var Türkiye'de?

Erol Önderoğlu: Tüm toplumdan aslında, cumhurbaşkanlık hükümet Sistemi üzerinden ülkenin ne kadar büyüdüğü, uluslararası arenada ne denli etkili olduğu yönünde hayranlık beslemesi bekleniyor gibi. Bu imaj verilirken de gazetecilere de diyorlar ki, "Bakın bizi eleştiriyorsunuz ama biz büyük Türkiye'yi yaratıyoruz. Dolayısıyla siz ‘yerli ve millilik adına’ söyleyeceklerinizi, eleştirilerinizi saklı tutun". Bu yaklaşımın demokratik bir toplumda yeri yok. Ancak bu tabii, gazetecilik misyonunun tümüyle reddi anlamına geliyor. Bazıları da bu söylemlere rıza gösterdiği için, mesleğin raydan çıkmasına da hizmet ediyor.

VOA Türkçe: Eskiden, askeri etkinin hissedilediği dönemde gazeteciler daha mı rahat yazıyordu?

Erol Önderoğlu:
Devlet kurumlarının veya kamu kuruluşlarının medyanın eleştirilerini bu kadar hafife aldıkları bir dönem hatırlamıyorum. 2000’ler öncesi devleti hareket hızı olarak ağırdı ama ağırbaşlıydı da. Bugün eleştirinin hakkından geldiğini sanan yöneticiler az değil. Artık sözüm ona “iletişim” adına Whatsapp grupları üzerinden denetim kuruluyor. Bu bilgilerin dışına taşanların gruplardan atıldığına tanık oluyoruz. Gazeteciler de kendilerini farklı bir tutum alamayacakları durumlarda buluyor. İşten atmanın da hiç olmadığı kadar kolaylaştıdığı bir dönemden geçiyoruz. Basın İlan kurumu ilanları, abonelik sistemleri zaten hükümete yakın medyayı destekliyor.

VOA Türkçe: Son dönemlerde VOA ve Deutsche Welle'nin Türkçe yayınlarının izlenme oranlarının artması da bilginin içeride yeterince özgür akmamasından kaynaklı? Bu kurumlara erişim yasağı konusunda ne düşünüyorsunuz?

Erol Önderoğlu: Lisans alınmadığı gerekçesiyle Deutsche Welle ve Amerika'nın Sesi haber sitelerine RTÜK talebiyle getirilen erişim engeli çoğulcu yayın anlayışıyla bağdaşmayan, son derece problemli bir karar. AKP-MHP koalisyonunun belediye seçimlerini kaybettiği 2019 yerel seçimleri, sokaktaki insanın, kendi sorunlarını aktarma cesareti göstermediği gerekçesiyle iktidara yakın medyadan uzaklaştığı belirgin bir döneme işaret ediyor. Diğer yandan bu süreçte, bayide çok sınırlı satsa da etkili yayın yaptığı için bir gazetenin, kendi internet sitesi üzerinden ne kadar rağbet görebildiğine de şahit olduk. Sözünü ettiğiniz kurumların Türkçe servisleri ve son 10 yıldır öne çıkmaya başlayan bir takım haber siteleri de bu boşluğu dolduruyor. İktidarın bir kısım medya ile organik bağı çözülmedikçe ve medyanın tamamı, mesleğin doğal şartları içinde yayın yapmadıkça, biz her zaman kaliteli gazetecilik sorunlarını konuşuyor olacağız.

VOA Türkçe: RSF ile Paris’te sık sık toplantılara geliyorsunuz. Daha çok hangi dosyaları izliyorsunuz?

Erol Önderoğlu: Son dönemde, RSF olarak, ‘özdüzenleyici kurumlar’ denilen yapıların ne şekilde medya özgürlüğünü baltaladığı, ne şekilde bu kurumların anayasa mahkemesi gibi yargı kurumlarıyla çeliştikleri üzerinde çalıştık. Mesela, basın kartı verilmeyen veya yenilenmeyen bazı gazeteciler mahkemede açtıkları davaları kazandılar. Karşımızdaki en büyük problem, bazı kamu kurumlarının Anayasa Mahkemesi’nin özgürlükçü kararlarıyla taban tabana çelişen bir işlerlikte ısrar etmesi gibi görünüyor. İçişleri Bakanlığı’nın, sokakta eylem izleyen gazetecilere keyfi müdahalesi, 27 Nisan 2021 tarihli Emniyet Genel Müdürlüğü genelgesi yürürlükten kaldırılmasına rağmen sistematik şekilde sürüyor.

Gazetecilere yönelik keyfi gözaltı, şiddet ve tutuklamalar, RSF'yi birçok ülkede olduğu gibi Türkiye açısından da en çok meşgul eden konulardan. Ancak, adli kontrol, Basın İlan Kurumu kararları ve uluslararası medya kuruluşlarına mensup bazı gazetecilerin ülkeye girişte geri çevirilmesi gibi idari alanda gözlenen gelişmeler de, demokratik yönetim anlayışından uzaklaşılmasına dair veriler de sağlayabiliyor. Medya temsilcilerine yönelik işlenmiş cinayetlere karşı yetkili makamların harekete geçip geçmediğini de izliyoruz.

Suudi Arabistan İstanbul Konsolosluğu’nda 2018’de yok edilen gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın dosyasının bu ülkeye iade edilmesi, dünya diplomasisinin de etkisiz kalması. Gazeteci yazar Musa Anter cinayeti dosyası, 30 yıllık zaman aşımı tehdidi altında. Kocaeli'nde cinayete kurban giden gazeteci Güngör Arslan'ın davası da takip ettiğimiz dosyalardan.

VOA Türkçe: Mesleğin yakın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Erol Önderoğlu: Öyle görülüyor ki Türkiye, yeniden bir yol ayrımına geldi. Gazeteciliğin geleceği, Türkiye'nin hangi yöne meyledeceğine çok bağlı. Elbette ki Türkiye’de gerçeğin peşindeki arayış hiçbir zaman son bulmayacak. Ancak toplumun, siyasal seçenek olarak yapacağı tercih, birçok sektörü olduğu gibi gazetecilik alanını da şekillendirmeye devam edecek. Bu seçimi toplumun kendisi yapacak. Dileriz, temel özgürlükler ve uzlaşma üzerine, bu topluma zorla bir dizayn değil de demokratik bir uzlaşma zemini olsun ki, gazetecilik de kendine yeni bir yol çizsin. Aksi taktirde gazeteciliğe sadık her bir arkadaşımızın duyduğu endişeleri ben de hissediyorum elbette.

XS
SM
MD
LG