Avrupa’da borç krizi devam ederken Fransa ve Almanya, Euro’yu kurtarmak için Avrupa Birliği’ne üye diğer ülkelerle ortak bir paydada buluşmaya çalışıyor.
1999 yılında kullanılmaya başlanan euro, kısa süre içinde dünyanın en önemli para birimlerinden biri haline geldi. Ancak bugün 17 üyeli Euro Bölgesi ciddi bir borç kriziyle karşı karşıya.
Avrupa’nın en büyük ekonomileri Almanya ve Fransa Euro Bölgesi’ni kurtarmak için çabalıyor. Geliştirilen stratejilerden biri Euro bölgesini daha merkezi hale getirmek. Brookings Enstitüsü uzmanı Domenico Lombardi, “Kriz, bize, Avrupa’nın şu anki ekonomik modeliyle ilerlemenin mümkün olmadığını öğretti. Merkezi bir para politikası var ama politikalar üzerinde iyi uygulanmayan gevşek bir koordinasyon sözkonusu. Makroekonomi ve yapısal politikalar alanında hiçbir koordinasyon yok,” diye konuşuyor.
Johns Hopkins Üniversitesi’nden economist Dan Hamilton’a göre, Yunanistan AB’nin en büyük sorunu ve bu ülke iflas ederse diğer ülkelerin nasıl kurtarılacağı çok ciddi bir konu. Hamilton, “Avrupa Birliği, Yunanistan iflas ederse bundan diğer ülkelerin etkilenmesini istemiyor. Şu anda durumu idare etmeye çalışıyorlar. Bir tür oyun oynanıyor. Diğer ülkelerin etrafında bir güvenlik duvarı oluşturmaya çalışıyorlar. Ancak esas sorun Yunanistan. Diğer ülkelerin durumu çok daha iyi,” diyor.
Borç içindeki Euro Bölgesi ülkelerinin borçlanma maliyetlerinde ciddi artış görülüyor. Özellikle İtalya yüzde 7’den fazla faiz ödüyor. Fransa Euro bonoları fikrine sıcak bakarken Almanya mali sıkıntıdaki ülkelere borç vermek istemiyor. Bu tür bono ve tahviller Yunanistan, Portekiz, İtalya ve İspanya gibi ülkelere daha hızlı şekilde ve daha ucuza borçlanma imkanı tanıyor.
Avrupa Parlamentosu Liberal ve Demokrat Grup Başkanı Guy Verhofstadt’a göre bonolar krizi durdurabilir çünkü bu şekilde İspanya, İtalya, Almanya, Fransa, Belçika ve Avusturya’nın borç sorunu hızla çözülebilir.
Fransa ve Almanya daha fazla mali disiplin olan, daha güçlü bir Avrupa Komisyonu’nun kuralları çiğneyen Euro Bölgesi ülkelerine yaptırım uyguladığı bir sistem istiyor. CATO Enstitüsü’nden Dan Mitchell böylesine daha merkezi yaklaşımın da bir bedeli olduğunu söylüyor. Mitchell, “Avrupa Birliği’nin ekonomisi ister Brüksel’den yönetilsin, ister ekonomi politikaları Berlin’de oluşturulsun, demokrasinin çok büyük darbe aldığı, bağımsızlığın tehdit edildiği bir durumla karşı karşıya kalırsınız. Kişi ve ülkelerin kendi davranışlarından sorumlu olduğu fikri geçerliliğini yitirmiş olur,” diye konuşuyor.
Sorunun çözümü oldukça karmaşık. Bu denkleme siyaset de eklenince durum daha da karışıyor. Johns Hopkins Üniversitesi’nden economist Dan Hamilton şu değerlendirmede bulunuyor: “Merkel’in yeni bir koalisyon kurması gerekiyor. Kendi partisi içinde ayaklanma var. Muhalefet Merkel’e sesini yükseltmesi için baskı yapmaya başladı. Alman siyaseti Başbakan Merkel için entrikalar çevrilen bir alan haline geldi. Merkel bununla uğraşırken bir yandan Avrupa’daki ekonomik krizin önüne geçmeye, bir yandan da Washington’dan gelen tavsiyeleri değerlendirmeye çalışıyor. Başbakanın üç kademeli bir oyun oynadığını görüyoruz.”
500 milyon nüfuslu Avrupa Birliği’nin dünyanın en büyük pazarı ve yatırımcısı olduğunu vurgulayan Dan Hamilton, kaynaklar paylaşılırsa birliğin toplu borcun altından kalkabileceğini söylüyor. Peki Avrupa Birliği liderleri bu durumu bağımsızlıklarının kaybı olarak mı görecek yoksa kaynakların birleştirilip paylaşılması için bir fırsat olarak mı değerlendirecek? Hamilton, “Siyasi açıdan zor bir durum çünkü bu sorunun yanıtını verecek olan eninde sonunda seçmendir,” şeklinde konuşuyor.
Avrupa’nın bu ekonomik krizin altından nasıl kalkacağını zaman gösterecek. Bunun kolay olmayacağı gerçeğini bütün ülkeler kabul ediyor.