En son New York’ta ve Missouri eyaletinin Ferguson kentinde silahsız kişilerin polis tarafından öldürülmesinin ardından Amerikan polisinin taktik ve uygulamaları tüm ülkede büyük tartışma ve öfkeye yol açmış durumda. Kolluk kuvvetlerinin ‘askeri yöntemler’ kullanarak göstericileri gözaltına alması, plastik mermi ve göz yaşartıcı gaz kullanması tartışmaları körüklüyor.
Amerikan basın yayın organlarıyla sosyal medya, son bir haftadır Ferguson’daki öfke dolu gösterilere odaklanmış durumda. 9 Ağustos’ta silahsız bir siyah genç, polis tarafından vurularak öldürüldüğünden bu yana kentte şiddet olayları dinmedi.
18 yaşındaki Michael Brown’un ölümünden birkaç hafta önce de New York’ta kaçak sigara satan bir siyah Amerikalı, kendisini gözaltına almaya çalışan polislerin elinde hayatını kaybetti.
New York Kenti İslam Liderliği Konseyi başkanı İmam el Hac Talip Abdülraşit, polis ve vatandaşlar arasındaki güvensizliğin yeni bir şey olmadığının altını çiziyor: “Amerikan tarihini okuyan herkes kolluk kuvvetlerinin siyahlara, özellikle de yoksullara yönelik istismarcı taktikler kullanmasının ulusal bir sorun olduğunun farkında” diye konuşan Abdülraşit, İç Savaş’ın sonlarından bu yana emniyet güçlerinin bir türlü doğru yolu öğrenemediğini savunuyor.
Amerika’da toplum polisinin yıllardır “Kırık Pencere Camları” adlı toplum güvenliği teorisini izlemesinin, “doğru yol” olduğunu düşünen çok kişi var. Teoriye göre, “adi suçlara sıfır tolerans gösterilmeli, aksi takdirde kontroldan çıkarsa daha büyük suça dönüşebilirler.”
Ancak “Kırık Cam” teorisinin bazı polislerin şiddet iştahını kabartıp görevlerini aşırıya kaçırdıklarını düşünenler de fazla. Polislerin, yere çöp atan, yüksek sesle müzik dinleyen ya da kamuya açık yerlerde alkolü fazla kaçıran kişileri ilk önce uyarmak yerine tutukladıklarına oldukça sık rastlanıyor.
Polis Reformu Organizasyonu Projesi Müdürü Robert Ganji, New York polisine “tutuklama kotası” uygulandığını söylüyor. Bu da polisin belli bir süre boyunca belli sayıda kişiyi tutuklamasını gerektiriyor. Bu durumda polisin basit suç işleyenleri uyarması, ya da toplumsal bir soruna çözüm getirmesi, sicilini kurtarmaya yetmiyor. Ganji, “Polis iki delikanlı arasındaki kavgayı ayırıp onları evlerine gönderirse itibar kazanmıyor. İtibar kazanması için bu iki genci ‘fiili saldırı’ suçundan gözaltına alması gerekiyor” diye konuşuyor.
Ganji, iş baskısı ve can güvenliği korkusunun Amerikan polisinde, özellikle sabıkalı kişileri ya da kendi mahallelerinde yaşayan azınlık grupları, hizmet etmekle yükümlü oldukları vatandaşlar değil ama potansiyel sorun ya da suçlu olarak görmelerine yol açtığını söylüyor. Bu davranış biçimi de toplumlarda polise karşı derin güvensizlik yarattığı gibi, kolluk güçleri arasında da moral kaybına ve en nihayetinde de, toplumsal düzeyde eleştirilerle yüzleşmelerine yol açıyor. Nitekim Ganji, konuştuğu bazı polis memurlarının kendisine, “işlerini sevmediklerini” söylediğini, kimilerinin de “insanlara yardım etmek için bu işi seçseler bile, yardım etmeye odaklandıklarında bunun kendilerine geri tepeceği” yönünde düşünceye sahip olduklarını belirtiyor.
New York’ta ceza hukuku ve adalet sistemi üzerine eğitim veren John Jay Üniversitesi’nde Hukuk ve Emniyet Bilimleri Bölümü’nün başkanı Maki Haberfeld ise, bir yandan insanların kolluk kuvvetlerinin kendilerine sağladığı kolaylıklardan yararlanıp, diğer yandan da polisin şiddet kullanmasından şikayet eden insanları “ikiyüzlü” bulduğunu söylüyor.
Kendisi de eski bir polis olan Haberfeld, polis memurlarının “yargıç ya da jüri” gibi hareket edemeyeceğini, yasaları ihlal eden kişileri cezalandırmakla görevli olmadıklarını, bundan dolayı tartışmanın yalnızca polisin vatandaşla bire bir ilişkilerinde şiddet uygulaması ve sicilinde şiddet kullanımına rastlanmasıyla sınırlı kalması gerektiği görüşünde.
Polisin de zaman zaman hatalı, bazen ölümcül kararlar aldığını kabul eden Haberfeld, bunun nedenini polisin hangi koşullarda şiddete başvurabileceğini belirleyen ulusal düzeyde kriterler olmamasına bağlıyor. Sistemden kaynaklanan hatanın tek başına polis memurlarına ya da karakollara mal edilemeyeceğini savunan Haberfeld, polisin doğru araçlara sahip olmadığı için kimi zaman kendilerinden beklentileri yerine getiremediğine ya da aşırıya kaçtığına dikkati çekiyor.
Özellikle azınlık gruplarının polise yönelik öfkesine neden olarak, yoksulluk, düşük eğitim ve ekonomik fırsat azlığı da gösteriliyor. Polis ve toplum arasındaki mevcut krize ne neden olursa olsun, bu sorunun derinliği ve tehlikesi gittikçe daha fazla göze batıyor.