Amerika hızla borçlanmaya devam ederken mali meseleler, gerek Trump Yönetimi gerekse Demokrat Parti’nin ilgisini yeterince çekmiyor.
İstikrarlı ekonomik büyüme ve rekor düzeyde düşük işsizlik oranına rağmen Amerika’nın yıllık bütçe açığının bir trilyon dolara yaklaştığı açıklaması yapılması, yakın zaman öncesine kadar başkentte alarm zillerinin çalması, federal harcamaların dizginlenmesi çağrısı yapan siyasetçilerin televizyon ekranlarına koşmasıyla sonuçlanırdı. Ancak Amerikan Ticaret Bakanlığı Ekonomik Analiz Dairesi’nin kısa süre önce yayınladığı bir rapor, 2019 mali yılında bütçe açığının son yedi yılın en üst seviyesine tırmanarak 984 milyar dolara dayanmasının Kongre üyeleri, Trump Yönetimi ve diğer bazı yetkililer tarafından suskunlukla karşılandığını ortaya koyuyor.
Cumhuriyetçiler ve Demokratlar, rekor düzeye tırmanan bütçe açığına dikkat çekmek yerine 2020 başkanlık kampanyası kızıştıkça birbiri ardına federal bütçeye trilyonlarca dolar ilave edecek yeni harcama ve vergi indirimi planları açıklıyor. Amerika’nın geçmiştekilerle birlikte toplam borç birikimi 23 trilyon dolara yaklaşıyor.
Başkan Trump’ın 2017’de bir buçuk trilyon dolarlık vergi kesintisi yasasını Kongre’den geçirmesi ve askeri harcamaların arttırılmasını talep etmesi, Donald Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasından bu yana federal bütçe açığının yüzde 48 oranında artmasına neden olmuştu. Trump Yönetimi, 2020 seçimlerinden önce ek vergi indirimi fikrini yeniden gündeme getirdi.
Öte yandan Massachusetts Senatörü Elizabeth Warren ve Vermont Senatörü Bernie Sanders gibi Demokrat Partili başkan aday adayları, tartışma yaratan “herkese sağlık sigortası” uygulaması gibi sosyal programların yürürlüğe girmesini savunuyor. Urban Enstitüsü’nün yaptığı bir araştırmaya göre devlet sağlık sigortasını her Amerikan vatandaşını kapsayacak şekilde genişletecek, hastaların kendi ceplerinden yapacakları katkı payı ödemelerini sıfıra indirecek öneri, yıllık 3 trilyon 400 milyar dolarlık maliyet anlamına geliyor.
Kamuoyu yoklamalarına göre sıralamada hızla yükselerek yarışı Biden ve Sanders’la başabaş götüren Warren, Sosyal Güvenlik sisteminin sunduğu avantajların kapsamının da genişletilmesi çağrısı yapıyor. Warren’ın öğrencilerin üniversite eğitimi borçlarının silinmesi ve çevresel girişim önerileri de yüklü etiket fiyatı olan planlar.
23 trilyon dolara yaklaşmakta olan mevcut federal borç miktarı, 21 trilyon 300 milyar dolarlık 2019 yılı gayrisafi yurtiçi hasılasının yüzde yüzünden fazla. Amerika, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana borcun gayrisafi yurtiçi hasılaya oranının bu kadar yüksek olduğu bir başka dönem yaşamadı. Yine de siyasi yelpazenin her iki kanadında yer alanlar, federal bütçe açığı ve borç miktarını daha da arttıracak uygulamaları desteklemeye devam ediyor.
Washington’da bütçe açığı ve borç miktarını yakından izleyenlerse bu eğilimin gelecek açısından kaygı uyandırıcı olduğu kanısında.
Partilerüstü kamu politikaları kuruluşu Sorumlu Federal Bütçe Komitesi Başkan Yardımcısı Marc Goldwein, “Mali sorumluluğa duyulan ilgi, tüm zamanların en düşük seviyesine geriledi” diyor.
Goldwein, “Federal bütçe açığının tüm zamanların en yüksek seviyesine tırmanması herkesi kaygılandırmalı. Bu tehlikeli bir durum. Yapmamız gereken borç miktarını kontrol altına almak, ekonomik gerileme döneminde borcun artacağını anlamak ve durumu daha da kötüleştirmemek” şeklinde konuşuyor.
Ne Trump yönetimi ne de Demokrat Partili başkan aday adayları bu mesajı almışa benziyor.
Harcamalarda kesintiye gitme ve bütçe açığını azaltma taleplerinin son birkaç yıldır gündeme gelmemesinin birkaç nedeni var. Washington’un sürekli kriz havası soluması ve Başkan Trump aleyhine açılan azil soruşturmasının bu krizi derinleştirmesi, mali politika gibi karmaşık meselelere gündemde yer bırakmıyor.
Ancak bütçe açığının kaygılandırdığı kesimlerin sözünün Washington’da eskiden olduğu gibi dinlenmemesinin nedenlerinden biri, bu kişilerin, artan federal borçlanmanın etkileri konusunda açıkça yanılmış olmaları.
Bütçe açığı ve borçlanmanın artmasına izin vermenin faiz oranlarının ve enflasyonun yükselmesine yol açacağı korkusu, uzun yıllar gündemdeydi. Federal harcamaların artmasının talebin ve fiyatların yükselmesine de neden olacağı düşünülüyordu. Aynı zamanda tahvil piyasasının, kendini giderek daha çok borca sokan federal hükümetin faiz oranlarını yükseltmesini talep etmesi bekleniyordu.
Hükümet daha yüksek faiz oranlarıyla daha çok borçlandıkça bunun özel sektördeki daha verimli yatırımları azaltması bekleniyordu.
Ancak son on yılda enflasyon, 2008 krizi sonrasında girilen ve hükümetin talebi arttırmak için ekonomiye para akıttığı gerileme döneminden hemen sonraki yıllarda bile inatla düşük kalmaya devam etti.
Federal hükümetse tarihin en düşük oranlı faizleriyle borçlanmaya devam ediyor. Bu da borçlanma maliyetlerinin bütçe açığı karşıtlarının tahminlerinden çok daha düşük seviyede olmasıyla sonuçlanıyor. Hükümet borçlanmasının özel sektör yatırımlarını azalttığına ilişkin kanıt olmaması, muhafazakar eğilimli düşünce kuruluşu Vergi Vakfı’nın bütçe açığını “asgari önemi olan” bir mesele olarak tanımlamasına yol açtı.
Öte yandan federal borç miktarının şu anda yıllık gayri safi yurtiçi hasıladan fazla olması, Amerika’yı diğer gelişmiş ülkeler arasında bir istisna haline getirmiyor. Borç miktarı Amerika’yla benzer düzeyde olan diğer gelişmiş ekonomiler arasında Kanada, İspanya, İngiltere ve Fransa yer alıyor. Japonya’nın borç miktarı ise gayrisafi yurtiçi hasılasının iki katına eşit.
Dünya genelinde iktisatçılar arasında son zamanlarda giderek yaygınlaşan genel kanı, düşük faiz ortamının süresiz olarak devam etmesinin beklendiği bu ortamda gelişmiş ülkeler arasındaki yüksek borç oranlarının önemli olmadığı yönünde. Bu görüşü en şiddetle savunanlar arasında, gelişmekte olan ekonomileri yüksek miktarda borçlanmamaya ikna etmeye çalışan Uluslararası Para Fonu’nun eski başkanı Olivier Blanchard da var.
Olivier Blanchard, kısa süre önce iktisatçı Angel Ubide ile birlikte kaleme aldığı bir gazete yazısında, “Doğru olan tavır, eğer felaket değilse borcun bir felaket olduğu rolü yapmamaktır. Bir hükümet, er ya da geç bunun yanlış olduğunun farkına varacaktır. Doğru yaklaşım, her ülkenin durumuna göre tavsiyelerde bulunmaktır,” ifadesini kullanıyor.