Yıllardır ciddi bir tıkanıklığın yaşandığı Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde her iki tarafın da pragmatik adımlar atması halinde 2013'te belirgin bir kıpırdanma yaşanma olasılığı oldukça yüksek.
BRÜKSEL —
Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin önüne sürekli siyasi engeller çıkarması ve üyelerinin kaprislerine teslim olması, Türkiye’nin de üzerine düşen yükümlülükleri tam anlamıyla yerine getirmemesi üyelik müzakerelerinin yıllardır bitkisel hayat formatında sürdürülmesi sonucunu doğurdu. Müzakere sürecine 2010’da giren İzlanda’nın “ayda 1.5 başlık ortalamasıyla” ilerlediği bir ortamda Türkiye 2010’un ortasından bu yana tek bir başlık bile açamadı. 2005’ten bu yana sürdürülen müzakerelerin hali rahatlıkla “vahim” olarak değerlendirilebilecek olsa da 2013 için rüzgarın farklı eseceği yönünde giderek artan sinyaller var.
Kıbrıs sorunu nedeniyle Komisyon'un, Ankara'ya gözdağı vermek için Rum Kesimi'nin, "tam üyeliğe götürür" gibi komik bir bahaneyle Nicolas Sarkozy döneminde Fransa'nın blokaj uygulaması, Türkiye'nin de geri kalan 3 başlığı açma konusunda isteksiz olması mevcut durumun ortaya çıkmasına neden oldu. Gelinen aşamada ise Ankara için umut kapısı haline gelen İrlanda Dönem Başkanlığı var. Türkiye’nin taleplerinin farkında olan İrlanda tek başına fazla bir şey yapabilecek kapasiteye sahip olmasa da optimizmle pragmatizmi harmanlayan bir yaklaşımla Ankara’nın beklentilerini karşılayabilecek bir ortam yaratılmasına katkıda bulunabilir.
Müzakere sürecindeki, dolayısıyla Ankara-Brüksel hattındaki ilişkilerdeki kilidi büyük ölçüde çözecek ülke ise Fransa. AB Bakanı Egemen Bağış’ın “akıl tutulması” olarak tanımladığı blokajın Paris tarafından gevşetileceğine yönelik işaretler Türkiye’nin umudunu artırıyor. 2013’te François Hollande yönetimindeki Fransa’nın Türkiye’ye yönelik yaklaşımını kademeli olarak ve “Türkiye karşıtlığı tavan yapmış durumda olan” Fransız kamuoyunun tepkisini çekmeyecek şekilde sessiz bir şekilde negatiften pozitife çevirmesi bekleniyor.
Türkiye söz konusu olduğunda Sarkozy’nin alerjik olduğu “katılım” sözcüğünün tekrar AB belgelerine dönmesine izin veren Fransa’nın müzakere sürecine kısa vadede en önemli katkısının, açılması kolay olan "bölgesel politika ve yapısal araçların koordinasyonu" ile "ekonomik ve parasal politika" başlıkları üzerindeki blokajı kaldırması olacağı düşünülüyor.
Fransa’nın atacağı adımların yanı sıra Türkiye’den de bir sürpriz gelebilir. Türkiye’nin şartları karşılaması halinde açabilecek konumda olduğu ancak açmak istemediği üç başlıktan biri olan “sosyal politika ve istihdam” başlığında Ankara politika değişikliğine gidebileceğinin sinyallerini veriyor. Bağış’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada yapılan reformların bu başlığın açılmasını sağlamak için yeterli olduğunu vurgulaması bu konuda bir adım beklentisini beraberinde getirdi. AB kanadında ise Türkiye’nin bu başlığı açmaya yetecek düzeyde adım atmadığı ve açılış kriterlerinin karşılanmadığı görüşü öne çıkıyor. Bu başlıkla ilgili netleşmenin şubatta yaşanması bekleniyor.
Türkiye’nin AB yelkenini şişirebilecek bir başka unsuru da 4. Yargı Reformu Paketi oluşturuyor. Bu paketle ilgili çalışmaların tamamlanarak uygulamaya sokulması Brüksel’in bu yıl, büyük ölçüde haklı olarak, oldukça cimri davrandığı övgülerin dönüşünü sağlama potansiyeline sahip.
2013’te Ankara-Brüksel hattında en sıcak ve tartışma dozu yüksek konuyu ise “vize mücadelesi” oluşturacak. AB bu konuda 20 sayfa ve 79 adımdan oluşan bir yol haritasını hazırladı. Türkiye’nin belgeyle ilgili değerlendirmeleri ise sürüyor. Belgede Ankara’nın hoşuna gitmeyen unsurlar var. Bu konudaki müzakerelerin çetin geçmesine kesin gözüyle bakılıyor. Türkiye bu konudaki tavrını “yazılı taahhüde yazılı, sözlü taahhüde sözlü taahhüt, uygulamaya, uygulama" şeklinde belirlemiş durumda.
Müzakerelere başlanmasının üstünden geçen 7 yılı aşan süreye rağmen İlerleme Raporu’ndaki eleştirilerin her geçen yıl azalması gerekirken çoğaldığı, siyasi kriterlerin karşılanması konusundaki soru işaretlerinin arttığı ve Türkiye’nin Brüksel’in belgesini beğenmeyip kendi İlerleme Raporu’nu yazdığı bir dönemde ilişkilerin somut, sürdürülebilir ve yeni bir ivmeye ihtiyaç duyduğu ortada.
Kamuoyu önündeki el sıkışmalar ve samimi pozlara rağmen her iki tarafın da birbirinin tutumundan yaka silker durumda olduğu bir ortamda gerçek anlamda ilerleme sağlanmasının yolu ise güven ortamının yeniden oluşturulmasından ve sürecin ilk yıllarında olduğu gibi hedefe odaklanmaktan geçiyor.
Parametreler, her iki tarafın da pragmatik bir yaklaşım sergilemesi halinde 2013’ün fırsat yılı olacağını gösteriyor.
Kıbrıs sorunu nedeniyle Komisyon'un, Ankara'ya gözdağı vermek için Rum Kesimi'nin, "tam üyeliğe götürür" gibi komik bir bahaneyle Nicolas Sarkozy döneminde Fransa'nın blokaj uygulaması, Türkiye'nin de geri kalan 3 başlığı açma konusunda isteksiz olması mevcut durumun ortaya çıkmasına neden oldu. Gelinen aşamada ise Ankara için umut kapısı haline gelen İrlanda Dönem Başkanlığı var. Türkiye’nin taleplerinin farkında olan İrlanda tek başına fazla bir şey yapabilecek kapasiteye sahip olmasa da optimizmle pragmatizmi harmanlayan bir yaklaşımla Ankara’nın beklentilerini karşılayabilecek bir ortam yaratılmasına katkıda bulunabilir.
Müzakere sürecindeki, dolayısıyla Ankara-Brüksel hattındaki ilişkilerdeki kilidi büyük ölçüde çözecek ülke ise Fransa. AB Bakanı Egemen Bağış’ın “akıl tutulması” olarak tanımladığı blokajın Paris tarafından gevşetileceğine yönelik işaretler Türkiye’nin umudunu artırıyor. 2013’te François Hollande yönetimindeki Fransa’nın Türkiye’ye yönelik yaklaşımını kademeli olarak ve “Türkiye karşıtlığı tavan yapmış durumda olan” Fransız kamuoyunun tepkisini çekmeyecek şekilde sessiz bir şekilde negatiften pozitife çevirmesi bekleniyor.
Türkiye söz konusu olduğunda Sarkozy’nin alerjik olduğu “katılım” sözcüğünün tekrar AB belgelerine dönmesine izin veren Fransa’nın müzakere sürecine kısa vadede en önemli katkısının, açılması kolay olan "bölgesel politika ve yapısal araçların koordinasyonu" ile "ekonomik ve parasal politika" başlıkları üzerindeki blokajı kaldırması olacağı düşünülüyor.
Fransa’nın atacağı adımların yanı sıra Türkiye’den de bir sürpriz gelebilir. Türkiye’nin şartları karşılaması halinde açabilecek konumda olduğu ancak açmak istemediği üç başlıktan biri olan “sosyal politika ve istihdam” başlığında Ankara politika değişikliğine gidebileceğinin sinyallerini veriyor. Bağış’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada yapılan reformların bu başlığın açılmasını sağlamak için yeterli olduğunu vurgulaması bu konuda bir adım beklentisini beraberinde getirdi. AB kanadında ise Türkiye’nin bu başlığı açmaya yetecek düzeyde adım atmadığı ve açılış kriterlerinin karşılanmadığı görüşü öne çıkıyor. Bu başlıkla ilgili netleşmenin şubatta yaşanması bekleniyor.
Türkiye’nin AB yelkenini şişirebilecek bir başka unsuru da 4. Yargı Reformu Paketi oluşturuyor. Bu paketle ilgili çalışmaların tamamlanarak uygulamaya sokulması Brüksel’in bu yıl, büyük ölçüde haklı olarak, oldukça cimri davrandığı övgülerin dönüşünü sağlama potansiyeline sahip.
2013’te Ankara-Brüksel hattında en sıcak ve tartışma dozu yüksek konuyu ise “vize mücadelesi” oluşturacak. AB bu konuda 20 sayfa ve 79 adımdan oluşan bir yol haritasını hazırladı. Türkiye’nin belgeyle ilgili değerlendirmeleri ise sürüyor. Belgede Ankara’nın hoşuna gitmeyen unsurlar var. Bu konudaki müzakerelerin çetin geçmesine kesin gözüyle bakılıyor. Türkiye bu konudaki tavrını “yazılı taahhüde yazılı, sözlü taahhüde sözlü taahhüt, uygulamaya, uygulama" şeklinde belirlemiş durumda.
Müzakerelere başlanmasının üstünden geçen 7 yılı aşan süreye rağmen İlerleme Raporu’ndaki eleştirilerin her geçen yıl azalması gerekirken çoğaldığı, siyasi kriterlerin karşılanması konusundaki soru işaretlerinin arttığı ve Türkiye’nin Brüksel’in belgesini beğenmeyip kendi İlerleme Raporu’nu yazdığı bir dönemde ilişkilerin somut, sürdürülebilir ve yeni bir ivmeye ihtiyaç duyduğu ortada.
Kamuoyu önündeki el sıkışmalar ve samimi pozlara rağmen her iki tarafın da birbirinin tutumundan yaka silker durumda olduğu bir ortamda gerçek anlamda ilerleme sağlanmasının yolu ise güven ortamının yeniden oluşturulmasından ve sürecin ilk yıllarında olduğu gibi hedefe odaklanmaktan geçiyor.
Parametreler, her iki tarafın da pragmatik bir yaklaşım sergilemesi halinde 2013’ün fırsat yılı olacağını gösteriyor.