10 Mart Amerikan Basınından Özetler


Washington Post, Kral Faysal İslam Araştırmaları Merkezi’nden uzman Nawaf Obaid’in bir yazısına yer veriyor. Obaid, yazısında, Ortadoğu’daki ayaklanmaların Tunus ve Mısır’daki rejimleri devirdiğine, karışıklıkların Libya, Bahreyn, Yemen, Irak, Ürdün, Cezayir ve Umman’da hala sürdüğüne, ancak İslamiyet’in doğuş yeri olan, dünyanın en büyük enerji rezervlerinin sahibi Suudi Arabistan’ın sessizlik içinde olduğuna dikkati çekiyor ve bu durumun nedenlerini inceliyor. Yazının devamı şöyle:

‘Suudi Arabistan’da da ayaklanmaların olduğu ülkelerdeki bazı durum ve özellikleri gözlemek mümkün. Gençler arasındaki yüksek işsizlik oranı ve kamu sektöründeki yolsuzluklar bunlardan bazıları. Ancak ülke ekonomisinin güçlü olması, muhalefetin zayıflığı ve krallıkla ilişkilendirilebilecek milliyetçilik anlayışı nedeniyle diğer Arap ükelerindeki ayaklanmaların Suudi Arabistan’a da sıçraması olasılığı oldukça düşük. Suudi Arabistan büyüyen nüfusunun ihtiyaçlarını tatmin eden yatırımlar yapıyor, projeler geliştiriyor. Okul, hastane ve demiryolu inşaatları, konut projeleri, askerlerin ve kamu çalışanlarının maaşlarına zam yapılması bunlardan bazıları. Suudi Arabistan ayrıca yüzde 13,3 olan yoksulluk oranını 2020’ye kadar yüzde 2,2’ye indirmeyi amaçlıyor. Öte yandan son 20 yıldır giderek artan milliyetçilik Suudi toplumunu biraraya getirdi. Kral Abdullah son derece popüler bir lider. Halkın liderlerini sevmesi, ekonominin güçlü olması ve Suudi milliyetçiliğinin yükselmesi Suudi Arabistan’da, diğer Arap ülkelerini dağıtan yapıdan çok daha farklı bir doku oluşturmayı başarıyor.’

Boston Globe, Amerikalı Müslümanların radikalleşme olasılığına ilişkin Kongre’deki özel oturumun bölücü değil yapıcı ve olaylara ışık tutacak nitelikte yapılması gerektiğine dikkati çekiyor. Amerikalı Müslümanların radikal İslam’la mücadelede en önemli savunma mekanizmalarından biri olduğunu öne süren gazete şöyle diyor:

‘Bazı Amerikalı Müslümanların radikalleşmesi elbette ki iç güvenliği tehdit eden başlıca unsurlardan biridir. Ancak Amerikalı Müslümanlar radikallerin kimliklerini belirlemede güvenlik güçlerine yardım ediyor. İşte bu nedenle Kongre’deki özel oturum büyük tepki çekiyor. Müslümanların büyük çoğunluğunun köktendinci düşünceler beslediğini savunan Cumhuriyetçi Milletvekili Peter King, oturumun yapıcı değil yıkıcı olabileceği şüphelerini arttırıyor. 1950‘lerde Senatör Joseph McCarthy’nin başlattığı komünist avı ve bununla birlikte patlak veren ulusal histeri hükümetten akademi dünyasına, Hollywood’dan orduya çok sayıda kişiye büyük zarar vermişti. Bugünkü oturumlarsa daha büyük sorumluluk duygusu içinde yapılmalı. Tüm Müslümanlar şiddet yanlısı ya da radikal olarak etiketlenmemeli. Kongre’nin düşüncesizce suçlamalara kalkışmasının hiç yeri ve zamanı değil.’

The Washington Times ise Virginia eyaleti eski valisi, aynı zamanda Virginia eski senatörlerinden George Allen’in bir yazısına yer veriyor. Allen, yazısında, yakıt fiyatlarındaki hızlı artışta Obama Yönetimi’nin kötü enerji politikalarının büyük rol oynadığını savunuyor ve şöyle diyor:

‘Yakıt fiyatları 2005‘teki Katrina Kasırgası’ndan bu yana hiç bu kadar hızlı artmamıştı. Petrol piyasalarındaki çalkantının birkaç nedeni var. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki ayaklanmalar, Çin ve Hindistan’da petrol, doğalgaz ve kömüre olan talebin giderek artması bu nedenlerden bazıları. Ancak ülkemizin enerji sorunlarının çoğunu biz kendi ellerimizle hazırladık. Amerika’nın çok büyük bütçe ve ticaret açıkları, doların değerini düşürüyor. Daha da kötüsü, Obama Yönetimi’nin Amerika’daki fosil yakıt kaynakları üzerindeki sıkı denetimi ve ülke içindeki enerji üretiminin azalması nedeniyle gaddar diktatörlerin ve kartellerin insafına kalmış durumdayız. Geçen yıl Meksika Körfezi’ndeki petrol sızıntısı nedeniyle denizde sondaj çalışmaları askıya alınmıştı. Şu anda Körfez’de 102 ayrı sondaj planı, federal hükümetin onayını bekliyor. Daha ne duruyoruz? Alaska’nın kuzeyinde petrol aranamaması da sorunu büyüten bir etken. Amerika dünyanın en büyük enerji kaynaklarına sahip olan ülke. Bu kaynakları birer lanet olarak değil, lütuf olarak görmeliyiz.’