11 Ocak 2016’da “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bir bildiri İstanbul ve Ankara’da yapılan iki basın toplantısıyla kamuoyuna duyuruldu. Bildiride 1128 akademisyenin imzası vardı. Ertesi gün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Bildiriyi imzalayanları “kendine akademisyen diyen bir güruh”, “sözde akademisyenler”, “aydın müsveddeleri” diye tanımlayarak “ihanet” içinde olmakla suçladı.
Ardından hükümete yakın yayın organları bildiriye imza atan akademisyenleri suçlayan başlıkları manşetlerine taşıdı. Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı bildiriyle ilgili olarak “akademik özgürlük, bir ülkenin varlığını, güvenliğini ve bekasını tehdit etmenin aracı olarak istismar edilemez” açıklaması yaptı. Birçok üniversiteden bildiriyi kınayan açıklamalar geldi. Bir yandan üniversiteler imzacı akademisyenler için idari işlem başlatırken bir yandan da Cumhuriyet Savcılıkları soruşturmalar açtı.
İmzacı akademisyenlerin bazıları göz altına alındı, bazıları görev yaptıkları üniversiteler tarafından açığa alındı. Bu arada bildiriye destek veren akademisyenlerin sayısı da 1128’den 2212’ye çıktı ve bildiri Meclis’e sunuldu.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) sonrasında çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile 406 imzacı akademisyen çalıştıkları kurumdan ihraç edildi, pasaportlarına el kondu ve kamuda çalışmaları, akademisyen olarak mesleklerini yapmaları ömür boyu yasaklandı.
2212 imzacıdan 812’sine dava açıldı
Kamuoyunda “Barış Akademisyenleri” olarak tanınan imzacılar için kitlesel ceza davaları 5 Aralık 2017’de başladı. Akademisyenler “terör örgütü propagandası yapmakla” suçlanıyordu. Ortada tek bir bildiri olmasına rağmen akademisyenler farklı mahkemelerde yargılandı. Bildiriyi imzalayan 2212 kişiden 812 kişiye dava açıldı. Aynı bildiriden yargılanan akademisyenler 15 ila 36 ay arasında değişen farklı hapis cezalarına çarptırıldı. Hapis cezası alan akademisyenlerin bir kısmı için hükmün açıklanması geri bıraktırıldı, bir kısmının cezası ertelendi, bir kısmı için ise her iki uygulamaya da gerek görülmedi.
Anayasa Mahkemesi ceza alan akademisyenlerin yaptığı bireysel başvuru sonrasında 26 Temmuz’da ifade özgürlüğü haklarının ihlal edildiğine karar verdi. Ardından “Barış Akademisyenleri” için daha önce hapis cezası veren mahkemelerden peş peşe beraat kararları çıkmaya başladı.
Verilen beraat kararları, akademisyenlerin yargı önünde aklandığı anlamına geliyor. Peki ama bütün bu süreçte ihraç edilen akademisyenler neler yaşadı ve bundan sonra ne olacak? Akademisyenler görevlerine dönebilecekler mi, eğer dönebileceklerse hangi koşullarda ve nasıl bir ortama dönecekler?
Üniversitelerdeki soruşturmalar
6 Ocak 2017’de 679 sayılı KHK ile Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden ihraç edilen Yrd. Doç. Dr. Serdar Tekin, kendi yaşadığı süreci VOA Türkçe’ye şu sözlerle anlattı: “Önce üniversitede hakkımızda soruşturma açıldı. Gittik ifade verdik. Ama bize bu soruşturmanın sonucu resmi olarak tebliğ edilmedi. Ben OHAL bittikten sonra göreve iade için Ege Üniversitesi’ne bir dilekçe verdim. OHAL sona erdi, dolayısıyla OHAL kapsamındaki tedbirler de sona erdi diyerek göreve iade edilmemi istedim. Dilekçeme cevap vereceklerini beklemiyorduk. Nitekim vermediler. Bunun üzerine mahkemeye başvurduk. Üniversite, mahkemeye verdiği dilekçeye soruşturma sonucunu eklemişler. Soruşturmanın sonuçlanmış olduğunu orada gördüm. Ege Üniversitesi’ndeki beş profesörden oluşan komisyon ‘bu bildiriyi imzalayanların kamu görevinden çıkarılmaları gerekir’ diye bir kanaate ulaşmış. Rektörlük de bunu uygun bulup YÖK’e göndermiş. Anlıyoruz ki ihracımız bunun sonucunda gerçekleşmiş”.
1999 yılından beri 9 Eylül Üniversitesi’nde görev yapan İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Erkin Başer de 28 Haziran 2017’de üniversite yönetimi tarafından açığa alındı. 8 Temmuz 2018’de 701 No’lu KHK ile ihraç edildi. VOA Türkçe’nin sorularını cevaplayan Başer, “Açığa alınmamız biraz sürpriz oldu. Bizim hakkımızda açılan soruşturmalar sonuçlanmadı. 9 Eylül Üniversitesi’nde ifademiz alınmadı. Dolayısıyla var olan hukuka bile uygun bir süreç işletilmedi. O zamanki rektör daha sonra bizimle birlikte ihraç edildi. İhraç edilmemiz ise sürpriz olmadı. Çünkü yeni gelen rektörün bir şekilde bizi listeye koyabileceğini düşündük. Sonra o rektör de görevden alındı” diye konuştu.
İhraçlarda üniversite yönetimlerinin rolü
Başer, bu süreçte Boğaziçi, Galatasaray, Mimar Sinan, Hacettepe ve ODTÜ’de rektörlerinin kendi üniversitelerinde Barış Akademisyenleri için soruşturma açmadığını hatırlatarak “Benzer süreçler daha önce 12 Eylül döneminde de demokratik olmayan yasalarla idare edildiğimiz diğer dönemlerde de yaşandı. Üniversite her zaman kendi içinden vurulmuştur. Bu bir tür tasfiyedir. Barış imzası bir bahanedir. Ama asıl suçlu üniversitenin yöneticileridir, koltuk sevdalısı rektörcüklerdir” dedi.
Tekin de üniversite yöneticilerinin bu süreçte asgari sorumluluklarını yerine getirmediğini belirterek “Bütün akademisyenler için bir cadı kazanı içinde gerçekleşen ihraçlarda üniversitelerin çok ciddi bir rolü var. Üniversite yöneticileri en azından bu meselenin üniversite dışında gerçekleştiğini, dolayısıyla ortada bir suç varsa bunu tetkik etmenin adli süreçlerin işi olduğunu, kendilerini ilgilendiren bir şey olmadığını söyleyebilirlerdi. Ama Türkiye’deki çok az üniversitenin yöneticisi bunu yaptı” ifadesini kullandı.
Anayasa Mahkemesi’nin Barış Akademisyenleri için verdiği kararın birçok üniversite tarafından protesto edildiğini hatırlatan Tekin, “Bir ülkede üniversitenin durumunu bundan daha iyi gösteren bir şey olamaz bence. Dolayısıyla üniversitelerin çoğu ifade özgürlüğünün barınabildiği yerler değiller. Türkiye’deki üniversitelerin çoğunluğu bugün birer ceza kolonisi olarak iş görüyor. İfade özgürlüğüne ve akademik özgürlüğe saldırıların tasarlandığı, uygulandığı, yönetildiği merkezler gibi de iş görüyorlar” eleştirisinde bulundu.
Yargılamalarda yetkili mahkeme belirsizliği
Ardından başlayan yargılama süreçlerinde ise en önemli konu, akademisyenlerin hangi mahkemede yargılanacağı idi. Tekin hakkındaki dava önce İstanbul 33. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açıldı. Yetkisizlik itirazını önce reddeden mahkeme daha sonra kabul ederek dosyayı İzmir’e gönderdi. İzmir’deki mahkeme de yetkisizlik kararı verince, konu Yargıtay’a gitti. Tekin şimdi hangi mahkemede yargılanacağını öğrenebilmek için Yargıtay’ın vereceği kararı bekliyor.
Başer de imzacı akademisyenlerin birçok Ağır Ceza Mahkemesi’ne dağıldığını belirterek, kendi yargılanma sürecini şöyle anlattı: “Önce İstanbul’da yaşayanlara dava açıldı. Sonra, bizlere dava açılmaya başlayınca İstanbul mahkemeleri ya görev yükünü ağır buldular ya da bizim orada toplulaşarak sürekli davaları takip etmememizi istemediler ve bizi tekrar illerimize yolladılar. Benim hakkımda İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Yetkisizlik kararı verildi ve İzmir 19. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yollandım. Onlar 1 Şubat’a dava günü verdi. 1 Şubat’ta dava 4 Nisan’a ertelendi. 4 Nisan’da savunma yapmak istediğimizi söyledik. Ama savunmamızı kabul etmediler, yetkisizlik kararı verdiler. Bizi Yargıtay 5. Daire’ye yolladı. Davamın İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmesine karar verildi. 24 Ekim duruşma tarihi olarak tespit edildi. Fakat o sırada Anayasa Mahkemesi bildiğiniz kararını açıkladı. Hepimiz için bağlayıcı bir karar verdi. ‘Bu metin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir, suç teşkil etmez’ dedi. Dolayısıyla bizim mahkemelere çıkmamıza gerek kalmadan, mahkeme beraat kararımızı verdi”. Böylece Başer, yargılandığı davada savunma bile yapamadan aklanmış oldu.
İşe iadeler için top OHAL Komisyonu’nda
Akademisyenler, açığa alınma, ihraç ve yargılama süreçlerindeki belirsizliğin işe iade süreci için de geçerli olacağı görüşünde. Serdar Tekin, “İşe iadelerin nasıl olacağını bilmiyorum. Çünkü KHK ile ihraç edilenlere şimdiye kadar hukuki öngörülebilirlik dışında işlem yapıldı. Yani olmayan bir yetki kullanılarak biz ihraç edildik. Dolayısıyla hukuksuz bir işlemden bahsediyoruz. Sonra hukuksuz işlemlerin gözden geçirilmesi için OHAL Komisyonu oluşturuldu. Ama OHAL Komisyonunun kendisi bir yargı merci değil. Komisyon bazı başvuruları kabul ediyor, çoğu başvuruyu reddediyor. Başvuru reddedilirse hukuki itiraz yolunuz açılıyor ve mahkemeye gidiyorsunuz. Fakat OHAL Komisyonu’nun neyi, neye göre yaptığını zaten bilmiyoruz. Dosya üzerinden karar veriyorlar. Bir mahkeme gibi açık celse görülüp ben avukatımla çıkıp iddialarımı dile getirip, karşı tarafın iddialarına cevap verme şansına sahip değilim. Dolayısıyla şimdi ne olacak, bunu bilmiyoruz. Bunu kimsenin bilmesinin de mümkün olduğunu zannetmiyorum. Çünkü bu iş sıra dışı bir mekanizma içinde yürüyor. Ama şu andaki tek cari prosedür de OHAL Komisyonu üzerinden geçiyor” dedi.
Yaşananları hukuk garabeti olarak tanımlayan Erkin Başer de “OHAL Komisyonu’nun bir karar vermesi gerekiyor. Komisyon şu ana kadar bizim durumumuzdaki kimsenin başvurusunu ne kabul etti ne reddetti. Bence bunun bir nedeni Anayasa Mahkemesi kararını beklemekti”.
Akademisyenler kendi üniversitelerine dönebilecek mi?
Ancak OHAL Komisyonu göreve iade edilme yönünde bir karar verse bile akademisyenlerin eski çalıştıkları üniversitelere dönmesi pek kolay görünmüyor. Çünkü bu arada çıkartılan 694 sayılı KHK’nın 198. Maddesine göre ihraç edilen öğretim üyelerinin göreve iade kararı alınsa bile bu akademisyenler İstanbul, Ankara ve İzmir dışında, kendi kurumları haricinde ve tercihan 2006 yılı sonrasında kurulan üniversitelere dönebilecekler.
Başer’e göre OHAL Komisyonu’nun kendi konumlarındaki akademisyenler için henüz karar vermemiş olmasının muhtemel bir nedeni de CHP’nin bu düzenlemenin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne dava açmış olması. Başer, Komisyonun bu başvurunun sonucunu beklemesinin ihtimal dahilinde olduğunu söyledi. Başer, “Bu madde hukuka ve anayasaya aykırı olduğu gibi, bizim suçsuzluğumuza rağmen sürgüne tabi olmamız gibi bir cezalandırma anlamına geliyor. Başka bir üniversiteye atanırsak bunu dava edeceğiz. Belki böyle bir dava sürecinin yaşanması istenmeyebilir. Suçsuzluğumuz ortaya çıktığına göre, üniversiteye atanmayı bekliyoruz. Tabii ben bunun kendi üniversitem olmasını bekliyorum” diye konuştu.
Tekin de söz konusu düzenlemenin herhangi bir gerekçeyle haklı kılınamayacağını vurguladı ve “Biz zaten hak ihlaline maruz kalmış kişileriz. İnsan hakları hukuku açısından baktığımızda ihlalin giderilmesinin birinci koşulu mümkünse kişinin ihlalden önceki durumuna döndürülmesidir. İhlali gidermenin anlamı budur. Bu düzenlemeyle ihlal giderilmiyor yeni bir ihlale yol açıyor” dedi.
İhraç edilmelerine neden olan KHK’ların daha sonra Meclis’te yasalaştığını hatırlatan Tekin ise, idari bir yapı olan OHAL Komisyonu’nun göreve iade kararı vermesinin de hukuken sorunlu olacağı görüşünde. Tekin’e göre, sorunun doğru çözümü yeni bir yasal düzenleme yapılması: “Aksi taktirde Komisyon’un takdirine kalmış, hukuki statüsü belirsiz bir durum yaşanmaya devam edecek. Nitekim CHP ve HDP bu işin kanunla yapılması gerektiğine dair kanun teklifi verdiler. Bu kanun tekliflerinin yasalaşmasını talep etmemiz gerektiğini düşünüyorum”.