Salgınla bir yıllık mücadelenin isimsiz kahramanları sağlık çalışanları. Yüzlerce meslektaşlarını Corona ile savaşta kaybeden sağlıkçılar birçok ölümün önlenebilir olduğunu düşünüyor, ihmalden yakınıyor.
Geçen hafta “riskli bölge” statüsünden “çok riskli bölge" statüsüne geçen Mersin de kayıplar konusunda istisna değil. Mersin Tabip Odası’nın verdiği bilgilere göre il genelinde 20 sağlık çalışanı hayatını kaybetti.
Mersin’de ilk hastaları kabul eden birim Mersin Üniversitesi Hastanesi oldu. Burhan Kırılmaz burada çalışan hastabakıcılardan biri, ilk hastanın geldiği günden bu yana salgınla mücadele ediyor. Kırılmaz, bu bir yılda yaşadıklarını VOA Türkçe’ye anlattı.
Korku, uyku bozukluğu, adaptasyon sorunu
Burhan Kırılmaz yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “İlk hissettiğimiz şey sadece korkuydu diyelim, yani genel olarak hani doktorların da, çalışan tüm sağlık çalışanlarının, korku, panik ve bilinmezlik yani. 'Virüsü kapacağız' dedik yani, kapacağız çünkü önlem yok, tedbir yok. Ne olduğunu bildiğimiz bir şey değil. Ciddi anlamda bir korku, uyku bozukluğu, onun akabinde devam eden agresif bir adaptasyon sorunu büyük ölçüde yaşadık. İlk gelen hastamızı hatırlıyorum. 56 yaşında bir erkek hastaydı. Ama şu vardı, pandemi başladığında ortada test de yoktu, hani bu insanın pozitif-negatif olayı daha bilinmiyordu. Daha çok soğuk algınlığı olarak görüldü bu. Solunuma bağlı olarak kalbi durdu. Müdahale etmemiz; işte normal müdahale ettik. Çünkü daha maske de, hani maske takıp takmama konusunda bile henüz daha şey değildi. O ara ‘Maske takmayın” dendi bize mesela. Harala gürüle biz o hastaya müdahalemizi yaptık ama o zaman hastamızı, Mart ayındaydı, 2020 evet, kaybettik maalesef."
“Saçlarını topladım, yıkadım”
Kırılmaz'ın karşılaştığı sorunlar ve kafasına takılan sorulan şunlar olmuş: "Mesela tek eldiven takacağımız yerde iki tane, hatta üç eldiven taktığımız da oluyordu. Şöyle boks önlüğü dediğimiz bir önlüğümüz var, böyle hazır kumaştan yapılı, onları takıyorduk. Yani bir nevi kendimizi korumak adına onu kullandık. Kendi doğrularımızla, düşünerek, bu şekilde kendi korumamızı sağladık. İlk pandemiyle tanışmamız böyle oldu.
Eve gitmeli miyim gitmemeli miyim? O da bir muamma, o daha ortada yok. Eğitimler verilmeye başlandı, işte pandeminin ne olduğunu öğrendik, virüsün ne olduğunu öğrendik. Yaşayarak öğrendik aslında biz bunları.
Şu bir gerçek ki sağlıkçı arkadaşlarımıza virüs bulaşması dışarıdan oldu, hastadan hiçbir şekilde bulaş olmadı, onu biliyoruz kesinlikle. Hastalarımızda en çok, bariz gördümüz şey panik. Yoğun bakımda birinci, ikinci günde müthiş boyutlarda ölüm korkusu. Hasta iyiye gidiyor ama içinde bulunduğu atmosferden kaynaklı bir ölüm endişesi taşıyor.
55 yaşında bir teyzemiz gelmişti, sıkı temas etmemek, doğru olan oydu ama ben o anlamda zincirlerimi kırdım. Teyzemin saçını da topladım, saçlarını da yıkadım, ona dokunuyordum korkmasın diye. Yalnız hissetmesin, o kötü bir psikoloji gerçekten. Bunu aşmadığı sürece bağışıklığı düşüyor. O panikle gerçekten bağışıklık ciddi anlamda düşüyor. Bağışıklık düştükçe virüs bu sefer daha da saldırıyor insana. Bu gerçekten hastaları iyileştirdi. Bir nevi artık sevgi mi iyileştiriyor diyelim, bu önemli bir kısmıydı."
“Burhan senin de sonun geldi”
Burhan Kırılmaz ciddi korkular yaşadığını gizlemiyor: "Günde 5 hasta kaybettiğimizi biliyorum. Genci var, yaşlısı var. Bir öksürmeye başladığımda ilk etapta, kendimden çok korkuyordum. ‘Evet’ diyordum , ‘Burhan sonun geldi, sende de bir şeyler var, belirtiler var, sen de bir şeyler gösteriyorsun senin de sonun geldi.’
Şey gelişti bende, tanı kondu anksiyete bozukluğu. Psikiyatriye gittim. İlaç tedavisi, destek, uyku bozukluğu. Had safhada uyku bozukluğu, yani nöbetten çıkıyorum ama uyuyamıyorum. Sürekli sorular, sorular, sorular… ‘Ne olacak, ne bitecek, bu işin sonu ne olacak?’ ‘Ben ne olacağım?’ değil yani artık benden geçtim, ‘Sevdiğim insanlara ne olacak?’ diyorum. Çünkü her halükarda gidip, evime geliyorum. Aylarca sevdiğim insanlarla konuşamadım, buluşamadım. Sarılıp öpemedim, koklayamıyorsun yani. Annemle bile oturamadım bir sene.
Arkadaşımın desteğiyle, uzaktan bir psikiyatri desteğiyle biraz aşabildim. Biraz da taşlar yerine oturdu. Testler başladı işte, gerekli ekipmanlar geldi, tulumlardır, koruyucu gözlüklerdir, eldivenlerdir, ayağımıza giyeceğimiz galoşlar. Daha rahat, daha iyi hissettim kendimi. ‘Acaba?’ diyorum, herhalde bunlar olsaydı başında ben bunları yaşamazdım."
“Ben öleceğim, boşuna verme bu ilaçları”
Kırılmaz, genç hastaların durumuna da değiniyor: "26-27 yaşında bir hastamız oldu, en genç diyebileceğimiz. Bazen ilacı reddediyordu, ‘Hayır Burhan, ben öleceğim’ diyordu. ‘Boşuna verme bana bu ilaçları, ne yapacağım?’ diyordu. ‘Ben biliyorum, benim sonum iyi değil’ diyordu. Yemek yemeyi bile reddediyordu, çünkü yoğun bakım gerçekliği var yani bu işin. Ne kadar genç olsa, bilinçli bir insan olarak görsek bile, yoğun bakımdasın. Karşında hasta bağırıyor. Öbür tarafında hastalar, çok çığlık atarak bağıran hastalar, yani kötü olan hastalar var.
‘İşte benim de sonum böyle olacak.’ diyor. Biz de ‘Hayır, sen bunu yaşamayacaksın. Her şey seninle başlayıp seninle bitecek. Yemeğini ye’ diyorduk. Yemeğini kendim yediriyordum, yiyebilirdi kendi ama ‘Dur ben sana yediririm, ister misin? ‘Evet, yedir’ diyordu, yemeğini kendim yediriyordum. İlaçlarını da kendim veriyordum. ‘Dur ben sana vereceğim’ diyordum kendini iyi hissetsin diye. 3 hafta gibi bir süre bizde kaldı. 3 hafta sonra ben işte yine bıraktım kendisini geldim. Direkt onun odasına gittim. Umarım yaşıyordur, umarım buradadır, o umutla içeri ekipmanlarımı giyip girdim, baktım yatağa boş. Gerçekten istemsiz bir şekilde gözyaşlarım aktı yani."
“Yüzlerce sağlık çalışanını neden kaybettik?”
Burhan Kırılmaz kendilerine değer verilmediğini düşünüyor: "Kıymetli olduğumuzu maalesef düşünmüyorum, düşünemiyorum. Hissettirilmiyor zaten bu kıymet ciddi anlamda. Baktığın zaman ortada büyük bir emek var, anlattığım birebir benim yaşadığım şeyler ve benim gibi yüz binlerce sağlık çalışanı bunu gerçekten yapıyor, böyle düşünerek çalışıyorlar. Maskesiz insanlar görüyorum; bir teyzeyle amca, ben maskeyle bekliyorum, ki oraya uyarıları yazmış yani esnaf, ‘Bir kişi girsin. Maskesiz girmek yasaktır.’ diye. Ona rağmen 60 yaşlarında amca girdi. Çok sinirlendim, birden bire gerildim, ‘Amca sen ne yapıyorsun?’ dedim. ‘Ya bana bir şey olmaz’ diyor. ‘Benim derdim sen değilsin, bana bir şey olur diye korkuyorum ciddi anlamda’ dedim ‘Lütfen çıkar mısın?’ dedim. Adam çıkmadı, orada benimle tartıştı yani artık ben dışarı çıkmak zorunda kaldım.
Yüzlerce sağlık çalışanını kaybettik, neden kaybettik? Yaşatmıyorlar çünkü, yaşatamadıkları için. İhmal var. Gerekli çalışma koşulları, insani çalışma koşulları, yani sen bana bunu getiriyorsun, tamam benim işim bu ama, bana insani anlamda ya da bilimsel anlamda gerekli koşulları vermen gerekiyor. Bunları vermediğin sürece ne oluyor bu sefer; benim hekim arkadaşlarım ya da sağlık çalışanı arkadaşlarım canlarıyla ödüyor bunu, canı pahasına ödüyor. Bunu önleyecek yetkili de ben değilim. Bu işi yapan, yürüten Sağlık Bakanlığı’dır. Devletin gerekli, yetkili organlarıdır. Mimliyor seni yani, nedir işte uyarı alıyorsun, ya da ‘Dikkat et, yapılmayacaktır, yasaktır’ şeklinde… E o zaman ben neredeyim? Bu pandeminin, bu gerçekliğin neresindeyim bir sağlık çalışanı olarak? Kendimi arıyorum ama bulamıyorum. Yokum yani. Bir yok oluşu maalesef acı bir gerçekle öğrenmiş oluyoruz.”