Cumhurbaşkanı Erdoğan, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’ndaki törende askeri bando yerine yine Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde olan ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun “savaş” müziğini icra eden Mehteran Takımı’na başrolü verdi. TSK arması yerine Mehteran Takımı’nın Osmanlı İmparatorluğu Arması ile sahne aldığı tören, Erdoğan’ın, Cumhuriyet’in kuruluş dönemini hedef alan sözleriyle de dikkat çekti. Erdoğan, 28 Ekim’de Saray’da “seçilmiş vatandaşlar” ile gerçekleştirdiği resepsiyon açılışındaki konuşmasında, özetle şu görüşlerini dile getirmişti:
“Geçmişte Cumhuriyet adına millet tariz ve hatta taciz edilmiştir. Kılık-kıyafetiyle, diliyle, inancıyla, kültürüyle ve müziğiyle tanımladıkları bir ‘makbul vatandaş’ modeli dışında milleti yok saydılar, ‘cumhur’ kabul etmediler. Biz, insanımızı istiskal eden bu tür dayatmalara son verdik. Yarınki Cumhuriyet Bayramı törenlerimizde milletimizin bin yıllık değerlerini, kazanımlarını sembolize edecek yepyeni bir anlayış ortaya konulacaktır. Bir yanda fraklı, valsli, şampanyalı Cumhuriyet Bayramı kutlamaları yapılırken, kapının hemen dışında, ayağına giyecek ayakkabı, sırtına ceket bulamayan, yarı aç – yarı tok hayatını sürdürmeye çalışan bir millet, şaşkınlıkla bu manzarayı seyretmektedir."
Erdoğan’ın, Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal’i de hedef aldığı izlenimi yaratan sözleriyle birlikte 29 Ekim törenlerindeki manzara Türkiye’de seçim öncesindeki en ilgi çekici tartışmalardan birine dönüştü.
Sistemde tek karar verici Erdoğan mı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Cumhuriyet’in kuruluş dönemine ilişkin sözleriyle “bin yıllık değerler” vurgusu gibi ifadeleriyle Türkiye’de “parlamenter demokrasi” yerine rejim değişikliği talebini; Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nden Prof.Dr. Fethi Açıkel değerlendirdi. Erdoğan’ın tanımladığı rejim ve siyasi çizgisini yakında uluslararası arenada yayınlayacağı makalesiyle analiz etmeye çalıştığını kaydeden Açıkel, Amerika’nın Sesi’nin sorularını yanıtladı.
Erdoğan’ı politik kişiliğiyle “İslami Bonapart” olarak tanımlayan Açıkel, öncelikle siyaset bilimindeki “Bonapartizm” kavramı hakkında bilgi verdi. Fransa tarihinden hareketle cumhuriyet rejimlerindeki lider odaklı yaşanan değişime işaret eden bir kavram olduğunu belirten Açıkel, “Bonapartizm, tek adam rejimine ve bazen de imparatorluğa geri dönüş eğilimini, ihtimalini ifade etmek için kullanılan bir kavram. Halk oyuyla seçilmiş siyasi liderlerde zamanla diktatörlüğe evrilme, güçler ayrılığı ilkesini bir tarafa bırakarak bir güç tekeline ulaşmaları sürecini tanımlayan bir kavram,” dedi.
Your browser doesn’t support HTML5
Fransa’da iki tarihsel figürle birlikte siyaset biliminde “Bonapartizm”in kullanıldığını anımsatan Açıkel, Fransız Devrimi’nden sonra iş başına gelmiş Napolyon Bonapart’ın cumhuriyetten imparatorluğa geçişi ve yeğeni Chales Lui Napolyon Bonapart’ın da yeniden İkinci Cumhuriyet’i yıkması nedeniyle soyadlarıyla birlikte böylesi bir kavram doğurduğunu anlattı. Bu anlamda gücün tekelleşmesi ve demokratik, seçim mekanizmalarını kullanarak kurulmuş cumhuriyet modeli oy verme davranışından hareketle yerine imparatorluk hayal etmeleri olarak kullanıyoruz diyen Açıkel, bunun Türkiye’deki gelişmeleri de açıkladığı düşüncesinde.
Your browser doesn’t support HTML5
Türkiye’de “Bonapartizm” kavramı için başbakanlık sistemi tartışmalarıyla birlikte yaşanan süreci adres gösteren Açıkel, Erdoğan için neden bu kavramı kullanabildiğini şöyle ifade etti: “Türkiye’de parlamenter sistemden başkanlığa geçiş yönündeki taleple bir tür Bonapartizm yükselişine tanıklık ediyoruz. Erdoğan’ın dış politikadan ekonomiye her konuda karar verici rol üstlendiğini görüyoruz. Merkez Bankası’nın özerklik tartışmalarında da görüldüğü gibi ekonomide de kendi görüşünde ısrarcı oluyor. Muhafazakar politik çizgisi itibariyle de İslami Bonapartizm ortaya çıkıyor. Kurumsal özerkliklere ihtiyaç olmadığının, ekonomi dahil her alanın tek elden kontrol edilebileceğinin ve dolayısıyla sistemin tek karar vericisinin Cumhurbaşkanı olduğunun iddiasıyla desteklenen bir kavram. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’na geçişiyle birlikte bir ‘İslami Bonapartist’ figür haline dönüştüğünü ileri sürüyorum.”
Erdoğan’ın Bonapartist rejimi neden ‘İslami’?
Prof. Dr. Açıkel, Cumhurbaşkanı Erdoğan için sadece “Bonapart” ifadesini kullanmaması itibariyle kendisine yönelttiğimiz “Peki neden Erdoğan’ın politik çizgisi İslami diyorsunuz?” sorumuzu da yanıtladı.
Türkiye’de İslam’ın din olarak varlık göstermesinden öte yeniden “ideoloji” olarak görülmeye başlandığını kaydeden Açıkel, “İslam’ın ideolojiye dönüşümüyle birlikte milliyetçilik yerine İslam kimliğiyle tanımlanmış bir milliyetçilik yaklaşımının yükselişine tanıklık ediyoruz,” dedi. Bunun ise “dış politika” ve “tarih algısı” başlıklarındaki gelişmelerle gözlenebildiğini açıklayan Açıkel, Türkiye’nin dış politikasıyla Cumhuriyet ve öncesindeki tarihe bakıştaki değişime işaret etti.
Your browser doesn’t support HTML5
Erdoğan ve Davutoğlu’nun izlediği dış politikayla Türkiye’ye Sünni İslam coğrafyası liderliği rolü biçildiğini anlatan Açıkel, Erdoğan’ın da şahsen bu coğrafyadaki lider ülke Türkiye’nin lideri olarak bütün coğrafya genelinde popüler bir figür olarak liderlik kurma çabasında olduğunu söyledi. Bu anlamda Türk dış politikasının İslami temellere oturtulduğunu kaydeden Açıkel, Birleşmiş Milletler’de daimi temsilcilik beklentisinden, uygarlıklar çatışmasına ilişkin yorumlarla Haçlı algısına denk düşecek ifadeler kullanılmasını bunun örnekleri olarak sıraladı.
Prof. Dr. Açıkel, son olarak AKP’ye yakınlığıyla tanınmış Yeni Akit Gazetesi Yazarı Abdurrahman Dilipak’ın açıklamalarını ve buna karşın Saray’dan hiçbir yalanlama yapılmamasını da örnek gösterdi.
Dilipak, Hilafet’in kaldırılmadığını iddia ederek, “Tayyip Erdoğan, başkanlık sistemine geçerse, kendisi bu anlamda bütün İslam beldelerinde, hilafete bağlı bölgelerde, muhtemelen kendisine müşavirler tayin edecek ve İslam Birliği'nin Beştepe'de temsilciliklerini açacak. Dünyanın neresinde Osmanlı Milletler Topluluğu çerçevesinde Müslüman bir topluluk varsa, onların temsilcilerini Beştepe'de toplayacak” demişti.
Erdoğan’ın “İslami Bonapart” oluşundaki ikinci ögeyi ise “tarih algısı” olarak belirten Açıkel, son olarak bunun örneğini 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda izlediklerini söyledi. Fransa’da da tarih algısında değişim gözlendiğini kaydeden Açıkel, Türkiye’deki değişim süreci ise şöyle aktardı: “Bu değişim tarihi yeniden yazma girişimi olarak çıkıyor. Cumhuriyet’in tarihe önemli katkıları önemsizleştiren, sembollerini karikatürleştiren, halkın kadim bir uygarlığa sahip olduğu vurgusuyla modernleşme ile Cumhuriyet’i geri plana atan bir yaklaşım olarak görüyoruz. Erdoğan ve Davutoğlu’nun Bonapartist bir stil ile Cumhuriyet tarihini yeniden yazmaya çalıştığını izliyoruz. İslami bir tonda Osmanlı’ya referans ile hatta Haçlı’ya karşı savaşmış Selahattin Eyyübi gibi referanslar ile tarihi yazımı söz konusu. Altın çağ vurgusu yapılıyor. Bazen Mehter Marşı’na, Anadolu ve Osmanlı mimarisine vurguyu beraberinde getiriyor. Son Cumhuriyet Bayramı’ndaki törenlerini İslami Bonapartizm’in ifadesi olarak görmek mümkün.”
Your browser doesn’t support HTML5
“Cumhuriyet’e koloni yönetimi” yaklaşımı
Türkiye’de artık “millet ve değerleri” ifadesiyle “AKP’ye oy vermiş çoğunluk ve kültürünün anlatıldığını belirten Prof. Dr. Açıkel, Erdoğan’ın da söylemiyle “Cumhuriyet’in halka yabancılaşmış bir tür koloni yönetimi” gibi anlatıldığını söyledi. Açıkel, Cumhuriyet’in getirdiği modernleşmeyi sanki halka yabancı bir kesim tarafından izlenmiş yönetim politikası gibi aktarıldığını dile getirdi.
AKP’nin yaklaşımının aksine Osmanlı’nın da modernleştiğini ve son 400 yıllık tarihe bakıldığında bu denli keskin bir biçimde Batı ve Doğu ayrımı yapılmadığını ifade eden Açıkel, “Osmanlı’nın modernleşmesini, Akdeniz ülkesi olarak Batı ile yakınlığı gibi tarihsel gerçekleri inkar edecek şekilde Erdoğan ve Davutoğlu’nun yeniden tarihi yazdığını görüyoruz,” diye konuştu.