Eşcinsel Mülteciler Ayrımcılıkla Mücadele Ediyor

Bugün Dünya Mülteciler Günü. Türkiye’de başta Suriyeli sığınmacılar olmak üzere birçok Ortadoğu ülkesinden gelen mülteciye karşı nefret söylemi ve ırkçı saldırılar devam ediyor. Mülteciler, seçim propagandalarında siyasetçilerin de hedefinde.

Çeşitli yayın organlarından ırkçı saldırıları gündeme getiren geçici koruma altındaki sığınmacılardan daha ağır bir baskı altında olan ve seslerini duyuramayan bir kesim de eşcinsel mülteciler.

Yaklaşık 700 bin Suriyeli’ye evsahipliği yapan Gaziantep’te yaşayan ve gerçek ismini paylaşmayan 30 yaşındaki Jobran, Ortadoğu’da mülteci olarak yaşamanın yanısıra eşcinsel bir mülteci olarak yaşamanın zorluğunu VOA Türkçe ’ye anlattı.

Your browser doesn’t support HTML5

Eşcinsel Mülteciler Ayrımcılıkla Mücadele Ediyor


Aktivist kişiliğinden ve cinsel yöneliminden dolayı Suriye’de rejim güçleri ve El Nusra örgütünce iki defa cezaevine konularak çok ağır işkencelere maruz kaldığını söyleyen Jobran, 2020 yılında ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı için Türkiye’ye sığındığını ancak ayrımcılığın burada da sürdüğünü dile getirdi.

“Mültecilerin sahip olduğu haklara bile sahip değilim’’

Suriye’de ‘devrim mücadelesi’ olarak adlandırdığı ve 2011 yılında başlayan olayların ‘dış müdahalelerle büyük bir savaş haline dönüştüğünü’ belirten Jobran, “Ben insan hakları savunucusu, toplumsal cinsiyet aktivisti ve eşcinsel olan Suriyeli bir sığınmacıyım. Buradaki mültecilere verilen haklar bende yok, çünkü ben Türkiye’de geçici koruma altında yaşıyorum. Yani burada hiçbir hakkım yok ve hareket düzeyim çok kısıtlı. Türkiye'de genel ve temel haklara sahip olmak için bile çok fazla hakkım yok’’ dedi.

“İki kez kaçırıldım ve ağır işkencelere maruz kaldım’’

Jobran, Suriye’deki savaşta önce babasını sonra kardeşini kaybettiğini belirterek, “Aslında Suriye’de savaşan tarafların ortak bir anlaşma noktaları yok. Aralarında anlaştıkları tek şey var o da insan hakları savunucuları olan LGBTiQ+ bireylerin haklarını kabul etmemek. Bu yüzden Suriye’de 2016 ve 2018’de olmak üzere beni iki kez kaçırdılar. Beni kaçıran gruplar tarafından her türlü faşist ve cinsel işkenceye maruz kaldım. Beni çıldırtacak derecede şiddetli işkenceyle beni öldürmeye niyetliydiler ama tamamı bunu kabul etmedi. Daha sonra beni hastaneye gönderdiler. Hastaneden çıktıktan sonra orada kalarak LGBTiQ+ hakları için mücadele etmeye devam ettim ancak 2020 yılında cinsel yönelimimden dolayı beni öldürmeye karar verdikleri için Suriye’den ayrıldım. Bu süreçte çok fazla güvenlik sorunu yaşadım, çok fazla travma geçirdim. Babam siyasi görüşünden dolayı Esad rejimi tarafından kaçırıldı. 10 gün boyunca onu darp ettiler ve öldü. Ailece yaşadığımız birçok kalıcı ve sistematik travmalar nedeniyle kardeşim intihar etti, daha sonra eşi de intihar etti. Ailemi kaybettim ve kaybetmeye de devam ediyorum’’ diye konuştu.

Yaşadıkları nedeniyle insan hakları ve kadın hakları konusunda bir aktivist olarak mücadele etmesi gerektiği görüşünün pekiştiğini söyleyen Jobran, ‘’LGBTQ hakları için mücadele etmek daha zordur. Ben Suriye’de eşcinsel olduğumu söylersem bunun ne anlama geldiğini biliyor musunuz? Bu, bugün- yarın öldürülmem anlamına geliyor. Aslında ben zaten toplum tarafından öldürüldüm. Bunların başında Suriye’deki çatışan partiler, İslami aşırılıkçı partiler geliyor’’ ifadelerini kullandı.

“Hem eşcinsel olup hem mülteci olmak çok zor’’

Suriye’de yaşadığı sorunların 2020 yılında sığındığı Türkiye’de de devam ettiğine dikkat çeken Jobran, “Buradaki doktorum, çevrem, hatta birlikte çalıştığım insanlar tarafından bile ayrımcılığa maruz kalıyorum. Bunların yanı sıra Suriye’deki akrabalarımla ve arkadaşlarımla da birçok ilişkimi kaybettiğim için hayatımdaki birçok ayrıcalığı da kaybediyorum. Bütün hayatımı bilmeseler bile bu dışlanma cinsel yönelimim ve insan hakları alanında yürüttüğüm feminist aktivizme dayanıyor. Türkiye’deki mülteciler şu anda çok sert bir ayrımcılıkla karşı karşıya kalıyorlar. Bir de kendinizi eşcinsel bir mülteci olarak hayal edin. Bu gerçekten çok zor bir durum. Hem mülteci olarak hem de eşcinsel olarak Türkiye’de ev sahibi toplum tarafından çifte ayrımcılığa maruz kalıyorsunuz. Hayatımdaki her detayı bu röportajda anlatmak çok zor, bu anlattıklarım sadece kısa bir özet. Şu anda psikolojik tedavi görüyorum. Kendimi sevmeye ve iyileştirmeye çalışıyorum. Tabi bunun yanı sıra elimden gelenin en iyisini yapmaya ve insan hakları için daha fazla mücadele etmeye çalışıyorum“ dedi.

“Asıl sorun irade ve nefret politikasıdır’’

Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği Hukuk ve Adalete Erişim Koordinatörü Avukat Umut Rojda Yıldırım, LGBT+ bireylere yönelik nefret politikasının 2015 yılı sonrası artarak devam ettiğini söyledi.

Avukat Umut Rojda Yıldırım

Yıldırım, “Aslında Türkiye, taraf olduğu anlaşmaları bir tarafa bırakırsak, LGBT+’ları koruyan herhangi bir anayasal hükme ya da bir kanuna sahip değil. Aslında anayasamızın 10’uncu maddesindeki eşitlik maddesinde ‘bir ve benzeri’ ifadesi yer alıyor. Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği burada geçmemesine rağmen anayasa mahkemesi kararlarında biz bunun geçtiğini biliyoruz. Ancak buna rağmen koruyucu herhangi bir mekanizmanın olmaması bunun üstüne kamu makamlarının LGBT haklarını korumaya dair herhangi bir politikasının olmaması sebebiyle LGBT+’lar özellikle 2015 yılından bu yana artan bu nefret politikasıyla beraber bir baskı altındalar. Mülteci ve göç alanı Türkiye’de artık başlı başına hak ihlalleriyle dolu bir alan. Bu durumu her gün ortaya çıkan mültecilere karşı aşırı yükselen nefret politikasından da görebiliyoruz. LGBT+ olmak mülteciye burada bir ayrıcalık sağlamıyor aksine uluslararası koruma ve sağlık hizmetlerine erişmesi daha da zorlaşıyor. Türkiye’deki yasa koyucular, kamu makamları en baştan en sona kadar isteseler şu an itibariyle LGBT+’lara karşı bütün ayrımcılıkları ortadan kaldırabilirler. Bunun önünde cezai ya da hukuki hiçbir engel yok, buradaki asıl sorun bir irade sorunu ve bir nefret politikasıdır“ dedi.

“Anayasal ilkeler kanun önünde herkesin eşit olduğunu savunur’’

Gaziantep Barosu Göç ve İltica Komisyonu Koordinatörü Avukat Cumali Şimşek de bir ülkede hem mülteci hem eşcinsel olmanın çok zor bir durum olduğuna dikkat çekti.

Avukat Cumali Şimşek

Şimşek, “Anayasanın eşitlik ilkesi ve ceza kanununun 122’in maddesinde düzenlenmiş ayrımcılık yasağı aslında insanların birbirleri arasında ayrımcılık yapamayacağına ve tüm insanların cinsiyet, ırk, dil ayrımı bulunmaksızın Anayasa ve kanunlar önünde eşit olduğuna hükmeden düzenlemeler içermektedir. Ancak şu an mevcut durumda mültecilerin durumuyla ilgili söylemler halk arasında da ırkçı söylemlere neden olabiliyor. Bunların sonucu olarak insanlar zor durumda kalabiliyorlar. Ancak söylemek gerekir ki anayasal ilkeler önünde, uluslararası düzenlemeler önünde kimse mülteci olduğu için dışlanamaz. Öte yandan hiç kimse eşcinsel olduğu için de kanunların dışında tutulmuş bir düzenlemeye maruz değildir. Herkesin kanun karşısındaki pozisyonları eşittir. Türkiye’de bana göre kanuni düzenlemelerde her ne kadar eşcinseller ayrı tutulmamış olsa da onlara özel düzenlemeler de yapılmış değil. Eşcinsellik Türkiye’de kabul edilmiş bir toplumsal gerçeklik değil, mültecilik de Türkiye’de ciddi anlamda kabul görmüş toplumsal bir gerçeklik değil. Bu kapsamda Türkiye’de bir kişinin hem mülteci hem eşcinsel olması onun açısından, sosyolojik açıdan veya toplumsal açıdan kendisini kabul ettirmesinin çok zor olduğunu düşünüyorum. Ama kanun önünde de herkesin eşit durumda olduğunu belirtmek gerekiyor’’ ifadelerini kullandı.