Lübnan Başbakanı Saad Hariri, İran ve Hizbullah’a sert suçlamalar yönelttiği bir açıklama yaparak istifa ettiğini duyurdu.
Bölgede ve uluslararası platformda geniş yankı bulan istifa açıklaması bazı soruları ve senaryoları da gündeme taşıdı. Bu çerçevede Hariri’nin istifasının gerçek nedenine dair tartışmalarda çoğunlukla açıklamanın Suudi Arabistan’dan yapılmış olması ilişkilendiriliyor.
Lübnan konusunda akademik çalışmalar yapan ve ülkeyi yakından takip eden Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Yasin Atlıoğlu, Hariri’nin istifasının iç ve dış nedenler göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.
Saad Hariri’nin açıklamasını ve ardından meydana gelebilecek gelişmeleri Amerika’nın Sesi’ne değerlendiren Atlıoğlu, “Saad Hariri’nin istifası konusunda genel kanı bu işin arkasında Suudi yönetiminin olduğu yönünde. Hariri ailesinin Lübnan siyasetine girişi ve iç savaşın sonundan beri iç siyasette pozisyonu çoğu zaman Suudilerle uyumlu. Bununla birlikte baba Refik Hariri Suudi desteğiyle Suriye arasında bir denge kurmaya çalışarak ülkeyi yönetirken 2005’ten sonra Saad Hariri açıkça Suriye/İran karşıtı (Batı yanlısı) cephenin önderliğini yaptı. Bu durum Saad Hariri’yi hem Suriye ve İran’ın hem de Hizbullah’ın düşmanı haline getirdi” dedi.
Saad Hariri’nin 2011 sonrası Suriye’deki ayaklanmayı kışkırtmak ve Lübnan’daki selefi grupları silahlandırmakla suçlandığını hatırlatan Atlıoğlu, Hizbullah’ın da Lübnan’daki batı ve körfez bloğuna yakın çevrelerden tepki aldığını söyledi.
Suriye‘deki ayaklanmanın Lübnan içindeki siyasi dengeleri doğrudan etkilediğine vurgu yapan Atlıoğlu, “Hizbullah’ın Suriye’deki iç savaşa doğrudan müdahil olması bir taraftan bölgesel etkinliğini arttırırken diğer taraftan Suudi Arabistan ve İsrail’in de Hizbullah konusundaki rahatsızlığını tırmandırdı. Ancak Lübnan’a sıçrayan selefi gruplarla mücadelede Hizbullah’ın Lübnan ordusu ile birlikte hareket etmeye başlaması ülke içi siyasi dengeleri de değiştirdi. Bu gelişmelerden doğrudan ve olumsuz etkilenen Hariri’nin Hizbullah’ı ve İran’ı suçlayarak çekilmesi normal karşılanabilir” dedi.
Bölgesel siyasi gelişmelerin yanı sıra Lübnan, giderek derinleşen ekonomik sorunlar da yaşıyor. Ülke içinde siyasi krizlerle birlikte iyice kronikleşen ekonomik sorunlar yolsuzluk gibi nedenlerle giderek ağırlaşırken bu durumdan çıkmak için henüz tarafların mutabık kaldığı bir yol haritası da belirlenmiş değil.
2016 yılı sonunda göreve gelen Saad Hariri başbakanlığındaki hükümetin ekonomik sorunlarla karşı karşıya kaldığını hatırlatan Atlıoğlu, “Saad Hariri istifa etmese bile onun başbakanlığındaki hükümetin böylesi bir finansal yapı ile ülkeyi idare etmesi güç görünüyordu. Hariri’nin İran ve Hizbullah’ı neden göstererek istifasıyla kendisi için bir siyasi çıkış yolu bulmuş olması muhtemel görünüyor. Bu bağlamda siyasi ve finansal olarak ayakta kalmak için Suudi desteğine ihtiyacı olan Saad Hariri’nin Suudi direktifi ile istifa kararını alması ise normal karşılanabilir” dedi.
Hariri’nin istifası Lübnan’da yeni bir siyasi krize ve yönetim boşluğuna neden olur mu? Atlıoğlu’na göre bu ihtimal olasılık dahilinde ve ‘8 Mart Hareketi’nin Hariri kadar güçlü bir Sünni aday çıkaramamasının mümkün olması Hariri’yi cesaretlendirmiş ve ona ülke içindeki diğer aktörlerle pazarlık gücünü arttıracağını düşündürmüş olabilir.’
Bu durumda, istifanın ardından Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Aon ve iç siyasi çevreleri “siyasi ve iktisadi krizlerle yüzleşen Lübnan’ı Hariri olmadan yönetip yönetemeyecekleri” sorunu bekliyor. Lübnan içinde konuşulan senaryolara göre, “yeni bir siyasi kriz girdabına düşmüş Lübnan’ın Suudi Arabistan-İran çekişmesine daha açık olduğu ve Hizbullah’a yönelik hamlelerin kolaylaşabileceği” de öne sürülüyor.
Mevcut siyasi krizin ülke içinde silahlı çatışmalara yol açma ihtimalinin düşük olduğunu savunan Atlıoğlu, “Lübnan halkı uzun süreli iç savaşların ülkeye getirdiği felaketin farkında. Ülkedeki siyasi liderlerin de 1970’lerde olduğu kadar radikal kişilikler olmadığı aşikar. Ayrıca bu liderler iç savaşın kendi kişisel çıkarları açısından da onarılması güç sıkıntılar çıkaracağını biliyor. Dolayısıyla gerilim ne kadar artarsa artsın iç savaş en son seçenek olacak, ülkedeki siyasi liderler, dış aktörlerin de yönlendirmesiyle, sorunu müzakere yoluyla çözmeye çalışacaktır” dedi.
İsrail’in Hizbullah’a yönelik saldırı ihtimalinin ise her zaman masada olduğunu hatırlatan Atlıoğlu şunları söyledi;
“İsrailli yetkililerin zamanın geldiğine inandıkları anda Lübnan’a yeni bir askeri saldırıda bulunmakta tereddüt etmeyecekleri aşikar. İsrail’in Lübnan’a yönelik geniş çaplı askeri saldırılarının genellikle yaz aylarına denk geldiği göz önünde bulundurularak yakın bir gelecekte İsrail’in Hizbullah’ı hedef alacak askeri saldırılarının Suriye’deki gibi kısa süreli hava saldırılarıyla sınırlı kalması daha yüksek bir olasılık. Tabii bunlar Rusya’nın bölgesel çıkarlarını zedelemeyecek ve göz yumacağı saldırılar olacaktır.”