"Kadına Şiddeti Önlemek Hepimizin Sorumluluğu"

Kadına ve trans bireylere yönelik şiddet Türkiye’nin kanayan yaralarından biri. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi kaygıları arttırırken, bu konuda farkındalık yaratmak isteyen yönetmen Timuçin İpekusta, “62-84 Anlaşılmadı Merkez” adlı filmiyle hem bu sözleşme sayesinde hayata geçirilen 6284 sayılı kanuna dikkat çekiyor, hem de şiddetin durdurulması çağrısı yapıyor.

Toplam 8 ödül alan, 9 kez ‘En İyi Kısa Film Adayı’ olan, 21 festivalin resmi seçkisinde yer alan “62-84 Anlaşılmadı Merkez”, trans bireylere yönelik nefret cinayetlerini kadına şiddet konusu içinde işliyor.

Türkiye’nin 20 Mart 2021’de resmi adı “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi büyük tartışmalara neden olmuştu. Sözleşme kapsamında kadın örgütlerinin büyük mücadeleleri sonucunda atılan en somut adımlardan biri 2012 yılında çıkarılan 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”du. Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınlar, çocuklar, aile bireyleri ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak önlemlere ilişkin kuralları düzenlemek. Timuçin İpekusta’nın yazıp yönettiği film de, bu yasanın Türkiye’de etkin uygulanmamasını eleştiriyor, kadın ve nefret cinayetlerine dikkat çekiyor.

Your browser doesn’t support HTML5

"Kadına Şiddeti Önlemek Hepimizin Sorumluluğu"

“Ülkemizin en büyük sorunlarından biri kadın cinayetleri. Bu maalesef her yıl artarak çoğalarak devam ediyor. Bu konuyla ilgili etkin soruşturma ve yargılama çok iyi yapılmıyor. 6284 sayılı kanun var, bu kanun hakkıyla etkin bir şekilde uygulanmış olsa mağdurları koruyucu ve suçluları caydırıcı önlemlere sahip fakat etkin bir şekilde uygulanmıyor. Bu kadın cinayetleri hele ki 2019 yılıydı sanıyorum, Emine Bulut cinayeti beni çok etkiledi. Özellikle o ‘anne ölme, lütfen ölme’ deyişi kızının, kendisinin ‘ölmek istemiyorum’ deyişi gerçekten tüm Türkiye'yi olduğu gibi beni de kahretti. Sanırım bu olay üzerine bu konu ile ilgili bir kısa film çekme belki, bu kadına şiddete karşı birşeyler yapmakla ilgili, ben de bir kısa film yapabilirim diye düşündüm. İlk senaryo öyle oluşmuştu. Tabii senaryomda yani filmimde sadece kadın cinayeti ve kadına şiddet konusunu ele almıyorum. Aynı zamanda nefret cinayetleri, ülkemizdeki mültecilerin yaşadığı insanlık dramları, bununla ilgili böyle bir senaryo fikri canlandı kafamda” diyen İpekusta, “Önlenebilir bir sorunu, yasaları etkin uygulamayarak, görevini ihmal ederek sekteye uğratan devlet kurumlarına sorumluluğunu hatırlatmak istedim” diyor.

"Herkes bu cinayetler durana kadar elinden geleni yapmalı"

“Filmimi vahşice katledilen ve koruyamadığımız tüm hayatlara ithaf ettim” diyen İpekusta, “Sadece resmi kurumlar değil, hepimiz sorumluyuz” diyerek, herkesin bu cinayetler durduruluncaya kadar elinden geleni yapmasını istiyor.

İpekusta filmin adını verirken 6284 sayılı kanundan esinlenmiş. Film, kanunun tam olarak uygulandığında, kadın ve nefret cinayetlerini önleme potansiyeline sahipken, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinden önce de anlaşılamamış ve uygulanmamış olmasından şikayetçi.

Bir türlü durdurulamayan kadın ve nefret cinayetlerinin oluşturduğu derin üzüntü ve duygularla bu senaryo fikrinin ortaya çıktığını söyleyen İpekusta, “Birçok alternatif son arasından seçtiğimiz finaldeki polis müdahalesinin amacı, devlete sorumluluğunu hatırlatmak” diyor.

“Filmimde başrol bir trans kadın, karakterimiz güçlü de bir trans kadın. Bu filmin başında bir kadına şiddet vakası yaşanmakta iken müdahale edendir trans kadın karakterimiz bununla ilgili biliyorsunuzdur, Türkiye'nin en çok tanınan trans aktristi ve aktivisti Seyhan Arman. Onunla görüştük. Kendisi de çok ilgilendi. Kabul etti oynamayı. O karaktere istediğimiz gibi birini bulmuş olduk’’ diyen İpekusta, kadın derneklerinin ve diğer sivil toplum kuruluşlarının bu konuda seslerini duyurmaya çalıştıkları halde sonuç alamadıklarına dikkat çekiyor ve “Bizim bu konuda bir farkındalık oluşturma hedefimiz var. İlk kez, kısa da olsa bu konu üzerine çekilmiş bir film bildiğim kadarıyla’’ diyor.

“Hikayenin diğer unsurları olan trans birey ve göçmenler de, üzerine düşünmediğimiz ama yaşanmakta olan benzer başka dramları hatırlatıyor, trans bireyler kanunlarda geçmediği için çözümsüzlük sürüyor” diyen Timuçin İpekusta, konu böylesine görmezden gelinen ya da gelinmek istenen bir konu olunca maddi destek bulmakta da oldukça zorlanmış.

Timuçin İpekusta bu durumu, “En büyük problem doğal olarak maddi problemler, bu bir kısa film bile olsa, gerçi çok mütevazı bir kısa film sayılmaz bizimki, bütçe problemleri vardı. Maddi kaynak bulmaya çalışıyorduk. Bununla ilgili pek çok yere başvurduk. Maalesef herhangi bir dönüş alamadık. Ve en sonunda kendi imkanlarımızla bunu yapmaya karar verdik. İlk yaşadığımız zorluk maddi sıkıntılar da diyebilirim. Onu da kendimiz banka kredisi yoluyla halletmeye çalıştık. Kısıtlı da bir takvim aralığımızı vardı. O da şu sebeple. Bununla ilgili teknik ekipman gerekiyor, kamera, ışık ve filmim genelde gесе geçiyor. Gece çekim yapmanın, dış çekim yapmanın ayrı zorlukları var. Bununla ilgili rica ile falan bir ekip ayarladım, yardımcı olacaklar bana fakat diyorlar ki şu gün ve sadece iki gün müsaitiz, boşuz, her şeyi o güne sıkıştırmak zorunda kaldık. Oyuncularımdan rica ettim, sağolsunlar yardımcı olmaya çalıştılar. İki gece sabaha kadar çekim yaparak filmi tamamladık, hatta sonuna doğru yağmur başladı. Arada yağmur yağınca çekimi durdurmak zorunda kaldık. Hava şartlarıyla mücadeleyle, sıkışık takvimle filmimizi tamamlamayı başardık. Bu arada tam da pandeminin başlama süreciydi. Çekimleri çok şükür pandemi başlamadan bitirmiş olduk” sözleriyle anlatıyor.

Sahneler bu tür hikayelerin sıkça yaşandığı semtlerde çekilmiş. Bu da filmin izleyenlerde bıraktığı etkiyi arttırırken, İpekusta’nın vermek istediği mesajların izleyiciye daha kolay ulaşmasını da sağlamış.

“Çekimler Taksim'de, Beyoğlu'nda, Dolapdere'de, Tarlabaşı'nda, böyle hikayede geçen yerlerde çekim yaptık, o konuda da oldukça ısrarcı oldum. Doğal olarak oralarda çekim yapmanın zorluğundan bahsederek arkadaşlar vazgeçirmeye, alternatif mekanlar bulmaya çalıştılar ama hayır dedim, bu işin gerçek dokusu arkada yaşayan bir şekilde buralardır, bu mekanlardır. Oralarda çekim yaptık, çok da yardımcı oldular. Hiç öyle bahsedildiği gibi zorluklar yaşamadık. Gönüllü figüran oldular yardımcı oldular” şeklinde konuşan İpekusta’nın filmi, dünya prömiyerini Amerika'da San Fransisco Transgender Film Festivali'nde yaparken, son olarak da Boston Türk Film Festivali'nden mansiyon ödülü almış.

Film çok sayıda festivalden ödülle döndü

Filmin daha önce de New York Sinema Ödülleri’nden aldığı mansiyon, Tokyo'da düzenlenen Top Indie Film Ödülleri'nden "En İyi Kısa Film" ve "En İyi Mesaj" ödülleri de öne çıkan başarılarından sadece bazıları. Filmin Türkiye’de aldığı ödüllerden bazılarıysa, Anadolu Uluslararası Film Festivali’nden En İyi Ulusal Kısa Film, Antakya Uluslararası Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü, Fotofilm Uluslararası Kısa Film Festivali’den En İyi İlk LGBT Kısa Film ödülleri. Film, Santa Fe Film Festivali, Connecticut LGBTQ Film Festivali başta olmak üzere pek çok festivalin sınırlı sayıdaki Resmi Seçki gösterim listesine de girdi. Ancak yönetmen İpekusta da, bu süreçte pandeminin azizliğine uğrayanlardan…

“Şimdi filminizi bin bir zorlukla yapmışsınız, özenerek bitirmişsiniz. Artık seyirciyle buluşmak istiyorsunuz. Buluşamıyorsunuz. O da biraz sıkıntılı bir durum oluyor. Allah'tan bir süre sonra böyle çözümler üretildi. Filmler internet üzerinden festival izleyicilerine açıldı. O şekilde seyirciyle buluştuk. Artık filmimizi festival izleyicileri dışında herkesin izleyebilmesi için internet üzerinden izleyebileceği şekilde platformlara ekleyeceğiz. Orada da seyircilerimizle buluşmaya devam edeceğiz. Özellikle bizimki gibi ticari bir iş yapmadıysanız festivaller olmazsa eğer seyirciyle buluşma imkanınız yok, festivaller bu yüzden çok değerli sanatçılar için ortada eleştirmenler ve izleyicilerle buluşup filmi birebir onlarla izleyip, neler yaptığını görmek, hatta gururlanmak. Bu bir sanatçıya motivasyon veriyor herşeyden önce, festivaller bu yüzden çok değerli. Biz de kıymetli buluyoruz” diye konuşan İpekusta, filmin özellikle Cannes Film Festivali’nde yer almasının ayrı bir gurur olduğunu dile getiriyor.

Yeni film projelerine Amerika’da devam eden yönetmen İpekusta, bundan sonraki sanat hayatını da Amerika’da sürdürmeyi planlıyor ve “Belgesel de yaptım daha önce, ödüllü belgesel filmim var. Belgeseller ile başlayıp sonraki uzun metraja doğru, böyle bağımsız tabii ticari değil. Belki benim filmin uzun versiyonunu yapacağım. Sonrasında da daha da geliştirip büyütmeyi düşünüyorum" diyor.

Yönetmen İpekusta, Türkiye’nin dünyanın önemli film platformlarından biri olabileceği ve bu şekilde Türk sinemasının çağ atlayabileceği ve çok daha iyi yerlere gelebileceği inancında.