Geçen ay 110 yaşında hayatını kaybeden Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın, kardeşi Prof. Dr. Turhan İtil ile kurduğu Hamide Zekeriya İtil (HZİ) Vakfı’nın 12 Eylül döneminde cezaevlerinde bulunan mahkumlar üzerinde deney yaptıklarına ilişkin iddialar yeniden gündemde.
Çığ’ın ölümünün ardından iddiaların yeniden gündeme taşınması üzerine, 12 Eylül döneminde işkencelerle anılan ve iki yıl önce boşaltılan Diyarbakır Cezaevi’nin müzeye dönüştürülmesini amacıyla kurulan Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi Hafıza Müzesi Girişimi harekete geçti.
Mahkumlar adına bir açıklama yapan Girişim Sözcüsü Rahime Kesici Karakaş, 12 Eylül döneminde pilot cezaevlerinin laboratuvar olarak kullanıldığını savunarak, tutukluların kobay olarak kullanıldığı deneyler, ilaçlı ilaçsız çeşitli işkence yöntemlerinin uygulandığını öne sürdü.
Pilot seçilen cezaevlerinden birinin Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi olduğunu ileri süren Kesici Karakaş, “Amerika’da yasaklanan bir CIA programının Türkiye’de hayata geçmesi için, dönemin MGK’nın (Milli Güvenlik Kurulu) rızası nasıl alınmıştır, MGK’ya sunumun mahiyeti nedir, kim ya da kimler aracı olmuştur? HZİ Vakfı ve MGK arasında nasıl bir sözleşme vardır? Diyarbakır Cezaevi’nde tutulan tüm tutuklulara ve bilhassa Kürt ulusunun her kesimine uygulanan programın ne gibi sonuçlar vermesi istenmiştir?” dedi.
Milli Güvenlik Kurulu, Adalet ve Savunma bakanlıklarına seslenen Kesici Karakaş, şunları söyledi:
“Türkiye’de başta Kürtler olmak üzere tüm kesimlere büyük mağduriyetler yaşatmış ve sebep olduğu sonuçlarla bugün de mücadele etmeye devam ettiğimiz kanlı bir darbe döneminin uygulamalarını bilmeye hakkımız var. 12 Eylül döneminde bizlere uygulanan uygulamalara karşın bizler halen buradayız ve işkencelere karşı aynı noktadayız. Bu yüzden de, araştırmacı gazetecileri, sivil toplum örgütlerini göreve ve başta Milli Güvenlik Kurulu olmak üzere, Milli Savunma ve Adalet Bakanlığı’nı konuyla ilgili bakanlık arşivlerinde bulunan belge ve bilgileri kamuoyuyla paylaşmaya davet ediyoruz.”
Kesici Karakaş bilgilerin paylaşılmaması halinde iddiaları yargıya taşıyacaklarını da sözlerine ekledi.
Mehmet Can Azbay: “Bize bilmediğimiz ilaçlar veriyorlardı”
Açıklamanın ardından VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan dönenim mahkumlarından Mehmet Can Azbay da deneylerde kullanıldığını düşünenlerden.
20 yıl cezaevinde kalan Azbay, 1980’li yıllarda kendisinin de aralarında bulunduğu bazı mahkumlara, bilmedikleri ilaçlar verildiğini söyledi.
Azbay, o dönem yaşadıklarını şöyle anlattı: “Açıkça ilaçların ne olduğunu bilmiyorduk. Aldığımız ilaçlar baş ağrısı ve vücutta uyuşukluk yaratıyordu. Uyku geliyordu. Sürekli kafayı kaldıramayacağımız durumdaydık. Bizde sağlıkçı bir arkadaş vardı. ‘Bu ilaçları almayın’ dedi. Bildiğimiz ilaçlar değildir. Biz sonradan az az almaya başladık. Revire zaman zaman gittiğimizde iğne yaptırılıyordu ama iğnenin ne olduğunu bilmiyoruz. Daha sonraki süreçlerde Erzurum Cezaevi’nde olsun, Metris'te olsun, Mamak'ta olsun bunların yaşandığını biz başka arkadaşlar da duyunca baktık ki, Türkiye'deki pilot bölgelerde bu ilaçlar kullanılmış.”
Azbay, hala devam eden rahatsızlıklarının olduğunu da sözlerine ekledi.
Paşa Akdoğan: “İddialara ilişkin belge ve bilgi topluyoruz”
12 Eylül döneminde cezaevinde kalan Paşa Akdoğan ise kendisine ilaç verilmediğini ancak arkadaşlarından ilaç verildiğine dair bilgiler aldığını söyledi.
VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Akdoğan, dönemin arşivlerinin açılmasını istedi.
Arşivlerin açılması için kampanya başlatacaklarını dile getiren Akdoğan, “Biz diyoruz ki o dönemin arşivlerini açın, bu arşivlerde sözü edilen vakıfla, Milli Güvenlik Kurulu arasında nasıl bir anlaşma olmuş? Ne gibi ilaçlar gelmiş? Ne gibi testler yapılmış? Bunun için bir kampanya başlatacağız. CİMER'e yazılar yazacağız. Adalet Bakanı'na yazılar yazacağız. Grubumuzda birçok arkadaşımız var. Üzerlerinde bir sürü testler de yapılmış. Biz bu verileri şu anda topluyoruz. Kendi arkadaşlarımız bize belge olarak gönderiyorlar. Biz bu belgeleri CİMER üzerinden Adalet Bakanı ve Milli Savunma Bakanı'na göndereceğiz” diye konuştu.
Av. Dağtekin: “Bu, insanlığa karşı bir suçtur, insanlığa karşı suçlarda zaman aşımı yoktur”
12 Eylül döneminde bir süre cezaevinde yatan, serbest kaldıktan sonra avukat olan Hasan Dağtekin, VOA Türkçe’ye yaptığı açıklamada, iddiaların ‘insanlık suçu’ kapsamında değerlendirilerek soruşturma açılabileceğini savundu.
Savcıların resen soruşturma açması gerektiğini dile getiren Dağtekin, “Bu açıklamamızla birlikte savcılar resen de bu konuyu araştırabilir, soruşturabilirler. İnsanlara karşı işlenmiş bu suçun 12 Eylül döneminde neler olup bittiğinin ortaya serilmesi için en azından bir soruşturma başlatmaları gerekir. Adalet Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı'nın bu konuya ilişkin arşivlerini açarak belgelerini kamuoyuyla paylaşması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun yanısıra biz CİMER üzerinden her iki bakanlığa başvuruda da bulunacağız. Neticede bunlar açıklanınca hiçbir şey olmadı; biz yine de savcılıklara insanlığa karşı suçlar olarak addettiğimiz ve zaman aşımında işlemediği için soruşturulması yapılmak üzere başvuruda bulunacağız” şeklinde konuştu.
Muazzez İlmiye Çığ’ın kızı Esin Çığ: “İddialar iftira, annemi öne sürerek cumhuriyete saldırma bahanesi"
VOA Türkçe’nin ulaştığı Muazzez İlmiye Çığ’ın kızı Esin Çığ ise, vakıf ve annesi hakkındaki iddiaları iftira olarak niteledi. İddiaların annesinin ölümünden sonra tekrar gündeme getirilmesine tepki gösteren Çığ, "'Bu tamamen annemi öne sürerek cumhuriyete saldırma bahanesidir” dedi.
İddialar nasıl ortaya çıktı?
Kamuoyunda HZİ Vakfı olarak bilinen ve resmi adı, Çığ’ın anne ve babasının isimlerinden oluşan, Hamide Zekeriya İtil Nöropsikiyatri Vakfı 1970’lerde kuruldu.
Çığ’ın da bir süre başkanlığını yaptığı vakfa ilişkin iddialara aslında yeni değil.
1985 yılında Nokta Dergisi iddialara ilişkin geniş kapsamlı bir yazı yayınladı. Çığ’ın vakıf üyesi kardeşi Prof. Dr. Turan İtil’in “ABD’de kullanımı yasak olan ilaçları Türkiye’de mahkumlar üzerinde denediği" iddia ediliyordu.
Turan İtil’in özellikle 12 Eylül döneminde siyasi mahkumlar üzerinde yürüttüğü çalışmalarda, “insanlardaki komünist eğilimlerin tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu” ispatlamaya çalıştığı belirtiliyor.
Yapılan deneyler Nazi Almanyası’ndaki etik dışı tıbbi deneylere benzetiliyordu. Deneylerin sonuçları kamuoyuyla paylaşılamasa da basında yer almaya devam ediyordu.
2011 yılında dönemin Radikal gazetesi kobay olarak kullanıldığını söyleyen bazı mahkumların ifadelerine yer verdi. İddiaya göre bazı tutuklular üzerinde yapılan nörolojik deneylerin sonuçları hiçbir zaman kamuoyuna açıklanmadı. Ancak sonradan ortaya çıkan bilgiler, araştırmanın 1983’te İstanbul’daki bir seminerde özel davetlilerle paylaşıldığını ortaya çıkardı.
HZİ Vakfı’nın İstanbul’daki merkezi 1990’da Dev-Sol tarafından “işkence üssü” olduğu öne sürülerek bombalandı. Prof. İtil, bombalamanın ardından ABD’ye gitti.
İddialar, Çığ’ın ölümüyle bir kez daha gündeme geldi.