Almanya ve diğer Kuzey Avrupa ülkelerine geçişlerine izin verilmesi umudu taşıyan Suriyeli ve Iraklı mülteciler Yunanistan’ın kuzeyinde tren yolu kenarlarında uyuyor. 73 yıl önce bu raylar çok daha farklı yolcuları Nazi ölüm kamplarına taşıyordu.
Bu dönemde SS subayları tarafından ölüm trenlerine yüklenen Yahudiler 3’üncü Reich gaz odalarında bitecek bir yolculuğa buradan başlıyordu. Savaşta Selanik’in Yahudi nüfusunun yüzde 98’i öldürüldü.
Bu dönemde Nazi rejiminden kaçan Avrupalılar, Orta Avrupa ve Balkanlar’dan ters yöne gitmeye çalışıyordu. Bazıları güneydoğuya, Türkiye’ye yönelmişti. Türkiye bugün de Esat rejiminden, IŞİD’den ya da El Nusra’dan kaçan mülteciler için geçiş noktası.
Süregelen mülteci krizi tarihsel ironiler ve adaletsizliklerle dolu. Avrupa ve Ortadoğu’da karmaşaya yol açan durum Avrupalılar’ın çoktan aştıklarını düşündükleri sorunları tekrar gündeme getirirken, ülke liderlerinde de panik yarattı.
Avrupa ve Ortadoğu kavşağında bulunan Yunanistan ve komşusu olan Balkan ülkeleri sınırlarına dikenli tel çekiyor ve asker konuşlandırıyor. Amaç mülteci akışını durdurmak. Bu ülkeler tarihsel olarak ne savaştan kaçan mültecilere ne de zorla evinden edilen insanlara yabancı.
Taşlar yerlerinden oynuyor
Bu büyük göç hareketleri ülkeleri temellerinden oynatırken, siyasette de bir değişim dönemine işaret ediyor.
Avrupa kıtası siyasi fay hatları üzerine kurulmuş izlenimi veriyor. Her harekette yüz binlerce, bazen de milyonlarca insanın hayatı parçalanıyor. Zengin ve de yoksul herkes kontrolları dışındaki hareketlerin sonuçlarıyla yaşamak zorunda kalıyor.19’uncu yüzyıldan 20’inci yüzyılın sonuna kadar tahmini olarak 10 milyon Türk, Arnavut, Boşnak, Çerkez, Tatar ve Pomak, Osmanlı’nın kalbi olan Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı.
Bunların önemli bir kısmı 1912-1913 Balkan Savaşları’nda ve Birinci Dünya Savaşı’nda evlerini kaybeden insanlardı. Osmanlılar topraklarının küçüldüğü ve kontrollarındaki devletlerin bağımsızlık ilan ettiği bir dönemi yaşıyordu.
Kurtuluş Savaşı bu rakamlara yenilerini ekledi. Bugün birçok Suriyeli ve Iraklı mültecinin Batı’ya yolculuklarına başladıkları İzmir, 1915 yılında Yunanlılar tarafından işgal edildi. Savaş sonrasındaki nüfus mübadelesiyle Anadolu’nun Ortodoks nüfusu Yunanistan’a, Yunanistan’ın Müslüman nüfusu ise Türkiye’ye yerleştirildi.
Bugün Suriye ve Iraklılar’ın güvenliğe ulaşmak için kullandığı Ege Denizi, o günlerde de benzer görüntülere sahne olmuştu.
Mübadelede 2 milyon insan evlerini terk etmek zorunda kalmıştı.
Dostlar düşmana dönüşünce
İdomeni mülteci kampında sıkça kulağa gelen soru “Suriye’ye geri dönemez miyiz?” sorusu. Ailelerine bu soruyu soran çocukların yüzlerindeki şaşkınlık ve belki de durumu kavrayamamalarından kaynaklanan cesur ifadelerin benzerlerini mübadeleden kalan siyah beyaz fotoğraflarda Türk ve Yunan çocuklarının yüzlerinde de görmek mümkün.
2012’de BBC’nin yaptığı bir belgeselde yer alan Despoina Christopulou, ileri yaşına rağmen o dönemi şu sözlerle anlatmıştı: “Annem yalnızca birkaç yedek giysi aldı çünkü geri döneceğimizi düşünüyordu. Sonra gemi geldi ve bizi alıp götürdü.”
Belgesel, Yunanlılar’ın Anadolu’yu işgalinin iki taraf için de ne kadar yıkıcı olduğunu konu alıyordu.
Belgeselde, savaş öncesi yaşamdan bahseden Christopulou, “Bir Rum evinin yanında bir Türk evi olurdu, herkes beraber gayet iyi yaşardı. Beraber yer beraber içerlerdi. Birbirlerini ziyaret ederlerdi” diyor.
Savaş bunu sonlandırdı. Yunan ordusu çekilirken, kendi köylerindeki yıkımı gören Türkler intikam için bilenmişti. Christopulou televizyonda, babasının kayboluşundan daha dünmüş gibi ağlayarak bahsediyordu.
Bugün Sünni Müslümanlar, Kürtler, Ezidiler ve Hristiyanlar, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyanın en büyük toplu insan hareketi çerçevesinde Ortadoğu’yu terk ediyor. Bu insanların anlattıkları, yaşadıkları duygusal zorluklar ve baş ettikleri zorluklar tüm teknolojik farklılığa rağmen son derece tanıdık.
19 yaşındaki Ezidi Şermini, ailesi ve erkek kardeşiyle beraber Irak’daki Dohuk kasabasını Şubat ayında terk etmiş. Şermin, önceleri evlerini terk etmediklerini, çünkü savaşın biteceğini düşündüklerini, sonradan savaşın asla bitmeyeceğini anladıklarını söylüyor.
Şermini ve ailesi, Sünni komşularından korkmaya başlayınca evlerini terk etmiş. Bir zamanlar dostları olan bu insanların IŞİD gelince birdenbire kendilerinin de IŞİD’e dönüşebileceğini düşünmüşler.
Yeni bir hayat kurmak
Şermini ve ailesinin evini terk ettiği günlerde Bağdatlı bir Sünni olan eski Kültür Bakanlığı direktörü Vahit Elnaime de evini terk etmiş. Büyük kızı kaçırıldıktan sonra polis tarafından bulunmuş. Kendine yönelik suikast girişiminde arabası bombayla patlatılmış.
Elnaime, “İran kontrolundaki yeni Irak’ta Sünni Müslümanlar’a yer yok” diyor.
Idomeni’de eşi, iki yetişkin kızı ve 10 yaşındaki oğlu ile iki hafta kalan Elnaime, Avrupa’da bir yere yerleştirilme hakkını kazanmış. Ancak istedikleri ülkeyi belirlemelerine izin verilmiyor.
Eski bakanlık direktörü hüzünlü bir biçimde “Her şeyi geride bıraktık” diyor.
Birçok mülteci gibi Elnaime de nostaljiyle boğuşuyor ve kimliğini sorguluyor. Telefonundaki, ünlü sanatçılarla fotoğraflarına göz atan Elnaime “İşimi, mesleğimi çok seviyordum” diyor.
Elnaime, Avrupa’da kendini tekrar yaratmak zorunda kalacak. Bu şansa sahip olabilir. Ancak birçok diğer mültecinin başvurusu reddedilebilir. İnsanlar zorla gönderilmeye başladı. Geçen hafta Makedonya sınır güvenliği Afganlar’ı Atina’ya giden bir otobüse doldurdu. İnsani yardım çalışanları bu kişilerin Balkanlar’da ilerlemesine izin çıkmadığını bildirdi.
NATO gemileri Ege’de, Türk sahil güvenlik botlarının, deniz yolculuğuna uygun olmayan ufak tekneleri geri çevirmesine yardımcı oluyor. Avrupalı liderler bunun mültecilerin boğulmasını engelleme amacı taşıdığını söylese de mülteciler bunu giriş yasağı olarak algılıyor.
Tarihin tekrarını engelleme bazen son derece zor olabiliyor.