“Okullar Eylül’de Açılmazsa Kayıplar Telafi Edilemez”

Türkiye’de Corona virüsü salgını nedeniyle yüz yüze eğitim 16 Mart’tan bu yana kesintiye uğradı. Milli Eğitim Bakanlığı, ilkokul, ortaokul ve liselerde 18 milyon öğrencinin eğitim sürecinin aksamaması için TRT kanalları ve internette Eğitim Bilişim Ağı (EBA) üzerinden uzaktan eğitimi devreye aldı. Yaz tatilinin ardından 31 Ağustos’ta tüm kademelerde okulların yeniden kapılarını açacağı duyurulmasına karşın salgında vaka sayılarının artması nedeniyle bu tarih de ertelendi. 21 Eylül’e dek yüz yüze eğitim yerini yeniden uzaktan eğitime bıraktı.

Türk Eğitim Derneği’nin (TED) düşünce kuruluşu TEDMEM, “Kovid-19 Sürecinde Eğitim: Uzaktan Öğrenme, Sorunlar ve Çözüm Önerileri" başlığıyla yayımladığı raporunda, okulların kapalı kaldığı süre uzadıkça öğrenme eksiklerini kapatmanın güçleştiğine dikkat çekti. Raporda Eylül ayında okulların açılamaması halinde öğrenme kaybının ve eksiğinin telafi edilmesinin, eğitim sisteminin yönetim ve öğretim kapasitesini aşacak boyutlara varacağı vurgulandı. Okulların kontrollu ve güvenli bir şekilde kapılarını açması gerektiği belirtilirken, “bireylerin sağlığını ve yaşamlarını korumak” ile “bireylerin geleceğini korumak” arasında hassas denge olduğunun da altı çizildi.

Raporun yazarlarından TEDMEM Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Koordinatörü Dr. Sabiha Sunar, VOA Türkçe’ye yaptığı açıklamada, çocukların yüz yüze eğitimden mahrum kaldıkları sürenin giderek uzamasının akademik kayıpların yanı sıra sosyal, duygusal ve davranışsal kayıplara da yol açabileceğini belirtti. Okullardan uzak kalan çocukların gelecek yaşamlarında ekonomik kayıplar bile yaşayabileceğini söyleyen Sunar, “Dünya Bankası, okulların farklı kapalı kalma senaryoları üzerinden bir hesaplama yaptı. Bu dönemdeki çocuklar okula gidemedikleri süre boyunca ilerideki çalışma hayatlarında her yıl yaklaşık 355 dolarla bin 408 dolar arasında bir gelir kaybı yaşayacaklar” dedi.

“Uzaktan eğitime erişim kısıtlı”

Türkiye’de yüz yüze eğitime erişimin uzaktan eğitimden daha yaygın olduğunu söyleyen Sunar, “Bakanlığın verilerine göre EBA’ya giriş yapan öğrencilerin oranı yüzde 40. Elbette bu 7 milyon öğrencinin uzaktan eğitime giriş yapması bir başarı olarak addedilebilir ama öğrencilerin çoğunluğu EBA’ya internet üzerinden giriş bile yapmamış. Uzaktan eğitime erişimi en az gruplar olan düşük gelirli ailelere mensup öğrenciler, göçmenler ve engelli öğrencilerin temel gelişim ihtiyaçlarını karşılamak için de okuldaki destek mekanizmalarına çok gereksinimleri var. Öğrenme kaybının yanında sosyal adaletsizlik açısından da bir uçuruma katkı sağlanmış oluyor” dedi.

“Birinci sınıf öğrencileri okuma yazma öğrenemedi”

Sunar, ilkokul öğrencilerinin de ekran başında kalma süresi ve ekrandan öğrenme motivasyonunun sınırlı olması gibi nedenlerle uzaktan eğitimde en fazla dezavantaja uğrayan gruplardan olduğunu söyledi. Söz konusu raporda da geçen yıl birinci sınıfta olan ve uzaktan eğitime geçildiği için okuma yazma eğitimleri yaz tatili de dahil 6 ay boyunca yarıda kalan öğrenciler ve ilkokul birinci sınıfa bu sene başlayacak öğrenciler için yüz yüze eğitimin öncelikli olduğuna yer verildi. Raporda, “Okulların kapalı kalması seçeneği özellikle dezavantajlı öğrenciler, ilkokul öğrencileri (özellikle birinci sınıf ve ikinci sınıftaki öğrenciler), engelli öğrencilerin önemli bir kısmı, internet erişimi olmayan veya sınırlı olan öğrenciler ve yüz yüze beceri eğitimi gerektiren alanlar için eğitim öğretimin tatil ilan edilmesi ile eş anlamlı olacaktır” ifadeleri kullanıldı.

Sunar, yaz tatili boyunca da çocukların ‘yaz unutması’ riskiyle karşı karşıya kaldığını söyledi: “ABD’de gerçekleştirilen bir çalışmaya göre, yıl boyunca edinilen kazanımlar yaz tatilinde kaybedilebiliyor. Yaş arttıkça bu kayıp da artıyor. Bu süre uzaktan eğitimle yaklaşık 2,5 ay daha uzadı. Okulların kapalı kaldığı süre arttıkça, kayıpların telafisi sistemin yönetim ve öğretim kapasitesini aşacak boyutlara doğru ilerliyor.”

“Okullar kontrollü olarak açılmalı”

Okulların açılmasıyla ilgili karar verilirken toptancı yaklaşımın terk edilmesi gerektiğini sözlerine ekleyen Sunar, “Sürecin öğrenciler açısından daha avantajlı duruma getirilmesi için şartların uygun olduğu yerlerde, öncelikli gruplar belirlenerek yüz yüze eğitime başlanmasını öneriyoruz. Böyle yapmadığımız sürece telafi için şansımız her geçen gün daha da azalıyor. Eğer şu anda okulları kontrollü bir şekilde açabilirsek böylece telafi için enerjimizi yüz yüze eğitim veremediğimiz gruplara yoğunlaştırabiliriz. Sistemin üzerindeki yükü kademeli olarak almamız lazım. Vaka sayısının çok düşük olduğu, hatta hiç pozitif vakanın olmadığı köyler için ayrı büyükşehirler için ayrı finansman kaynakları, farklı tedbirleri konuşmalıyız. Farklı eylem planları ortaya koymazsak sistemin üzerine çok ciddi bir yük binecek” dedi.

Farklı kademeler için karma öğretim modelinin uygulanması ve öncelik gruplarının belirlenmesi gerektiğine dikkat çekilen raporda, lise ve üniversiteye giriş sınavlarına hazırlanan 8. ve 12. sınıf öğrencileri ile mesleki ve teknik eğitim alan öğrencilerin yüz yüze eğitime gereksinim duyduğu da hatırlatıldı.

Raporda okulların kontrollu olarak açılmasına yönelik sunulan seçenekler ise şöyle:

  • Vaka sayısının çok düşük olduğu veya pozitif vaka olmayan yerleşim yerlerinde okulların tam zamanlı açılması,
  • Okulda öğrenci yoğunluğunun ve şube başına düşen öğrenci sayısının görece az olduğu okulların tam zamanlı açılması,
  • Okulların haftada altı iş günü açık olması, öğrencilerin iki gruba bölünerek dönüşümlü olarak okula üçer gün gelmeleri,
  • Öğrencilerin okula gelmediği günlerde uzaktan öğrenme araçları ile öğretime devam etmeleri,
  • Yüz yüze öğretim süresinin ilkokul öğrencileri için mümkün olduğunca arttırılması, uygulamaların eğitim kademeleri itibariyle farklılaştırılması,
  • Salgın devam ettiği sürece temel becerilere odaklanılması, öğrenme kayıpları ve eksiklerini asgari düzeye indirebilmek için haftalık ders çizelgelerinde yer alan derslerin tamamını kapsamak yerine bir kısmının yüz yüze eğitim yoluyla verilmesi,
  • Derslerin sayısında ve haftalık sürelerinde yüz yüze eğitim imkanları ve uzaktan öğrenmede kısıtlılıklar dikkate alınarak değişiklik yapılması.

MEB’in gündemi de ‘seyreltilmiş model’

Okulların 21 Eylül’de açılmasıyla ilgili Milli Eğitim Bakanlığı’nın gündeminde de ‘’seyreltilmiş model’ var. Okulları bu tarihte açma çabasında olduklarını söyleyen Bakan Ziya Selçuk, “Burada ilkesel olarak çocuklarımızın mesafelerine uygun bir şekilde ve öğretmenlerimizin herhangi bir şekilde sıkıntı yaşamayacağı şekilde, müfredatın öğretim programları içeriğinin öngörülen zaman dilimlerine sığacağı şekilde bir seyreltmeden söz ediyoruz. Yani mekansal ve müfredat olarak bir seyreltmeden söz ediyoruz. Burada çocuklarımız açısından da bir seyreltme söz konusu. Bunun oranı, miktarı, zamanlaması nasıl olacak, bütün bunlarla ilgili durumu zaman gösterecek” diye konuştu.

Selçuk, okulların öncelikle hangi kademelerde açılıp açılmayacağına ilişkin bir soru üzerine ise “Bize 'şu kademelerde riskin olmadığı söz konusudur' denildiğinde biz o kademelerde açarız” şeklinde yanıt verdi.

“Sosyal beceriler sadece doğru yaşta ve okuldan kazanılır”

Okuldan mahrum kalmanın raporda da yer verilen sonuçlarından biri de çocukların sosyal ortamlarından koparak hareket kısıtlılığına girmesi ve sosyal izolasyona bağlı olarak sağlık sorunları yaşaması. Türkiye Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Eyüp Sabri Ercan, “Birçok akademik bilgi başka yerlerden telafi edilebilir ama sosyal beceriler yalnızca doğru yaşta ve okuldan elde edilebilir” dedi. VOA Türkçe’ye konuşan Ercan, “Ebeveynler olarak ne kadar uğraşırsak uğraşalım ne kadar uygun bir ev ortamında olursak olalım bunu telafi edemeyiz. Bir çocuk akranlarıyla birlikte büyür, akranlarıyla birlikte öğrenir, bu sosyal beceriler de ancak belli bir yaşta kazanılır. Bunların kazanımında belli bir boşluk verildiği zaman tekrardan telafisi imkansızdır” diye konuştu.

Ercan da okulların açılmasına toptancı yaklaşılmaması gerektiği görüşünde: “Okulu tamamen başlatalım’ veya ‘evde birkaç yıl bekleyelim, iyice rahatlasın’ demek çok zor seçenekler. Bunun ortasında bir çözüm bulmak gerekiyor. Eğer okulların şartları müsaade ederse çocukların dönüşümlü olarak yüz yüze eğitime başlaması uygun olacaktır.”

Peki tüm tedbirler alınıp okullar açılırsa çocukların bu kurallara uyması nasıl sağlanacak?

Özellikle ilkokul kademesindeki çocukların tedbirlere çok sıkı uyduğunu söyleyen Ercan, “Anne babalar işi sulandırıp kurallara uymuyor ancak özellikle ergenlik dönemi öncesi yani ilkokul çocuklarının kurallara uyması fevkalade düzeyde. Maskeler takılıyor, diğer çocuklarla mesafe koyuyorlar. Hatta bunu bozan bazen anne babalar olabiliyor. Çocuklar süreci çok iyi kavramış durumda. Sigaranın zararları hakkında nasıl ki anne babalar bilinçsiz iken en bilinçli kesim yine çocuklarsa şu anda da kurallara uyma konusunda ebeveynlerinden çok ilerideler” dedi.

“Çocuklar birbiriyle görüştürülmeli”

Çocukların okuldaki sosyal çevrelerinden koparak yalnızlaşmasının kaygı ve depresyona yol açabileceğini sözlerine ekleyen Ercan, “Okullar kapalıyken de bu kurallara uyabilen çocukların birbiriyle görüşmesinde fayda var. Yaz günleri bitmeden birlikte açık havada vakit geçirebilirler. Akran ilişkilerinin yaşamımızda çok önemli bir yeri var. Kişi bir kere akran ilişkisi olmadan, tek başına bir yaşam sürecine girerse onu ileriki yıllarda tekrardan sosyal hayata döndürmek güç olabilir” diye konuştu.

Çocukların hareket kısıtlılığına girerek şişmanlama tehlikesiyle de karşı karşıya olduğunu söyleyen Ercan, “Bütün çocuklarımız gürbüzleşti bu dönemde. Mecburen evde oturdukları ve sıkıntıdan yedikleri için. Aileler birlikte egzersizler yaparsa bu kilo almayı da önleyerek ailede bir psikolojik dayanışma yaratır” dedi.

Okulların kapalı kaldığı süreçte ailelere bolca sorumluluk düştüğünü söyleyen Ercan, şu tavsiyelerde bulundu: “Okul yaşantısının, servis hayatının, öğlen arasının, çocukların birlikte okul bahçesinde geçirdiği zamanın telafisi söz konusu olamaz. Bunun eksikliğini en aza indirmek için ailenin işin içine girmesi lazım. Anne babanın çocukla daha aktif iletişimde olması gerekiyor. Ebeveynler olarak takıntılı olabiliriz, çok aşırı titiz ya da rahat bir zihniyette olabiliriz ancak bu dönemde sadece kendimiz için değil çocuklarımız için de yaşadığımızı bilelim. Bu dönem bize en fazla ihtiyaç duydukları dönem. Bizim aşırı kaygı tepkileri göstermemiz, durumu aşırı felaket olarak yansıtmamız ya da fazla normalleştirmemizin çocuklarımıza etkisi olabileceğini düşünerek, kendimize çekidüzen vermemiz gerekiyor.”