Sebastien de Courtois: 'Türkiye’yi Anlamak İçin Önce Kalbinizle Sevmeniz Şart'

Sebastien de Courtois

Sebastien de Courtois, Fransız gazeteci, yazar, tarihçi ve bir Türkiye hayranı. Türkiye ile ilk tanışması 27 yaşında olmuş. İlk gördüğü an aşık olduğunu söylediği ülkeden bir türlü kopamamış. Şimdi Fransız Kültür Merkezi’nin yöneticisi olarak Ankara’ya gitti. Ama Sebastien de Courtois Türkiye’yi önce Anadolu’dan tanımış, sonra İstanbul’a tutulmuş. Türkiye üzerine çok sayıda kitap yazdı. Son kitabı “Lettres de Bosphore/Boğazdan Mektuplar” bu yıl, Comite France-Turquie tarfından, Fransa ve Türkiye arasında yazılan en iyi kitap seçildi.

Türkiye’yi aklından önce kalbiyle sevdiğini, Türkiye’yi anlamak isteyen birinin de önce kalbiyle sevmesinin şart olduğunu söylüyor. “Türkiye zorluklardan geçiyor. Ama bu zorluklardan çıkacak inanıyorum” diyerek hepimizden daha iyimser bakıyor. Türkiye analizleri son derece keskin. Amerika'nın Sesi'nden Arzu Çakır Sebastien de Courtois'la Ankara’daki görevine başlamadan önce Paris’te görüştü:

VOA: “Türkiye'ye ilk adımı ne zaman attınız?”

Sebastien de Courtois: “Atlas'a bakıp gezmeyi hayal eden bir çocuktum. Kafkasya ve Asya ile Avrupa arasındaki bu topraklar beni her zaman hayran bıraktı. Henüz 27 yaşımı geçmiştim, 15 yıl kadar önce. Bir arkadaşımla Van Gölü'nü görmek istedim. Ben Türkiye'yi önce doğusundan tanıdım. Yani önce Anadolu yaşamını, farklı kültür ve diliyle önce Anadolu insanını tanıdım. 2000 yılının başında Van Gölü ile başladık. Diyarbakır ve Mardin'e gittik. Midyat'ta Süryani Manastırı'nı gördüm ve hayran kaldım. Bu gezi bana entellektüel ve kültürel bir yıldırım aşkı gibi geldi. İstanbul'a gelince, daha İstanbul'daki ilk adımlarımda, Sultanahmet'te, Gülhane Parkı'nda kendimi evimde hissettim. Özel bir alanda, kendini iyi hissetme hali yani. Boğaz ise beni her zaman duygulandırdı.”

VOA: “Sizce Anadolu mu, İstanbul mu?”

S. de Courtois: “Kesinlikle aynı ülke, aynı kültür. Elbette ‘Edirne'de yaşadığımız gibi Kars'ta yaşıyoruz’ diyemeyiz. Türkiye büyük bir ülke, tarihi bakımından ama aynı zamanda yüzölçümü bakımından da... İşte bu zenginlik Türkiye'yi güçlü kılıyor. Türkiye ile Fransa arasında ortak bir nokta var. Her iki halk da kendinden şikayetçi. Bir yabancı gördüğümüzde ilk sorduğumuz soru ‘Bizim hakkımızda ne düşünüyorsunuz?’ Her iki halk için de söylüyorum. Başkalarının ne düşündüğünün hiç önemi yok. Siz kimseniz, osunuz. Ve Türk halkı, Türkiye’yle, bu coğrafyayla bu potansiyel zenginlikle gurur duymalı. Kendine güvenmeli, Türkiye çok kolay bir şekilde tarım, balıkçılık ve istihdam açısından dünyanın ilk 10 ülkesi arasına girebilir.”

VOA: “Ne zamandır Türkiye'de yaşıyorsunuz?”

S. de Courtois: “2009'da İstanbul'a yerleştim. Son bir kaç aydır Paris'teydim. Bir yıldır, bir Türk ile evliyim. Şimdi yeniden Ankara'ya gidiyorum. Fransız Kültür'ü yöneteceğim. Fransız Kültürü ile Türk kültürü arasında bağlar kurmak amacıyla gidiyorum.”

“Mevlana, Hacı Bektaş ve Yunus Emre”

VOA: “Türk kültürünü takip ediyor musunuz?”

S. de Courtois: “Türk edebiyatını çeviriden okuyorum. Orhan Pamuk, Hakan Günday, Oya Baydar, ... Türk sinemasıyla ilgileniyorum, özellikle Nuri Bilge Ceylan. Cemal Reşit Rey konser salonunun müdavimiyim. Konserleri takip ettim. Tam anlamasam da Türk tiyatrosunu izledim. Sufi müziğini keşfettim. Fatih, Sultanahmet'te ney konserlerini izledim. Kudsi Ergüner'i takip ettim. Mevlana, Yunus Emre ve Hacı Bektaş. Bana göre Anadolu insanının ruhu burada. Bu kültürde yatıyor. Ve bu çok değerli bir zenginlik, değerli bir kültürel varlık.”

VOA: “Türkiye hakkında pek çok kitabınız var, 15 yıldır gözlemlediğiniz Türkiye'yi anlattığınız “Boğazdan Mektuplar” kitabınız çok ilginç tespitlerle dolu. "Türkiye bana dünyayı açtı” diyorsunuz. Nasıl oldu bu?”

S. de Courtois: “İlk kitabım Süryaniler üzerineydi. Fotoğraf albümü eşliğindeydi. Figaro Magazin'de de yazılar çıktı. Doğu dinlerini inceledim, Çin'e kadar gittim. İstanbul Haydarpaşa Garı'ndan trene bindim. Kaşgar Dağları'na kadar gittim. Türkçe konuşan insanlarla karşılaştım. Türkiye bana dünyayı açtı. Üstelik bir değil, pek çok dünyayı bir anda açtı. Çünkü Türkiye pek çok dünyadan oluşuyor. Ülkeyi, toplumu, sosyolojiyi ve politikayı anlamak istiyorsanız, insaların size söylediklerini dinlemek zorundasınız. Önceden belirlenen şemalarla Türkiye'yi anlayamazsınız, Türkiye'yi aklınızla anlamadan önce kalbinizle anlamanız gerekir.”

VOA: “Nasıl bir Türkiye imajı var, 15 yıl boyunca nasıl bir değişim gözlemlediniz?”

S. de Courtois: “Türkiye hızlı ilerliyor. Bu her zaman kötü bir şey değil. Olumlu düşünmek lazım. Toplum iyimser, bunalımda insan görmek çok ender bir durum, pek çok zorluk olmasına rağmen. Sanırım Türkiye'nin zorlukları aşabilmesinin en büyük gücü geçmişe çok fazla bakmaması. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse biz Fransızlar hep geçmişte yaşıyoruz. Anmalardan, tarihi tartışmalardan çıkamıyoruz, sonuçta kimse konuya hakim olamıyor. Fransa'ya geldiğimde geçmişe çok fazla bakan bir ülke görüyorum. Türkiye'ye bakıyorum tam tersi. Gündemi çok hızlı değişiyor.

Bu önemli bir dinamizm. Ama bu yaklaşım bazı alanlarda çok kötü, örneğin kentleşme alanında. Çok hızlı gidiyor. Bu beni çok üzüyor. Hızlı gittiğimizde bazı şeyleri kötü yapıyoruz. İstanbul'u, çevre sorunlarını, kentin betonlaşmasını, tarihin izlerinin silinmesini düşünüyorum. Bunu şimdi herkes dile getiriyor. Araştırma ve inceleme alanında çok az yatırım yapılıyor. Ben tarihçiyim ve kültür varlıklarına tutkuyla yaklaşıyorum. Bunlara gereken değerin verilmesini dilerdim. Türkiye'de bunu pek çok kişi gündeme getiriyor, ben yalnız değilim. Hepimiz 35 katlı binalarda yaşayamayız. Bu olanaksız. İnsan böyle bir şey değil, yapısı böyle değil, mahallesinde mutlu yaşamak isteyen insanlar da var. Beyoğlu'ndaki binaların, emlak hevesleri karşısında yok olduğunu görmek beni üzüyor. Bunlar tarihi varlıklar.”

VOA: “Kitabınızda, ‘Bir tarafta bir hayat akıyor, diğer tarafta zorluklar’ diyorsunuz. Türk toplumuna yönelik gözlemleriniz nedir?”

S. de Courtois: “İnsanlar giderek daha zor yaşıyor. Ücretler durdu, enflasyon, TL'nin değeri. Bir kaç yıl önce ekonomi daha iyiyidi. Bir yükseliyor, bir iniyor. Türk toplumu bir bölünmeden dolayı acı çekiyor. Durum böyle olunca da insanları yaklaştırma rolü kültüre, edebiyata, müziğe düşüyor. Ben de bu akıma inanıyorum. Kitaplarım, konferanslar ve buluşmalarım aracılığıyla bunu gerçekleştirmek istiyorum. Ben hem Türkiye'nin hem de Fransa'nın dostuyum. Bölmekten çok birleştirmek için çalışmak istiyorum. Fransa ve Türkiye halkları arasındaki tehlike de bu. İki halkı birbirinden uzaklaştıran değil, yakınlaştıran çalışmalar yapılmalı. Türkiye'yi çok sayıda kişi terk ediyor. Ben terk etmekten üzüntü duyardım. Yeni görevim sayesinde Türkiye'de kalmaya devam ediyorum.”

VOA: “Yeni göreviniz boyunca neler yapmayı hedefliyorsunuz?”

S.de Courtois: “Fransız kültürü ile ilgili çalışmalar yürüteceğim, Fransızca kursları vereceğiz, müzik, tiyatro, fikir tartışmalarının yapılacağı modern ve tarihi konular üzerinde konferanslar vereceğiz. Fransa ve Türkiye arasındaki ilişkiler şu an çok iyi. Ve bunun değerini bilmek lazım.

Ankara’daki görevim boyunca kalıcı bir şekilde nasıl ilişkileri yakınlaştırırız, kültürel önerilerle nasıl herkesi bir araya getirebiliriz, bunun için çalışacağım. Üç yıl boyunca kültürel ilşkileri geliştirmek için her türlü adımı atacağım. Her türlü öneriye açığım. Ve bu konuda çok samimiyim. Yürekten, samimi bir şekilde çalışmak istiyorum.”

Hristiyanlığın dört konseyi Türkiye’de”

VOA: “Doğu Hristiyanları üzerinde çalışıyorsunuz. Bu nedenle de Türkiye ilginizi çekiyor mu?”

S. de Courtois: Hristiyanlığın tarihi beni ilgilendiriyor. Kudüs dışında, Hristiyanlığın tüm kökenleri Türkiye'de. Bugünkü Türkler belki bunu bilmiyor ama Kudüs ve Şam dışındaki tüm mekanlar, Tarsus'daki St. Paul, bütün büyük Konsey'ler Efes'te Selçuk'ta, İznik'te, Kadıköy ve İstanbul'da toplanıyor. Yani Hristiyanlığın teolojisini kurduğu 4 büyük konsey buralarda toplanıyor. Bunu konferanslarımda dile getiriyorum.”

VOA: “AB ve Türkiye konusuna nasıl bakıyorsunuz?”

S. de Courtois: “Avrupa Birliği konusu karmaşık bir konu. AB Türkiye'yi, Türkiye de AB'yi anlamadı. Bu tartışma beni rahatsız ediyor. Her iki taraf da beklenen fedakarlığı göstermeyecek görünen o ki. Türkler, neye başvurduklarını çok iyi bilmeden yaralandılar. Avrupa ise Türkiye'yi anlama çabası içinde değil. Her iki tarafta da hata ve yanlış anlamalar var.”

VOA: “Fransa ve Türkiye arasında gidip geliyorsunuz. Türkiye için nasıl bir ufuk görüyorsunuz ?”

S. de Courtois: “Türkiye zor bir dönemden geçiyor. Ama çıkacak bu zorluklardan. Ben inanıyorum. Türkiye nüfus ve coğrafya açısından son derece önemli. Doğu'nun gözü de Türkiye'de. Onlar için Türkiye, Avrupalı ve Müslüman bir ülke. Bölünme var, ekonomik problemler var, ama asıl zorluk ekoloji ve yarının enerjisi, yarının kenti. Siyasi sorunlar yükselir, iner. Hatta geçer, gider. Ama ekoloji, yarının Türkiyesi nasıl olacak? Bunlar şimdi düşünülmezse yarın çok geç olacak konular. Köyler, tarım terkedilmiş. Eğer Anadolu akıllıca tarımsal alanda yönetilse tek başına dünyanın yarısı kadar üretir. siyaset geçer, yapısal sorunlar kalır. Büyük konular bu yapısal sorunlardır. Türkiye bana dünyayı açtı ama Türkiye de dünyaya açılmalı, dünyayı dinlemeli. Çünkü Türkiye belirleyici bir aktör ve diğerlerinin ne dediğini dinlemeli.”

VOA: “Görev yeriniz Ankara. Ankara’ya hiç gittiniz mi?”

S. de Courtois: “Ankara'yı çok iyi bilmiyorum. Ama Kale, Kızılay, Çankaya’yı gezdim, kenti çok sevdim. İnsanlarının güvenilir, dostluğun derin olduğunu duydum. Türkiye'nin merkezinde, Kapadokya'ya yakın, Tuz Gölü, stepler, farklı bir doğa örtüsü, bir an evvel bu coğrafyada da yürümek için can atıyorum.”