Yüksek faiz etkisiyle son aylarda Türkiye’ye yabancı sıcak para akışı hızlanırken, devletin faiz yükü de katlanarak büyüyor. VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan ekonomistlere göre bir yandan faiz maliyetinin artması ekonomiye zarar verirken, bir yandan da sıcak paranın geldiği gibi kaçması riski yüksek.
Uzmanlar yatırımların kalıcı olmaması yüzünden yaşanabilecek ciddi bir para çıkışının, döviz kurunda artışa yol açarak ekonomide atılan adımları “elde var sıfır” şeklinde başa döndürebileceği uyarısında bulunuyor.
“Büyük çoğunluk borç para yani her an gidebilir”
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) tarafından en son Mayıs ayında yayımlanan ödemeler dengesi verilerine göre, Merkez Bankası ve Hazine’nin faiz ödemeleri yükseliyor.
Your browser doesn’t support HTML5
TCMB kasasından faize, Mayıs ayında geçen yılın aynı ayına kıyasla yüzde 80,6 artışla 298 milyon dolar ödeme yapıldı. Hükümet kasasından ödenen faiz tutarıysa Mayıs’ta geçen yıla göre yüzde 72,7 artarak 912 milyon dolara çıktı.
VOA Türkçe’ye değerlendirmede bulunan İzmir Ekonomi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oğuz Esen, Türkiye’ye yabancı yatırımların kalıcı nitelikte olmadığını söyledi.
Esen, “Doğrudan yatırımların öyle büyük hacimlerde gelmesi zaten beklenmiyor. Amaç portföy yatırımlarını çekmekti. Bu gelecek parayla kurun istikrara kavuşması, böylelikle kurlardaki istikrarın enflasyona olumlu yansıma yapması amaçlandı. Beklenen de bir parça gerçekleşti. Ama bunların hepsi iktisat sınıflandırmasında borç yaratan kalemler. Hisse senedine, borsaya gelenler aylık olarak 1 milyar doların altında. Büyük çoğunluk borç para yani her an gidebilir. Eğer bütün politikaları bunun üzerine kurarsanız riskleri de göz önüne almak zorundasınız” dedi.
“Ekonomide ‘carry trade’ kırılganlığı”
Yabancıların yüksek faizli ülkelerde gelir elde ettiği yöntem, düşük faizli para birimlerinden kredi alıp yüksek faizle mevduata bağlama yöntemi olan “carry trade” olarak biliniyor.
İlgili Haberler "Kara Pazartesi" Borsa İstanbul’u da vurdu: Küresel kasırga uzarsa Türkiye bundan nasıl etkilenir?Bunun risklerini anlatan ekonomist Güldem Atabay, ABD’de resesyon endişesinin artmasıyla Asya piyasalarında pazartesi günü yaşanan tarihi düşüşü örnek verdi.
Atabay, “30-35 sene sonra Japonya Merkez Bankası’nın faiz arttırmasıyla dünyaya yayılan 20 trilyon dolarlık Japon kaynakları, şimdi tekrar ülkesine geri dönüyor ve büyük satışlar yaşanıyor. Türkiye’nin de rezervleri yerel seçimden sonra ‘carry trade’ politikasıyla toparlandı. Öbür tarafta zarar eden yabancı yatırımcı burada da yatırımını satar, yerli yatırımcı da ‘yabancı kaçıyor’ deyip tekrar döviz talebi yaratabilir. Yani biz çok kırılgan bir dengede gidiyoruz” diye konuştu.
Atabay, “Dünyada likidite krizinin önümüzdeki aylar içinde dalga dalga artarak şiddetlenerek devam etmesi Türkiye ekonomisinin de finansal piyasalar başta olmak üzere tekrar zorlanmaya başladığı bir döneme geçilmesi riski yaratıyor” ifadelerini kullandı.
Atabay, sıcak para Türkiye’den kaçarsa yaşanabilecekleri, “Dövizde atak olması, TL’nin değer kaybetmesi, rezervlerin tekrar eksilmeye başlamasıyla tekrar bu süreç enflasyonu besleyebilir. Bu denli daralan ve giderek daralmaya devam edecek olan ekonomide bu kadar maliyet ödenmişken en önemli risk şu anda enflasyonda ‘elde var sıfır’ olarak tekrar başa dönmemiz” diye açıkladı.
“Para politikası doğru, tasarruf odaklı maliye politikası eksik”
Uzmanlar yatırımların Türkiye’de kalıcı hale gelmemesinin nedenini, yatırımcıların ekonomi yönetime olan güvensizliğine bağlıyor.
Atabay, “Yatırımların Türkiye’nin enflasyonla mücadelesine inandığını göstermesi açısından kalıcı olarak önce tahvil piyasalarına girmesi lazımdı. 2 yıllık, 5 yıllık, 10 yıllık vadelerde alım geldiğini görmemiz ve enflasyon hedefine doğru bu faiz seviyesinin de indiğini görmemiz gerekiyordu. Arkasından ödemeler dengesinin içindeki finansman kaleminde biz doğrudan yatırımlarla reel olarak yatırım geldiğini görmemiz gerekiyordu” dedi.
Para politikasında atılan doğru adımlara rağmen tasarruf odaklı bir maliye politikasının uygulanmamasının ekonomiye güvensizliğe yol açtığını savunan Atabay, yatırımların kalıcı olabilmesi için hükümetin yapısal reformlar gerçekleştirmesinin şart olduğunu söyledi.
Atabay, “Bütçe açığını daraltıcı, asıl olması gereken tasarruf önlemleri devrede değil. Mayıs ayında 100 milyar TL’lik bir tasarruf önlemi açıklandı, ben onun beşte biri bile yapılsa kâr olarak görüyordum. Zaten yeterli görülmedi, hemen tekrar vergilere yüklenildi ve yüklenilmeye de devam edilecek. Sanayide rekabet politikası yok, dünyayı yakalama politikası yok, eğitim reformu, tarım reformu yok. Arkası olmadığı için de biz sıcak paraya mecburuz ve asıl kırılganlığımız da buradan geliyor” dedi.
“Faiz kamu kaynaklarından ödeniyor”
Güldem Atabay devletin faiz yükünün giderek katlanmasının ekonomiye zararlarıyla ilgili, “Bunu siz ve ben ödüyoruz. Hepimiz beraber ödüyoruz. Çünkü kamu kaynaklarından ödeniyor. Eğer 2001’de olduğu gibi dışarıdan bir kaynak gelmiş olsa, biz bu faizi ödüyor olsak ve doğru işlerin yapıldığını biliyor olsak, deriz ki ‘bu bir dönemdir, birileri bir şeyleri hatalı yaptı, bugün bunun maliyetini ödüyoruz ama önümüzdeki 10 seneyi, 20 seneyi kurtarıyoruz’. Şu anda onu da söyleyemiyoruz. Biz bu maliyeti ödüyoruz ama yarını bile kurtardığımızı söylemek kolay değil” dedi.
Oğuz Esen de yatırımların Türkiye’de kalıcı hale gelebilmesinin yolunun daha tutarlı bir enflasyon politikasından geçtiği düşüncesinde.
Esen, “Ortada kısmi bir istikrar programı var. Bugün enflasyonun yüzde 60’lara düştüğü söylense de bundan aşağı gidiş bundan sonra daha zor olacak. İktisadi birimlerin fiyatlama davranışları yüksek enflasyon ortamında değişiyor ve bunlar kalıcı oluyor, katılık oluyor ve geriye dönüş zorlaşıyor. Çünkü her iktisadi birim kendisini korumaya alıyor, örneğin ev sahibiyseniz kiranızı arttırıyorsunuz” diyor.
Faizler nereye gidecek?
Peki bu koşullarda Türkiye’de en son mart ayında yükseltilerek dört aydır yüzde 50’de sabit tutulan politika faizi nereye gidecek? Ekonomi profesörü Esen, “Faizlerin düşmesi lazım. Ama bunun zamanı şimdi mi? Açıkçası çok emin değilim” dedi.
Esen, faizlerin düşmeye başlamasının yatırımcıları kaçırabileceğini söyleyerek, “Bu büyük bir çöküş yaratabilir. Merkez Bankası rezervlerinde bir artış yaşandı, swaplar azaldı, ona güveniliyor. Ama unutmayalım ki rezervler de sonuçta bir yere kadar sizi korur. İktisatta temel bir kural, negatif birikimler iyi zamanlarda oluşuyor. 2000’li yılların ilk ve ikinci 10 yılında yapılan hataların bedelini bugün ödüyoruz. Geçmişte asimetrik davranılmasaydı, daha güçlü bir şekilde gerçekçi bir kur politikası uygulasaydı, aşırı birikimler olmaz ve büyük kur atakları yaşanmazdı” diye konuştu.
Yabancı yatırımcıların mevduatta kalmasının faizlerin yüksek tutulmasının yanısıra döviz kurunun da baskılanmaya devam etmesine bağlı olduğunu söyleyen Esen’e göre döviz kuru artarsa bu yatırımlar da uçup gidebilir.
Esen, dünyayla Türkiye arasında giderek açılan enflasyon ve faiz farklılıklarından kaynaklanan bir kur atağı yaşanması olasılığının da bulunduğu görüşünde.
Faiz düşürülmediği sürece kurda bir atak beklemediğini kaydeden ekonomist Güldem Atabay da ABD’de Trump’ın başkanlığa seçilmesi, Japonya Merkez Bankası’nın sert faiz artışlarına devam etmesi gibi küresel gelişmelerin de kuru hareketlendirebileceğini belirtti.
Atabay “Bir de tabii enflasyonda başarının geciktiği ve TL’nin değer kazandığı her gün, ihracatçı zorlandıkça politik baskı da artacak. O yüzden kısa vadede çok hızlı yol alınması gerekiyor” dedi.
“Merkez Bankası yüksek sesle başka politikalarla desteklenme ihtiyacı olduğunu dile getirmeli”
Atabay kısa vadede faiz indirimi beklemediğini de söyleyerek, “Haziran ve Temmuz’daki enflasyonun yanı sıra Ağustos ayında gelecek olan, Eylül, Ekim’de mevsimsellikle tekrar hareketlenecek olan enflasyon ortamında yüzde 50 politika faizinin ben kolay kolay indirebileceğini düşünmüyorum. Merkez Bankası’nın yüzde 14 enflasyon hedefi şu anda ciddiye alınmıyor. Çünkü tek başına para politikasıyla bu iş olmuyor. O yüzden de ben sıkı para politikasının mecburen devam ettirileceğini, bunun en büyük maliyetinin de ekonominin istenenden daha uzun süre, istenenden daha çok daralmak zorunda kalmasıyla sonuçlanacağını ve işsizliğin de çift haneye oturacağını düşünüyorum. Asıl riskler bunlar” dedi.
Atabay, “Merkez Bankası’nın tabii hareket alanı sınırlı, söz alanı da sınırlı. Ama Merkez Bankası yüksek bir sesle, başka politikalarla desteklenme ihtiyacı olduğunu dile getirmeli. Enflasyonla mücadelenin henüz kazanılmadığını, eldeki kazanımın büyük ölçüde baz etkisiyle geldiğini aylık enflasyonun hala yükseldiğini ve maliye politikasında farklı desteklere ihtiyaç olduğunu yansıtmalı” diye konuştu.