Türkiye’nin sınır ötesine kara güçleriyle düzenlediği operasyon gerekçesi özellikle “terör örgütleri ile mücadele” olarak vurgulanırken; bölgede IŞİD’in bırakacağı boşluğun yine cihatçı örgütlerle doldurulması riskine de dikkat çekiliyor.
Amerika’nın Sesi’nin sorularını yanıtlayan Ortadoğu coğrafyası, enerji ve güvenlik alanında uzman Hasan Selim Özertem, “Fırat Kalkanı Operasyonu”nun en temel gerekçesi olarak IŞİD terör örgütünü işaret etti. Özertem, “Türkiye uzun zamandır IŞİD terörüyle karşı karşıya. Kilis’e düşen roketler de birçok sivil can kaybına mal olmuştu. İstanbul ve Ankara’da canlı bomba saldırıları ardından son olarak Gaziantep’te 50 kişiden fazla hayat kaybına yol açan düğün saldırısı, Türkiye’nin IŞİD’den kaynaklanan ciddi bir tehdit ile karşı karşıya olduğunun en net göstergesiydi” dedi.
Uluslararası hukuk bakımından herhangi bir meşruiyet sorunu olmadığını vurgulayan Özertem, “Türkiye, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. maddesiyle de uyumlu olarak meşru müdafaa hakkını kullanacak şekilde Suriye’nin kuzeyindeki Cerablus bölgesine bir operasyon düzenledi” ifadesini kullandı.
IŞİD faktörü yanı sıra Türkiye’nin uzun zamandır vurguladığı üzere PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde doğusundan batısına uzanan bir askeri manevrası olduğunu anımsatan Özertem, “Bu bağlamda Türkiye, PYD’nin Fırat Nehri’nin batısına geçmesi konusunda mevcut kırmızıçizgilerini net bir şekilde dile getirmişti. Ancak 15 Temmuz sonrasında PYD’nin, Menbiç’i ele geçirmesi ve pozisyonunu Fırat’ın batısında tahkim etmesi, Türkiye açısından net bir kırmızıçizgi ihlaliydi” yorumunda bulundu. Bu noktadan sonra Türkiye’nin, partneri ABD ile iletişime geçerek PYD’nin, ABD ile Türkiye arasındaki mutabakat çerçevesinde, Menbiç’ten geri çekilmesini istediğini kaydeden Özertem, ancak ABD’nin, Türkiye’den süre istemesine karşın PYD’den Menbiç’ten geri çekilmemesi ve IŞİD’in ise Cerablus’tan çekilme pozisyonu alması üzerine buradaki güç boşluğunun da yeniden PYD tarafından doldurulacak alması riski üzerine Türkiye’nin askeri operasyon kararı aldığını söyledi.
Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) uzmanı Oytun Orhan da, Amerika’nın Sesi’ne yaptığı açıklamada, bugün Fırat Kalkanı Operasyonu olarak yapılan operasyon için çok öncesinde hem siyasi hem de askeri olarak planlama yapılmış olduğunu dile getirdi. Ancak Türkiye açısından siyasi ve diplomatik koşulların şimdi oluşmuş olduğunu kaydeden Orhan, operasyon gerekçesini özetlerken ABD ile İncirlik Üssü için imzalanmış mutabakatı hatırlatarak şunları ifade etti:
“İncirlik Üssü’nün uçuşlara açılması öncesinde ABD ile mutabakat imzalanmıştı. Bu mutabakata göre; Azez ile Cerablus arasında kalan hattın IŞİD’den arındırılmış bir bölge olması ve bu konuda Türkiye ile ABD’nin birlikte hareket etmesi konusunda anlaşılmıştı. Bu hattın birkaç nedenle önemi var. Birincisi Türkiye, son dönemde IŞİD saldırılarına çok ciddi şekilde maruz kalıyor ve bu hat IŞİD’in kontrolünde olduğu için de Türkiye sınırları içerisine çok rahat sızma yapabiliyor. Dolayısıyla operasyon, birincisi IŞİD’i Türkiye sınırlarından püskürtme amacı taşıyor. İkinci de PKK’nın Suriye kolu YPG’nin Türkiye sınırı boyunca ilerleme çabaları söz konusu. Yakın zamanda Menbiç’ten sonra ilerlemesiyle de PKK bölgesi ile de coğrafi bağlantı sağlanması ihtimali de yüksek. Dolayısıyla Türkiye buna da engel oluşturmak anlamıyla da bu hatta büyük önem veriyor. Üçüncüsü de Türkiye’ye yönelik mülteci akımları devam ediyor ve akımı da burada karşılayarak, kendi içerisinde maliyet oluşturmaya başlayan Suriyelileri kendi topraklarına geri yerleştirebileceğini düşünüyor. Dördüncüsü de kendisine daha yakın bulduğu Arap hattıyla da bağlantısını kaybetmek istemiyor çünkü sınırdaki geri kalan bölüm YPG’nin eline geçmiş durumda.”
Arap kültürüne ilgili ve Arapça bilgisiyle özellikle Suriye’deki iç savaşa odaklanmış Hasan Sivri de, Amerika’nın Sesi’ne bugünkü operasyonu değerlendirdi. Özellikle sosyal medya aracılığıyla da Suriye’yi yakından izleyen Sivri, Türkiye’nin kara harekatında fiilen PKK’ya yakın bir yapı olan PYD’yi işaret etti. Türkiye’nin, Suriye’deki iç savaş sürecinde özellikle kuzey bölgesi için yaptığı önerilere olumlu yanıt alamadığını da anımsatan Sivri, operasyon gerekçesini şöyle özetledi:
“Öncesinde Türkiye’nin farklı başlıklarla tampon bölge, güvenli bölge veya uçuşa yasak bölge gibi önerileriyle hem NATO’ya hem ABD’ye hem de Batı müttefikleri açısından PYD-YPG’nin buradaki kontrolünü engellemek için farklı girişimleri olmuştu. Buna karşılık bulamamıştı Türkiye çünkü sahada IŞİD’e ve cihatçı gruplara karşı çatışan ABD’nin ve koalisyon müttefiki bir yapıdan bahsediyoruz aynı zamanda. Bundan dolayı ABD ve Batı ile Türkiye arasında gerilimler de oldu. Ancak Türkiye’nin son dönemde geri adım atması, Rusya ve İran ile yakınlaşması, Rus uçağının düşürülmesinden sonra Cerablus operasyonunun önünü açtı. Türkiye bu fırsatı özellikle Menbiç’in alınmasının ardından Cerablus’ta YPG liderliğindeki gücün kontrolu olmasın diye kendi kontrolundaki gruplar ile IŞİD’i buradan temizleyerek, YPG’yi engelleyecek bir yapı-bölge kurma hedefinde.”
Diplomatik boyutuyla Türkiye’yi kim, nasıl destekliyor?
Diplomatik açıdan iyi hazırlanmış bir operasyon olduğu düşüncesini paylaşan Hasan Selim Özertem, bunun için Türkiye’nin son dönemde ciddi bir mekik diplomasisi izlediğini söyledi. ABD ile son dönemde yakın temas kurulduğunu kaydeden Özertem, Kerry ile yapılan görüşmeler, ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford’un Ankara ziyareti ve Türk yetkililerce Washington’da kurulan yakın teması not etmek gerektiğini belirtti. Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri de yumuşatmak için Haziran ayında attığı adım ve bundan sonra 9 Ağustos’ta Erdoğan-Putin görüşmesini anımsatan Özertem, böylece Rusya ile Türkiye’nin Suriye meselesini masaya yatırdığını vurguladı. Bunun yanı sıra bölgesel açıdan önemli bir aktör olan İran ile de dışişleri bakanları Cevat Zarif ve Mevlüt Çavuşoğlu’nun son günlerdeki görüşme trafiğini hatırlatan Özertem, dolayısıyla Türkiye’nin bu operasyon öncesinde partnerlerini bilgilendirmek konusunda aktif bir diplomasi izlediği görüşünde. Son olarak da Şam ile Ankara arasında perde arkasında yürüyen görüşmeleri önemli bulduğunu belirten Özertem, Başbakan Binali Yıldırım’ın da “Biz Esat ile geçiş sürecine hazırız” açıklaması da Şam’a zeytin dalı uzatılması olarak yorumladı.
Konuyu Suriyeli sığınmacı krizi boyutuyla da değerlendiren Özertem, Avrupa Birliği ile sığınmacı sorunu çözmek için yük paylaşımını Ankara’nın yetersiz gördüğünü de anımsattı. Suriyeli sığınmacı krizi için Ankara’nın, Suriye’deki meseleyi çözmek ve kuzeyde güvenli bölge oluşturulması gerektiği düşüncesinde olduğunu belirten Özertem, dolayısıyla bu operasyondaki Suriyeliler’i yerleştirme boyutunu da işaret etti.
Suriye konusunda uzman Hasan Sivri ise, Türkiye ile ABD-Batı koalisyonu arasında önümüzdeki günlerde görüş ayrılığı olabileceği düşüncesinde. Bugün için Türkiye’nin askeri operasyonuna koalisyon tarafından resmen destek verildiğini kaydeden Sivri, dolayısıyla da Cerablus’a yönelik bu operasyona ABD’nin de resmi desteği bulunduğunu söyledi. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın operasyon için 70 kilometre derinlikte olacağını ifade ettiğini anımsatan Sivri, “Koalisyon ise, Cerablus vurgusu yaptı. Cerablus’un, IŞİD’in elinden hızlı bir şekilde alınacağını ve ilerleyen günlerde koalisyon tarafından diğer bölgeler için farklı bir tavır alınabileceğini düşünüyorum. Hemen Cerablus’un altında YPG liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri de var. Bu güçler ise, Türkiye ile farklı gerilimler yaşıyor ki YPG çoğunluğundan dolayı. Koalisyon desteği şu anda Cerablus için olmakla birlikte sonrasında 70 kilometre derinlikteki cepheler söz konusu olduğunda değişebilir” dedi.
IŞİD gittiğinde ‘cihat’ sona erecek mi?
Suriye’de IŞİD’in terör örgütü olarak kabul edilmesindeki temel gerekçe, “cihat” zihniyetiyle uyguladığı şiddet olarak özetleniyor. Şimdi Cerablus’tan IŞİD’in temizlenmesiyle birlikte bölgede nasıl bir yönetim olacağı sorusu gündeme geliyor. Bu noktada, Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) ve bunu oluşturan güçleri yakından izleyen Hasan Sivri’ye göre; bölgede “cihat” riski sürüyor.
Türk medyasınca Suriye’deki çatışan gruplara yakından inceleme pek yapılmadığını kaydeden Sivri, Suriye’deki cihatçı savaşçı varlığı bakımından bugünkü operasyonda incelediği tabloyu şöyle anlattı:
“Geriye dönük baktığımızda çoğunluğu IŞİD ile birlikte ortaklaşa savaşan, IŞİD’i birlikte büyüten ve ideolojik olarak çok farklı bir yerde durmayan ama maddi-silah desteğinin nereden geldiği gruplardan bahsediyoruz. ÖSO içerisindeki bütün bu grupların isimleri, detaylıca veriliyor. Bu gruplara ait sosyal medya hesapları ve basın büroları var. Sabahtan beri bu gruplarca basın büroları aracılığıyla açıklamalar yapılıyor. Bunlardan en önemlisi Nurettin Zengi grubu ki üç-dört hafta önce Filistinli çocuğun kafasını kesen bir gruptan bahsediyoruz. Bunun yanı sıra Hamza Tugayları, 13. Birlik, Rahman Kolorduları, Şam Kolorduları gibi kendilerini fotoğraflarla, belgelerle orada var olduklarını gösteren gruplar. Arkadan saat 11.07 geçe 25 adet Türk tankının Suriye girişiyle birlikte bu cihatçı grupların konvoyunun kendilerince de paylaşılan fotoğraflarla ilerlediklerini aktardı. Bunlara bağlı bazı özel operasyon birlikleri ya da öncü gruplar, cephenin ön hattında ilerleyen gruplar var. Dolayısıyla havadan koalisyon ve Türk uçaklarının ile arkadan da Türk tanklarının desteğiyle bu cihatçı gruplar sahanın önünde yer alıp IŞİD’e karşı ilk çatışmayı onlar yapıyor gibi bir izlenim edindim.”
Mehmetçik açısından risk nedir?
Fırat Kalkanı Operasyonu’nun karadan yürütülmesi itibarıyla Mehmetçik açısından risk de söz konusu. Bunu sorduğumuz Hasan Selim Özertem, “Operasyondaki bilgilere baktığımızda bölge oldukça kaotik. IŞİD’in bölgeden çekilirken mayınlama yaptığı ve sivilleri evlerinden zorla çıkararak canlı kalkan olarak kullanma girişiminde olduğu ifade ediliyor. Bölgedeki tarım arazilerini de ateşe verdiği de söyleniyor. Bunlar IŞİD’in taktiksel anlamda ortaya koyduğu riskler ancak öte yandan Türkiye’nin karşı karşıya kalabileceği siyasi ve güvenlik risklerini de vurgulamakta fayda var. Bölgedeki kaygan zemin nedeniyle karşımızda sadece IŞİD yok. Türk askeri, bugün PYD başta olmak bölgede üzere devlet dışı pek çok aktör bulunduğunu da biliyoruz. Dolayısıyla da Türk Ordusu’na yönelik vur-kaç operasyonları ya da gerilla saldırıları gündeme gelebilir” dedi.
Suriye’de Şam rejimi tarafından ise Türkiye’nin egemenlik hakları ihlali yaptığı açıklaması geldiğini anımsatan Özertem, “Dolayısıyla Şam’ın da Türkiye’nin bu pozisyonunu nereye kadar izleyeceği, sessiz kalacağı da” bir diğer risk unsuru olarak vurguladı.
Risklere karşın Türk Ordusu’nun avantajı olduğunu da kaydeden Özertem, “Bölgede Rusya, İngiltere, ABD gibi birçok ülkenin askeri unsurları mevcut ve operasyonlar yürütüyorlar ama bunu lojistik kısıtlamalarla yapıyorlar. Türkiye açısından ise Suriye sınır komşusu olması nedeniyle lojistik bir avantaj da söz konusu. Mevcut risklere rağmen Türkiye’nin hem lojistik konumu hem de bölgeyi tanıyor olması da Mehmetçik’in önemli avantajları olarak belirtilebilir” diye konuştu.
Hasan Sivri de, Mehmetçik açısından risk bulunduğu görüşünde. Cerablus alındığında Menbiç’e komşu olunacağını anımsatan Sivri, hem PYD-YPG ile çatışma riskine hem de IŞİD’in askeri gücünden kaynaklanan riski söyle açıkladı:
“Cerablus-Menbiç sınırında ÖSO ile Suriye Demokratik Güçleri karşı karşıya gelecek. Suriye Demokratik Güçleri komutanları ile Türkiye’nin destek verdiği ÖSO’lu cihatçı grup komutanlarıyla atışmaya başladığını görüyoruz. Dolayısıyla Türkiye-YPG doğrudan olmayabilir ama bu komutanlar üzerinden çatışma olması muhtemel. Yine Erdoğan, konuşmasında, ‘sadece IŞİD değil IŞİD ve PYD’ye karşı’ diye ifade kullandı ki bu durumda Türk tanklarının, Cerablus’tan sonra YPG-PYD güçleriyle karşı karşıya gelebileceğini de gösteriyor. Dolayısıyla koalisyon tavrı da bu noktada değişebilir. Koalisyon, Türkiye’nin diğer ortağı olan YPG-PYD ile çatışmasını isteyemeyebilecektir. Ayrıca IŞİD’in elinde son yıllarda hem Suriye Ordusu’na hem de YPG’ye karşı kullandığı tanksavar füzeleri olduğunu biliyoruz. Bunları ele geçirdiklerini biliyoruz. Dolayısıyla Türk askerinin olduğu tanklar da vurulabilir. Son 5 yıldır savaş deneyimine sahip bir örgütten bahsediyoruz ki IŞİD’in tanklara karşı deneyimine sahip olduğunu da biliyoruz. Türk askerinin olduğu tanklar da benzer saldırılarla karşı karşıya gelebilir.”
IŞİD ve PKK saldırıları ihtimali
ORSAM uzmanı Oytun Orhan ise, Türkiye’nin kara unsurlarıyla bu bölgeye girmeyi aslında tercih etmediğini söyledi. Türkiye’nin, havadan ve OBÜS topları atışlarıyla karadaki Suriyeli muhalif unsurlara destek verilmesi tercihinde olduğunu kaydeden Orhan, ancak koşullar itibariyle Türkiye’nin kara gücünü devreye aldığını vurguladı. Orhan, “Bu Azez – Cerablus hattı, Suriyeli Türkmenlerin yaşadığı ve halk açısından da Suriyeli muhaliflerin kabul gördüğü bir coğrafya. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da, bölgenin yerel unsurlara bırakılacağını da ifade etti. Ama her halükarda riskli bir operasyon. Türkiye içerisine dönük terör saldırıları da olabilir. Sadece IŞİD değil PKK’nın da saldırıları olabilir. PYD Lideri Salih Müslim’in de açıklamalarına bakıldığında bu durumdan YPG’nin rahatsız olduğu gözleniyor” dedi.
Türk Ordusu için moral olabilir mi?
Son olarak Hasan Selim Özertem, Fırat Kalkanı Operasyonu’nun Türk Ordusu açısından anlamını yorumladı. Özertem, “Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimi ardından Türk Ordusu’nda meydana gelen ciddi değişiklikler sonrasında askeri gücüne ilişkin belirli soru işaretleri ortaya çıkmış olabilir. Ancak yürütülen bu operasyon ile Türk Ordusu’nun her zaman Türkiye’nin güvenliğiyle ilgili tehditlere karşı hazır olduğu ve Türkiye’nin çıkarlarını korumak açısından gerekli her adımı atabileceğine ilişkin bir operasyon yürütüldüğünü de ifade edelim” görüşünü aktardı.