‘Türkiye’de İfade ve Basın Özgürlüğü Konusunda İklim Korkutucu’

Sınır Tanımayan Gazeteciler Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında 157’nci sırada yer alan Türkiye, yalnız basın özgürlüğü açısından değil ifade özgürlüğü açısından da her geçen gün daha da tartışmalı hale geliyor.

Son bir haftada üst üste yaşanan iki olay bu kanıyı daha da güçlendirir nitelikte. Geçen hafta Fransa’daki Sarı Yelekliler ile ilgili bir haber üzerine Türkiye’de ifade özgürlüğü ve protesto hakkının kısıtladığı yönünde yorum yapan Fox TV spikeri Fatih Portakal’a “Haddini bil haddini, bilmezsen haddini, bu millet patlatır enseni” sözleriyle tepki gösteren Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisini eleştiren Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’a “sanatçı müsveddeleri” dedikten sonra savcıları göreve davet etti.

Bugün adliyede Cumhuriyet Savcısı’na ifade veren iki usta sanatçı, sevk edildikleri Sulh Ceza Hakimliği tarafından adli kontrol kararı alınarak yurtdışı yasağıyla birlikte serbest bırakıldı.

Your browser doesn’t support HTML5

‘Türkiye’de İfade ve Basın Özgürlüğü Konusunda İklim Korkutucu’

Prof. Akdeniz: “Gezen ve Akpınar üzerinden sade vatandaşlara konuşursanız başınıza bunlar gelir deniyor”

Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Merkezi’nden Profesör Yaman Akdeniz’e göre, Müjdat Gezen ve Metin Akpınar hakkında yargı süreçlerinin işletilmesi toplumun tüm kesimlerine gözdağı niteliği taşıyor.

İlgili Haberler Erdoğan’a Hakaretle Suçlanan Akpınar ve Gezen’e Yurtdışı Yasağı

VOA Türkçe’ye değerlendirmelerde bulunan Prof. Akdeniz, “Burada ne Müjdat Gezen’e ne de Metin Akpınar’a bir mesaj gönderiliyor. Burada gönderilmeye çalışılan mesaj sade vatandaşlara. Atilla Taş sürecinde de gördük. Burada söylenen şu; konuşursanız, muhalefet yaparsanız, devlet büyüklerini eleştirirseniz başınıza gelecek olanlar bunlardır. Anayasa Mahkemesi’nin, AİHM’in içtihatlarına baktığımız zaman, ‘devlet büyükleri ve siyasetçiler eleştirileri içeriği ne olursa olsun hoşgörüyle karşılar’ deniyor. Demokrasi dediğiniz ülkede fikir özgürlüğü olması lazım, fikir özgürlüğü olmayan ülkede demokrasiden bahsetmemiz mümkün değil” dedi.

“Fatih Portakal, hedef gösteriliyor, bu kabul edilebilir değil”

Fatih Portakal’a yapılan eleştirilerden sonra bazı vatandaşların sosyal medyada portakal bıçakladığını hatırlatan Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi, AİHM içtihatları bağlamında devletlerin sorumluluğuna dikkat çekiyor:

“Fatih Portakal’a yapılanlar kabul edilebilir değil. Çünkü hayati tehlike geçirebilir. Hedef gösteriliyor bir şeklide. AİHM içtihatlarına batığımızda devletlerin pozitif sorumluluğu vardır. AİHM bunları Özgür Gündem davasında ve Hrant Dink davasında da söyledi. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ‘Korumazsanız, gazetecilere ve basına saldırılar olabilir’ diyor. O eleştirinin sonunda birisi Fatih Portakal’a, Müjdat Gezen’e veya Metin Akpınar’a saldırabilir”

İlgili Haberler Erdoğan Fatih Portakal’ı Neden Hedef Aldı?

“Uluslararası raporlar yargının baskı altında olduğunu söylüyor, korkutucu bir iklim var”

Profesör Akdeniz, yargının çeşitli şikayetler için çifte standart olarak kabul edilebilecek kadar farklı yaklaşımlar gösterdiğine dikkat çekerken bu durumun uluslararası kurumlarda yargı kurumunun en azından ‘baskı altında’ bulunduğu izlenimi doğurduğunun altını çiziyor.

Özellikle insan hakları alanında çalışan hukukçu, “Yeni Akit’in dünkü manşeti, ‘Pezevenk Müjdat’a soruşturma açıldı’ gibi bir şeydi. Bu bir saldırıydı. Bunları veya Büyükada olayında sivil toplumcu arkadaşlar devlete yakın gazeteler tarafından hedef gösterildiğinde şikayet ettiğimiz zaman savcılar hep ‘ifade özgürlüğü’ dediler. Daha hafif bir söylem için Cumhurbaşkanı ya da başkaları şikayet ettiği zaman ise hemen soruşturma açılıyor. Hemen ceza davasına dönüştürülüyor ağır yargılamalar yapılıyor. Venedik Komisyonu’nun çeşitli raporları var. Avrupa İnsan Hakları Komiseri’nin raporları var. Buralarda Türkiye’de yargının bağımsız olmadığı en azından baskı altında olduğu söyleniyor. Bütün bunlar beraber değerlendirildiğinde basın ve ifade özgürlüğünün baskı altında olduğu korkutucu bir iklim ortaya çıkıyor” dedi

“Cumhurbaşkanı’na hakaretten 60 bin kişi soruşturulmuş, bu korkutucu ve dondurucu bir etki yaratıyor”

Son iki yılda 60 bin kişinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaretten soruşturulduğunu, 600 binden fazla kişinin terör örgütüne üyelik ve yöneticilikten yargılandığını belirten Prof. Akdeniz, çok sayıda gazetecinin tutuklu olmasına rağmen iktidarın dünyaya Türkiye’de tutuklu gazeteci olmadığı yönünde bilgi aktarımında bulunduğuna dikkat çekiyor:

“Türkiye’nin basın ve ifade özgürlüğü ile ilgili sorunları sadece 2018 yılıyla sınırlı değil, zaten çok uzun bir tarihçesi var. Türkiye zaten farklı farklı sansür dönemlerinden geçmiş. En son dönem ve en korkutucu dönem de 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra başlıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaretten son iki yılda 60 bin kişi soruşturulmuş. 600 binden fazla kişi terör örgütü üyeliği ve yöneticiliğinden yargılanıyor. Bu rakamlar çok yüksek. İnanılmaz sayıda kişi Türkiye’de soruşturma ve ceza davalarıyla karşı karşıya. Bu da tabii gazeteciler üzerinde ürkütücü, dondurucu, korkutucu etki yaratıyor. Türkiye’nin yaklaşımı şöyle; Cemal Kaşıkçı gazeteci, Fatih Portakal gazeteci değil. Geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın danışmanı BBC’de ‘Türkiye’de tutuklu gazeteci yok, tutuklu olanlar gazeteci değil’ dedi. Bu kabul edilebilir değil.

İlgili Haberler CPJ: ’68 Gazeteciyle En Fazla Tutuklu Gazeteci Türkiye’de’

“AİHM, Avrupa Konseyi aracılığıyla Demirtaş dosyasını 1,5 sene bekletti”

Profesör Akdeniz, artan baskı ortamına rağmen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Selahattin Demirtaş hakkındaki kararını geciktirmesini de eleştiriyor:

“İfade özgürlüğü sorunları sadece basınla, sosyal medyayla ya da Wikipedia’nın 1,5 yıldır engelleniyor olmasıyla sınırlı değil. Aslında dokunulmazlıkların kaldırılması sonrasında özellikle HDP’li vekiller hakkında açılmış çok sayıda soruşturma ve verilen cezalar var. AİHM buna kayıtsız şartsız uzun süre göz yumdu. Selahattin Demirtaş bu konuda verilen ilk karardır. Demirtaş’ın dava süreci bir buçuk yıl önce tamamlanmıştı ama bir buçuk sene boyunca AİHM bu dosyayı karara bağlamayı bekletti. Onlar da Avrupa Konseyi aracılığıyla işin içine siyaset karıştırmışlar. Türkiye ile bir şekilde anlaşmaya çalışıyorlar. Yoksa karar daha önce çıkmış olsaydı daha etkili olurdu.”