İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın bugün bizzat Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’a ilettiği İsrail’e ticari ambargo uygulanması çağrısı üzerine, “Türkiye’nin bu çağrıya, ‘kara operasyonuyla sivil kayıplarda artış yaşanması’ ihtimalinde uyabileceği ve hali hazırda devlet ilişkilerinde azalmayla fiilen ambargo olduğu” görüşleri gündeme taşındı.
Dışişleri Bakanı Fidan ile İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan’ın Ankara’da düzenlediği ortak basın toplantısında, İsrail’in Gazze’deki Hamas hedeflerine karşı yürüttüğü ağır bombardıman nedeniyle “acil ateşkes” talebi dile getirildi. Fidan ve Abdullahiyan’ın ABD’nin yanı sıra özellikle Avrupa Birliği’ni de Filistinliler’e yönelik işlenen insanlık suçuna karşı tepki göstermemekle suçladığı toplantıda, Türkiye ile İran’ın Hamas’a bakışta ortak görüşte oldukları dikkat çekti. Abdullahiyan, “Hamas, Filistin’i özgürleştirme hareketidir” ifadesini kullandı.
Abdullahiyan, Hakan Fidan’ın Türkiye’nin İsrail ile Filistin arasında 1967 sınırlarına geri dönüşü sağlamak şartıyla garantör ülke olabileceğini anımsatması üzerine, “Savaşın yayılmasını önleyecek ve Filistin halkının gerçek haklarını garanti altına alacak her türlü siyasi girişimi destekliyoruz” mesajını verdi. Ancak İran tarafı, karşı hamle niteliğinde, Türkiye de dahil olmak üzere bölge ülkelerine İsrail’e yönelik gıda ürünleri dahil olmak üzere ticari ambargo uygulanması çağrısı yaptı.
Merkezi İstanbul’da bulunan İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) Başkanı Hakkı Uygur, İran’ın İsrail’e ekonomik ambargo çağrısına kısa vadede Türkiye’nin olumlu yanıt veremeyeceği ancak eğer İsrail tarafı kara operasyonuyla sivil kayıplarda artış yaşanmasını tetiklerse Ankara’nın böyle bir adıma mecbur kalabileceğini söyledi.
Uygur, VOA Türkçe’ye değerlendirmesinde, “Sivil kayıplar artarsa kamuoyu tepkisi söz konusu olacağı için AK Parti hükümeti de İsrail’e yönelik ambargo yönünde adım atmaya mecbur kalabilecektir. Ama Türkiye, genellikle bugüne kadar İsrail ile yaşadığı siyasi krizler ile ekonomik/ticari ilişkileri ayrı tutmaya gayret etmişti” görüşünü paylaştı.
İran uzmanı Dr. Mehmet Koç ise Tahran’ın aslında bölge ülkelerine, İsrail’e ticari ambargo çağrısıyla kendi ekonomisi açısından bir maliyet üstlenmediğini ve başta Arap ülkeleri olmak üzere böylesi ortak bir tavır gösterilmesini beklemediğini kaydetti.
Koç VOA Türkçe’ye değerlendirmesinde, “İran’ın İsrail ile herhangi bir doğrudan ticareti bulunmamaktadır. Eğer İran ürünleri, İsrail’e ulaşıyorsa da üçüncü taraflar üzerinden gerçekleşiyor demektir ve sınırlı miktarda olması yüksek ihtimal dahilindedir. Dolayısıyla İran’ın bu ambargo çağrısıyla doğrudan herhangi bir maliyet üstlenmesi beklenmiyor. Bölgedeki bazı Arap ülkeleri bakımından; özellikle enerji temini konusunda İsrail ile doğrudan olmasa da Batılı şirketler üzerinden gerçekleştirdikleri ticaret nedeniyle ortak bir tavır geliştirmeleri söz konusu değil. Zira Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır, Hamas’ın bu hamlesini kısmen İran’ın bir hamlesi olarak görüyorlar ve İran’ın etkisinde kalarak siyaset izlemek istemiyorlar. Dolayısıyla İran’ın bu çağrısına olumlu yanıt verecekleri kanaatinde değilim” tespitini aktardı.
Türkiye’nin ise İsrail ile özel sektör ağırlıklı ticari ilişkiler ve anlaşmalar yürüttüğünü belirten Koç, “Türkiye Cumhuriyeti, devlet olarak İsrail ile olan veya özellikle Doğu Akdeniz’de yapılması planlanan enerji işbirliği noktasındaki çalışmalarını ya da ortak faaliyetlerini, işbirliğini daha ilk baştan itibaren askıya almış durumda. Dolayısıyla Türkiye’nin özel sektör değil ancak devlet olarak bu noktada bir tavır geliştirdiğini söyleyebiliriz” yorumunu paylaştı.
Türkiye’nin garantörlük girişimi İran tarafında kabul görüyor mu?
İran Dışişleri Bakanı’nın garantörlük önerisiyle ilgili “savaşın yayılmamasını önleme ve Filistinliler’in haklarını güvence altına alma” vurgusunu değerlendiren Hakkı Uygur, “Türkiye de zaten bu amaçla garantörlüğü istiyor. Barış Konferansı yapılması da yine bu anlamda hem İran hem de Türkiye’nin kabul edebileceği bir girişim olabilir. Bu konularda belki işbirliği yapılabilir. Ama şu anda Ortadoğu bölgesinde bir diplomatik girişimi için uygun bir zemin yok. Nitekim her iki bakan da belirtti; hem Amerika Birleşik Devletleri (ABD) hem Avrupa Birliği (AB) kesinlikle ateşkesi telaffuz etmek bile istemiyorlar. İsrail’e ve saldırılarına açık çek vermiş durumdalar. Dolayısıyla İran ve Türkiye’nin veya Müslüman ülkelerin yapacağı diplomatik girişimlerin etkisi de sınırlı olacaktır. Silahların konuştuğu yerde çok anlamlı olmayacaktır. Ancak ateşkes sağlandıktan sonra gündeme gelebilecektir” diye konuştu.
Türkiye’nin özellikle “İsrail açısından asıl amaç kalıcı güvenliği sağlamaksa” vurgusu yaptığına dikkat çeken Hakkı Uygur, bu nedenle Fidan’ın bir kez daha İsrail’e Filistinliler ile birlikte çift devletli çözümde anlaşma ve Türkiye’nin garantör olabileceği çağrısı yaptığını kaydetti.
Dr. Mehmet Koç ise, İran’ın Filistin konusunda halk oylamasıyla ülke kaderine karar verilmesi görüşündeyken, Türkiye’nin iki devletli çözümü desteklediğine vurgu yaptı.
İran ve Türkiye’nin son günlerde yaşananlara karşı fikirbirliği içinde olmalarına karşın bölgede kalıcı çözüm açısından görüş ayrılıkları olduğunu kaydeden Koç, “İran ve Türkiye’nin özellikle Gazze’de yaşanan soykırıma karşı ortak tavır geliştirdikleri görülmektedir. Dolayısıyla her iki taraf da acilen bir ateşkes sağlanması noktasında hemfikir ve bu yönde işbirliği içerisinde olduklarını söyleyebiliriz. Ancak meseleye çözüm sağlanmasında ise, İran, İsrail’i bir devlet olarak tanımıyor ve Filistinliler’in ülkeye dönmesi sonrasında yapılacak referandum ile ülke kaderine ve yönetim şekline karar verilmesi yönünde bir çözüm planı, önerisi var. Ancak Türkiye ise, Birleşmiş Milletler’in (BM) de onaylamış olduğu 1967 sınırlarını kabul etmekte ve İsrail’e sürekli bu yönde iki devletli bir çözüm sunmaktadır” dedi.
“Dolayısıyla Türkiye daha çok uluslararası kararları ve normları esas alarak hem Filistinliler’in haklarını güvence altına alacak hem de İsrail’in artık güven içinde bölgede kalmasını sağlayacak somut öneri ortaya koymuştur” diyen Koç, “Bu bağlamda İran’ın buna doğrudan destek verdiğini düşünemeyiz. Zira iki ülke arasında soruna çözüm yaklaşımında temelden farklılık var. Ancak bugünkü beyanlar itibariyle akan kanın durması, İsrail’in hali hazırda uyguladığı soykırım ve savaş suçlarının bir an önce durdurulması konusunda Türkiye’nin garantör olması ve İran’ın da buna destek vermesi bağlamında hemfikir olduklarını görüyoruz” diye konuştu.
Türkiye ile İran’ın ikili ilişkileri nasıl gelişiyor?
Hakan Fidan’ın dışişleri bakanlığı döneminde Tahran tarafıyla üçüncü kez görüşme gerçekleştirilmesi kapsamında İran – Türkiye hattındaki ikili ilişkilere yönelik soruları yanıtlayan uzmanlar, iki ülke arasında komşuluk gerçeğinden ve bölgesel sorunlardan kaynaklı şekilde yakın ilişki yürütülmesi zorunluluğu olduğunu söyledi.
İRAM Başkanı Hakkı Uygur, “İran bölgede çok etkin halde son on yıldır böyle. Lübnan, Suriye, Irak, işte Yemen, Körfez, Azerbaycan, Karabağ gibi hangi dosyaya bakarsanız İran orada bir şekilde etkin rol alıyor. Dolayısıyla İran ile Türkiye’nin bu başlıkları konuşması gerekiyor. Bu görüşmelerde özel bir şekilde yoğunlaşma olduğunu düşünmüyorum. İşin doğasından kaynaklanan bir durum var. Biraz da bu süreç içinde ikili ilişkiler hangi yöne evrilecek, göreceğiz. Birçok konuda uzlaşamadığımız ama krizlerde seyri de belirleyen bir ülke olan İran ve biz de ilişkilerimize bölgedeki mevcut krizler itibariyle devam edeceğiz” diye konuştu.
Dr. Mehmet Koç da, “Türkiye’nin bölgedeki belki en önemli komşularından biri olan İran’la gerek ikili gerekse bölgesel ilişkiler bağlamında zaman zaman birtakım gerilimlerin yaşandığı biliniyor. Gerek Güney Kafkasya’da gerekse Suriye’de veya Irak’ta yaşanan gelişmelerde, zaman zaman işbirliği, zaman zaman da taraflar arasında bir karşıtlık oluştuğu malumunuzdur. Dolayısıyla bu süreçleri doğru bir şekilde yönetecek, yönlendirecek bir dış politikanın Hakan Fidan öncülüğünde önümüzdeki süreçlerde ikili ilişkilerde daha samimi bir ortamı sağlayacağı görülmektedir. Bunun için bölgesel krizlerde taraflarca ortak tavır geliştirilebilmesi belirleyici bir rol oynayacaktır. Bunun önümüzdeki süreçlerde ikili ilişkilere de olumlu yansımalarını bekleyebiliriz” dedi.