2005-2008 yılları arasında Ankara’da Amerikan büyükelçiliği yapan ve halen Atlantik Konseyi’nin Dinu Patriciu Avrasya Merkezi Başkanı olan Ross Wilson, Amerika'nın Sesi'ne Türkiye'deki son siyasi gelişmeleri değerlendirdi
WASHINGTON, DC —
Başkan Barack Obama’nın ilk döneminde büyük bir ivme kazanan Türk-Amerikan ilişkileri, son dönemde hem Türkiye’deki iç siyasi gelişmeler, hem bölgesel ve uluslararası sorunlardaki tıkanıklıklar ve görüş ayrılıkları nedeniyle ikinci dönemde inişli-çıkışlı seyrediyor. Geçen yıla hakim olan bu eğilim 2014’ün ilerleyen aylarında nasıl seyredecek, iç ve dış gelişmeler ikili ilişkileri nasıl etkileyecek? Melek Çağlar bu soruları, 2005-2008 yılları arasında Ankara’da Amerikan büyükelçiliği yapan ve halen Atlantik Konseyi’nin Dinu Patriciu Avrasya Merkezi Başkanı olan Ross Wilson’a yöneltti. Melek Çağlar'ın Ross Wilson'la yaptığı söyleşiyi yukarıdaki medya oynatıcıdan izleyebilirsiniz.
Melek Çağlar - Programımıza katıldığınız için teşekkür ederiz. Türk-Amerikan ilişkilerinde 2014 yılı beklentilerine geçmeden önce, Türkiye’deki son gelişmelerin ikili ilişkilere yansımasını değerlendirelim. Taraflar arasında son zamanlarda bir gerilim gözlemleniyor, bu durum uzun süreli olabilir mi?
Ross Wilson - Son üç-dört haftadır Türkiye’de önemli gelişmeler oldu --bana kalırsa bu, Türkiye’nin son 10-12 yılda yaşadığı en büyük siyasi kriz -- ve bu gelişmeler Türk-Amerikan ilişkilerini de etkiledi. Medyada Amerikan Büyükelçisi [Francis] Ricciardone’nin, Amerikan Büyükelçiliği’nin ve bir şekilde Amerikan hükümetinin [krizde] parmağı olduğu yolunda çeşitli suçlamalar yapıldı. Büyükelçi dahil birçok isim bunun aksi açıklamalar yaptı ve Dışişleri Bakanı [John] Kerry ile [Ahmet] Davutoğlu son görüşmelerinde bu konuyu da ele aldılar. Amerika’nın elbette böyle bir konuya müdahil olmadığı açık ve umuyoruz ki Türkiye bu sorunları, tarihi ve demokratik gelenekleri çerçevesinde bir an önce aşmayı başarır.
Melek Çağlar - Dolayısıyla siz son zamanlarda gördüğümüz gerilimin uzun süreli olacağını düşünmüyorsunuz?
Ross Wilson - Uzun sürmeyeceğini umut ediyorum. Zaten gerilim yaratacak bir durum da yok. Gelişmelerin bir şekilde nasıl sonuç vereceği de önemli, ancak Kerry ile Davutoğlu’nun, Suriye, Irak ve İran gibi konuların yanısıra bu konuyu görüşmüş olmaları olumlu bir gelişme. Zaten Türk-Amerikan ilişkilerinde odak noktası bunlar olmalı, iç siyasetteki gelişmeler ya da Amerika’nın buna müdahalesi yolundaki suçlamalar değil.
Melek Çağlar - Bu, yönetim açısından bakıldığında ortaya çıkan tablo. Türkiye’deki son gelişmeler Washington’da genelde nasıl değerlendiriliyor? Düşünce kuruluşlarında, Kongre’de gelişmeler nasıl görülüyor?
Ross Wilson - Washington’da elbette çok farklı bakış açıları bulmak mümkün. Ama elbette en önemlisi Amerikan yönetiminin ve Kongre’nin duruma nasıl baktığı. Son zamanlarda Başbakan Erdoğan’ın sert çizgisi, bunun siyasi bir komplo olduğunu söylemesi, elbette burada birçok kesimin ilgisini çekti. Bu tabii ki Türkiye’ye dair genel bir görünüm değil. Uzmanlar Türkiye’yi değerlendirirken son on yıl ve daha öncesini dikkate alıyor. Son zamanlarda çok kafa karışıklığı var, oyuncular karmaşık, iddialar karmaşık ve hatta bir noktaya kadar karanlık. Dolayısıyla yönetim Türkiye ve Amerika’yı ilgilendiren bölgesel konulara odaklanmak, iç siyasi gelişmelere müdahil olmamak ve müdahilmiş gibi görünmemek istiyor -- ki zaten doğrusu da bu.
Melek Çağlar - Aynı tespiti Kongre için de yapabilir miyiz? Kuşkusuz Kongre’de her konuda çok farklı görüşler hakim, ancak genel değerlendirme nasıl?
Ross Wilson - Elbette Kongre’yi, yönetim gibi bir bütün olarak değerlendirmek yanlış. Kongre’de çok farklı görüşler hakim ve bu görüşler genelde Türkiye’ye ilişkin algılara ve hükümete dair kanılara göre de değişiyor. Hükümete yakınlık duyanlar gelişmelere, yaşanan sorunlara karşı daha dengeli bir bakış açısı sergilerken, hükümete şüpheyle yaklaşanlar daha farklı bir durum takınıyor. Bununla birlikte, Washington’da, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı konularında kaygılar var, bu kaygıları zaten Dışişleri Bakanı Kerry de son açıklamasında gündeme getirdi.
Melek Çağlar - Daha geniş bir açıdan değerlendirirsek, 2013 yılına dönüp baktığınızda, ikili ilişkiler için neler söylenebilir, ilişkiler nasıl tanımlanabilir?
Ross Wilson - Türk-Amerikan ilişkilerine her zaman iniş-çıkışlar ve daha çok da ilişkilerle ilgisi olmayan veya gelişmelerle bağlantısı bulunmayan iddialar hakim. 2013 yılında da yine buna tanık olduk. Bunda biraz da Gezi olayları ve son zamanlardaki gelişmeler etkili oldu. Ama bunun yanısıra Suriye konusu vardı. Bu, hem Suriye, hem Amerika, hem de sınır ötesinde ve topraklarında hayati ulusal güvenlik sorunlarına yol açan Türkiye için zor. Suriye, 2013’de sorun çıkaran bir konu oldu, tıpkı 2010 ve 2011’de olduğu gibi. Aynı şey Mısır için de söylenebilir, çünkü bu konuda da görüş ayrılıkları vardı. Irak sorunlu ve karmaşık olsa da 2010, 2011’de daha rahat bir konuydu ama son 5-6 ayda bu da zorlaştı. İran bence ilişkilerde nispeten daha parlak olan bir konuydu. Türkiye uzun zamandır, Amerika ve diğer ülkelerin çözüm getirecek diplomatik bir strateji üzerinde çalışmasını destekliyor.
Melek Çağlar - Türkiye’deki gelişmeler dikkate alındığında, iki ülke arasında dış politika konularındaki görüş ayrılıkları sizce bu yıl giderilebilecek mi yoksa, tersi mi olabilir?
Ross Wilson - Türkiye’de iç politikada yaşanan gelişmelerin ve bundan sonra yaşanabilecek olanların dış politika konuları üzerindeki etkisinin asgari olmasını bekliyor ve umuyorum. Türkiye’nin etrafında cereyan eden tüm dış politika, savunma ve güvenlik konularında iki ülkenin çıkarları örtüşüyor, bunlar iki ülkeyi yakından ilgilendiriyor. Bunun iki tarafı yakınlaştırması gerekir. Beni kaygılandırabilecek unsur, Türkiye’nin seçim sürecine girmiş olması. Her ülkede seçim sürecinde liderlerin odaklandığı ve bir noktaya kadar da odaklanması gereken konu, dış politikadan çok iç siyaset olur. Her ülkede partiler bir çeşit siyasi futbol oynayıp, top çevirir bu da elbette ilişkilerde gürültü kirliliğini ve gerilimi arttırır. Seçimler yüzünden bazı komplikasyonlar olabilir, ancak iki tarafın liderleri, büyükelçileri, oynayacakları rollerle her zamankinden daha çalkantılı geçebilecek bir süreci kontrol altında tutabilirler.
Melek Çağlar - Sizce, 2014 yılında Türk-Amerikan ilişkilerinde en zorlu konu ne olabilir?
Ross Wilson - Bütün göstergeler Suriye’nin hala en zorlu konulardan biri olacağına işaret ediyor. Suriye’de yaşananlar gerçek bir trajedi ve her geçen ay durum daha da kötüye gidiyor. Suriye’nin, Türkiye, Ürdün, İsrail, Irak ve Lübnan için oluşturduğu risk her geçen gün artıyor. Samimi kanaatim, Obama yönetiminin bu konuda başarılı olmadığı yönünde. Suriye konusundaki perspektifimiz de bir noktaya kadar farklı, bu yüzden de bence 2014 yılında Suriye, ilişkileri zorlayan bir konu olmaya devam edecek.
Melek Çağlar - Türkiye, bölgesinde her zaman Amerika’nın en yakın müttefiklerinden biri oldu ve bu ilişki stratejik ortaklık olarak tanımlandı. Yaşanan görüş ayrılıklarına rağmen Türkiye hala stratejik ortak olarak görülüyor mu, yoksa Amerika alternatif arayışına girebilir mi?
Ross Wilson - Açıkçası büyükelçi olarak görev yaptığım zamanlarda bile bu tür tanımlamaları pek sevdiğimi söyleyemem. Ama elbette Türkiye her zaman burada güçlü bir Amerikan müttefiki, Amerika için çok önemli bir dost olarak görüldü ve öyle de. Türkiye, makul derecede istikrarlı, makul derecede müreffeh, savunma ve güvenlik mekanizmaları, ordusu ve askeri istihbaratı güçlü bir ülke. Türkiye, istikrarın ve Amerika’nın müttefiklerinin az olduğu bir bölgede, bu, kabul etmemiz gereken bir gerçek. Amerika’nın çıkarları da Türkiye ile güçlü ve etkili bir dostluğu sürdürmesini gerektiriyor. Bence, Türk dış politikasına yön veren liderler de Amerika ile ilişkilerin Türkiye’nin yaptığı stratejik bir tercih olduğu görüşünü paylaşıyor. Bu tercihi sürdürmenin Türkiye’nin yer aldığı ve tehlikeli ve karmaşık bölgede başarısı açısından önemli olduğu biliniyor.
Melek Çağlar - Sizce, dış ve iç politikadaki güçlükler karşısında, taraflar ikili ilişkileri geliştirmek için neler yapmalı?
Ross Wilson - Ankara’da görev yaparken de ondan sonrasında da benim reçetem hep liderlerimizin, dış politika ve savunma yetkililerimizin her zaman daha fazla iletişim içinde olması, daha pozitif olması şeklindedir. Liderlerimiz, ister Başbakan’la Başkan arasında olsun, ister dışişleri bakanları seviyesinde, isterse diğer yetkililer düzeyinde karşılıklı diyalog içinde olmazlarsa ilişkiler kötüye gidiyor. Türkiye-Amerika ilişkilerinde yoğun bir konu trafiği var, çıkarlarımız açısından hayati önem taşıyan konularda bu trafiği iyi takip etmezsek, hangi konularda aynı görüşü paylaştığımızı, nerede farklılıklarımız olduğunu ve bu farklılıkların olası etkilerini anlayacak şekilde bu trafiğin etkili ve yararlı bir diyaloğa dönüşmesini sağlamazsak, ortak programlar doğrultusunda çalışmazsak sorunlar çıkabilir.
Melek Çağlar - Sizin bu söylediklerinizden, taraflar arasında iyi bir diyalog olmadığı sonucuna varabilir miyiz?
Ross Wilson - Taraflar arasında güçlü bir diyalog var, 2010 sonlarında bu süreç doruğa ulaşmıştı. Daha sonra bu biraz inişe geçti. Bir örnek vermek gerekirse, Obama ile Başbakan arasındaki doğrudan görüşme frekansı, önceki döneme göre; 2011, 2012’ye göre azaldı. Azalmanın bir çok nedeni var, tek bir unsura bağlamak yanlış olur. Ancak liderler arasındaki doğrudan görüşmeler iki ülke arasındaki günlük iletişimin en önemli ve tek diyalog kanalı değil. Liderlerin hergün sayısız konuyla ilgilenmeleri gerekiyor. Dışişleri bakanları Davutoğlu ile Kerry’nin son birkaç ayda en az yedi kez konuşmuş olması ve uluslararası toplantılar sırasında görüşmeleri çok önemlidir. Yeni müsteşarlarımızdan Victoria Nuland, Türkiye’ye gitti, görüş alışverişinde bulundu ve Türk dışişleri yetkiliyle düzenli olarak görüşüyor. Bu da çok önemli. Ulusal güvenlik danışmanımızın başta Büyükelçi Tan’la olmak üzere aynı şekilde düzenli görüş alışverişinde olması önemli. Daha alt seviyelerde de diyalog devam ediyor, bu da ilişkilerin yönünü belirlemede çok önemli.
Melek Çağlar'ın Ross Wilson'la yaptığı söyleşiyi yukarıdaki medya oynatıcıdan izleyebilirsiniz.
Melek Çağlar - Programımıza katıldığınız için teşekkür ederiz. Türk-Amerikan ilişkilerinde 2014 yılı beklentilerine geçmeden önce, Türkiye’deki son gelişmelerin ikili ilişkilere yansımasını değerlendirelim. Taraflar arasında son zamanlarda bir gerilim gözlemleniyor, bu durum uzun süreli olabilir mi?
Ross Wilson - Son üç-dört haftadır Türkiye’de önemli gelişmeler oldu --bana kalırsa bu, Türkiye’nin son 10-12 yılda yaşadığı en büyük siyasi kriz -- ve bu gelişmeler Türk-Amerikan ilişkilerini de etkiledi. Medyada Amerikan Büyükelçisi [Francis] Ricciardone’nin, Amerikan Büyükelçiliği’nin ve bir şekilde Amerikan hükümetinin [krizde] parmağı olduğu yolunda çeşitli suçlamalar yapıldı. Büyükelçi dahil birçok isim bunun aksi açıklamalar yaptı ve Dışişleri Bakanı [John] Kerry ile [Ahmet] Davutoğlu son görüşmelerinde bu konuyu da ele aldılar. Amerika’nın elbette böyle bir konuya müdahil olmadığı açık ve umuyoruz ki Türkiye bu sorunları, tarihi ve demokratik gelenekleri çerçevesinde bir an önce aşmayı başarır.
Melek Çağlar - Dolayısıyla siz son zamanlarda gördüğümüz gerilimin uzun süreli olacağını düşünmüyorsunuz?
Ross Wilson - Uzun sürmeyeceğini umut ediyorum. Zaten gerilim yaratacak bir durum da yok. Gelişmelerin bir şekilde nasıl sonuç vereceği de önemli, ancak Kerry ile Davutoğlu’nun, Suriye, Irak ve İran gibi konuların yanısıra bu konuyu görüşmüş olmaları olumlu bir gelişme. Zaten Türk-Amerikan ilişkilerinde odak noktası bunlar olmalı, iç siyasetteki gelişmeler ya da Amerika’nın buna müdahalesi yolundaki suçlamalar değil.
Melek Çağlar - Bu, yönetim açısından bakıldığında ortaya çıkan tablo. Türkiye’deki son gelişmeler Washington’da genelde nasıl değerlendiriliyor? Düşünce kuruluşlarında, Kongre’de gelişmeler nasıl görülüyor?
Ross Wilson - Washington’da elbette çok farklı bakış açıları bulmak mümkün. Ama elbette en önemlisi Amerikan yönetiminin ve Kongre’nin duruma nasıl baktığı. Son zamanlarda Başbakan Erdoğan’ın sert çizgisi, bunun siyasi bir komplo olduğunu söylemesi, elbette burada birçok kesimin ilgisini çekti. Bu tabii ki Türkiye’ye dair genel bir görünüm değil. Uzmanlar Türkiye’yi değerlendirirken son on yıl ve daha öncesini dikkate alıyor. Son zamanlarda çok kafa karışıklığı var, oyuncular karmaşık, iddialar karmaşık ve hatta bir noktaya kadar karanlık. Dolayısıyla yönetim Türkiye ve Amerika’yı ilgilendiren bölgesel konulara odaklanmak, iç siyasi gelişmelere müdahil olmamak ve müdahilmiş gibi görünmemek istiyor -- ki zaten doğrusu da bu.
Melek Çağlar - Aynı tespiti Kongre için de yapabilir miyiz? Kuşkusuz Kongre’de her konuda çok farklı görüşler hakim, ancak genel değerlendirme nasıl?
Ross Wilson - Elbette Kongre’yi, yönetim gibi bir bütün olarak değerlendirmek yanlış. Kongre’de çok farklı görüşler hakim ve bu görüşler genelde Türkiye’ye ilişkin algılara ve hükümete dair kanılara göre de değişiyor. Hükümete yakınlık duyanlar gelişmelere, yaşanan sorunlara karşı daha dengeli bir bakış açısı sergilerken, hükümete şüpheyle yaklaşanlar daha farklı bir durum takınıyor. Bununla birlikte, Washington’da, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı konularında kaygılar var, bu kaygıları zaten Dışişleri Bakanı Kerry de son açıklamasında gündeme getirdi.
Melek Çağlar - Daha geniş bir açıdan değerlendirirsek, 2013 yılına dönüp baktığınızda, ikili ilişkiler için neler söylenebilir, ilişkiler nasıl tanımlanabilir?
Ross Wilson - Türk-Amerikan ilişkilerine her zaman iniş-çıkışlar ve daha çok da ilişkilerle ilgisi olmayan veya gelişmelerle bağlantısı bulunmayan iddialar hakim. 2013 yılında da yine buna tanık olduk. Bunda biraz da Gezi olayları ve son zamanlardaki gelişmeler etkili oldu. Ama bunun yanısıra Suriye konusu vardı. Bu, hem Suriye, hem Amerika, hem de sınır ötesinde ve topraklarında hayati ulusal güvenlik sorunlarına yol açan Türkiye için zor. Suriye, 2013’de sorun çıkaran bir konu oldu, tıpkı 2010 ve 2011’de olduğu gibi. Aynı şey Mısır için de söylenebilir, çünkü bu konuda da görüş ayrılıkları vardı. Irak sorunlu ve karmaşık olsa da 2010, 2011’de daha rahat bir konuydu ama son 5-6 ayda bu da zorlaştı. İran bence ilişkilerde nispeten daha parlak olan bir konuydu. Türkiye uzun zamandır, Amerika ve diğer ülkelerin çözüm getirecek diplomatik bir strateji üzerinde çalışmasını destekliyor.
Melek Çağlar - Türkiye’deki gelişmeler dikkate alındığında, iki ülke arasında dış politika konularındaki görüş ayrılıkları sizce bu yıl giderilebilecek mi yoksa, tersi mi olabilir?
Ross Wilson - Türkiye’de iç politikada yaşanan gelişmelerin ve bundan sonra yaşanabilecek olanların dış politika konuları üzerindeki etkisinin asgari olmasını bekliyor ve umuyorum. Türkiye’nin etrafında cereyan eden tüm dış politika, savunma ve güvenlik konularında iki ülkenin çıkarları örtüşüyor, bunlar iki ülkeyi yakından ilgilendiriyor. Bunun iki tarafı yakınlaştırması gerekir. Beni kaygılandırabilecek unsur, Türkiye’nin seçim sürecine girmiş olması. Her ülkede seçim sürecinde liderlerin odaklandığı ve bir noktaya kadar da odaklanması gereken konu, dış politikadan çok iç siyaset olur. Her ülkede partiler bir çeşit siyasi futbol oynayıp, top çevirir bu da elbette ilişkilerde gürültü kirliliğini ve gerilimi arttırır. Seçimler yüzünden bazı komplikasyonlar olabilir, ancak iki tarafın liderleri, büyükelçileri, oynayacakları rollerle her zamankinden daha çalkantılı geçebilecek bir süreci kontrol altında tutabilirler.
Melek Çağlar - Sizce, 2014 yılında Türk-Amerikan ilişkilerinde en zorlu konu ne olabilir?
Ross Wilson - Bütün göstergeler Suriye’nin hala en zorlu konulardan biri olacağına işaret ediyor. Suriye’de yaşananlar gerçek bir trajedi ve her geçen ay durum daha da kötüye gidiyor. Suriye’nin, Türkiye, Ürdün, İsrail, Irak ve Lübnan için oluşturduğu risk her geçen gün artıyor. Samimi kanaatim, Obama yönetiminin bu konuda başarılı olmadığı yönünde. Suriye konusundaki perspektifimiz de bir noktaya kadar farklı, bu yüzden de bence 2014 yılında Suriye, ilişkileri zorlayan bir konu olmaya devam edecek.
Melek Çağlar - Türkiye, bölgesinde her zaman Amerika’nın en yakın müttefiklerinden biri oldu ve bu ilişki stratejik ortaklık olarak tanımlandı. Yaşanan görüş ayrılıklarına rağmen Türkiye hala stratejik ortak olarak görülüyor mu, yoksa Amerika alternatif arayışına girebilir mi?
Ross Wilson - Açıkçası büyükelçi olarak görev yaptığım zamanlarda bile bu tür tanımlamaları pek sevdiğimi söyleyemem. Ama elbette Türkiye her zaman burada güçlü bir Amerikan müttefiki, Amerika için çok önemli bir dost olarak görüldü ve öyle de. Türkiye, makul derecede istikrarlı, makul derecede müreffeh, savunma ve güvenlik mekanizmaları, ordusu ve askeri istihbaratı güçlü bir ülke. Türkiye, istikrarın ve Amerika’nın müttefiklerinin az olduğu bir bölgede, bu, kabul etmemiz gereken bir gerçek. Amerika’nın çıkarları da Türkiye ile güçlü ve etkili bir dostluğu sürdürmesini gerektiriyor. Bence, Türk dış politikasına yön veren liderler de Amerika ile ilişkilerin Türkiye’nin yaptığı stratejik bir tercih olduğu görüşünü paylaşıyor. Bu tercihi sürdürmenin Türkiye’nin yer aldığı ve tehlikeli ve karmaşık bölgede başarısı açısından önemli olduğu biliniyor.
Melek Çağlar - Sizce, dış ve iç politikadaki güçlükler karşısında, taraflar ikili ilişkileri geliştirmek için neler yapmalı?
Ross Wilson - Ankara’da görev yaparken de ondan sonrasında da benim reçetem hep liderlerimizin, dış politika ve savunma yetkililerimizin her zaman daha fazla iletişim içinde olması, daha pozitif olması şeklindedir. Liderlerimiz, ister Başbakan’la Başkan arasında olsun, ister dışişleri bakanları seviyesinde, isterse diğer yetkililer düzeyinde karşılıklı diyalog içinde olmazlarsa ilişkiler kötüye gidiyor. Türkiye-Amerika ilişkilerinde yoğun bir konu trafiği var, çıkarlarımız açısından hayati önem taşıyan konularda bu trafiği iyi takip etmezsek, hangi konularda aynı görüşü paylaştığımızı, nerede farklılıklarımız olduğunu ve bu farklılıkların olası etkilerini anlayacak şekilde bu trafiğin etkili ve yararlı bir diyaloğa dönüşmesini sağlamazsak, ortak programlar doğrultusunda çalışmazsak sorunlar çıkabilir.
Melek Çağlar - Sizin bu söylediklerinizden, taraflar arasında iyi bir diyalog olmadığı sonucuna varabilir miyiz?
Ross Wilson - Taraflar arasında güçlü bir diyalog var, 2010 sonlarında bu süreç doruğa ulaşmıştı. Daha sonra bu biraz inişe geçti. Bir örnek vermek gerekirse, Obama ile Başbakan arasındaki doğrudan görüşme frekansı, önceki döneme göre; 2011, 2012’ye göre azaldı. Azalmanın bir çok nedeni var, tek bir unsura bağlamak yanlış olur. Ancak liderler arasındaki doğrudan görüşmeler iki ülke arasındaki günlük iletişimin en önemli ve tek diyalog kanalı değil. Liderlerin hergün sayısız konuyla ilgilenmeleri gerekiyor. Dışişleri bakanları Davutoğlu ile Kerry’nin son birkaç ayda en az yedi kez konuşmuş olması ve uluslararası toplantılar sırasında görüşmeleri çok önemlidir. Yeni müsteşarlarımızdan Victoria Nuland, Türkiye’ye gitti, görüş alışverişinde bulundu ve Türk dışişleri yetkiliyle düzenli olarak görüşüyor. Bu da çok önemli. Ulusal güvenlik danışmanımızın başta Büyükelçi Tan’la olmak üzere aynı şekilde düzenli görüş alışverişinde olması önemli. Daha alt seviyelerde de diyalog devam ediyor, bu da ilişkilerin yönünü belirlemede çok önemli.
Melek Çağlar'ın Ross Wilson'la yaptığı söyleşiyi yukarıdaki medya oynatıcıdan izleyebilirsiniz.