TÜSİAD'dan 'Demokrasi' Vurgusu

(ARŞİV)

Türkiye ekonomisi denince Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile ilk akla gelen iki kurumdan biri olan TÜSİAD, Yüksek Seçim Kurulu’nun İstanbul’daki seçimlerin tekrarlanacağını duyurduğu 6 Mayıs’ta “seçim ortamına geri dönmek kaygı vericidir” açıklamasıyla, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “yanlış yapıyorsunuz, herkes haddini bilecek” tepkisine maruz kalmıştı.

Türkiye’de 4500 şirketin sahibi ve yöneticisi olan 700 üyeye sahip, kamu hariç istihdamın ve milli gelirin %50’sini oluşturan ve toplam dış ticaretin %85’ini gerçekleştiren “patronlar kulübü”, bugünkü Yüksek İstişare Kurulu (YİK) toplantısında YİK Başkanı Tuncay Özilhan’ın ağzından bir yandan açıklamalarını TÜSİAD tüzüğü çerçevesinde yaptıklarını hatırlatırken diğer yandan da Türkiye’nin içinde bulunduğu riskler ve sorunları da ortaya koymayı sürdürdü.

Özilhan: “Ekonomideki sıkıntıları aşmak için önce yönetim sistemimizdeki sıkıntıları aşmamız gerekir”

TÜSİAD’ın insan hakları evrensel ilkelerinin, düşünce, inanç ve girişim özgürlüklerinin, laik hukuk devletinin, katılımcı demokrasi anlayışının, liberal ekonominin, rekabetçi piyasa ekonomisinin kurum ve kurallarının ve sürdürülebilir çevre dengesinin benimsendiği bir toplumsal düzenin oluşmasına ve gelişmesine katkı sağlamayı amaçladığını söyleyen Özilhan şu mesajları verdi:

“Bu maddenin verdiği güçle, diyoruz ki: ekonomideki sıkıntıları aşmak için önce yönetim sistemimizdeki sıkıntıları aşmamız gerekir. Aksi halde, ekonomide atılacak adımlar pansuman niteliğinde kalır; yarayı tedavi etmez. Bu da bizi iç politikadaki sıkışmaya getiriyor. Ekonomik performans düştükçe, arka arkaya yapılan seçimlerde, seçim ekonomisi uygulanıyor. Yapısal sorunların çözümü hep ileri tarihlere erteleniyor Bu sıkışmayı seçimlerle aşmaya çalışıyoruz. 2007’den bu yana toplam 14 kez sandık kuruldu. İptal edilen İstanbul seçimlerini de dahil edersek sayı 15’e yükseliyor. Yeni bir toplumsal uzlaşma için bu kadar seçim yaptık ama parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş tamamlanmış gözükmüyor” dedi.

“Ekonominin düzelmesi için hukuk ve adalet sisteminin düzelmesi gerekiyor”

Türkiye’nin Küresel Rekabet Endeksi’ne göre 140 ülke arasında makro ekonomik ortam açısından 116., enflasyon oranında 121., işgücü piyasası verimliliği ve yargının bağımsızlığında 111., basın özgürlüğünde 129. sırada olduğunu belirten TÜSİAD YİK Başkanı, “Oysa pazar büyüklüğünde 13.sıradayız. Bu nedenle diyoruz ki ekonominin düzelmesi için hukuk ve adalet sisteminin düzelmesi gerekiyor. Demokrasi işler kılınırsa, hukukun üstünlüğü tesis edilirse, eleştirel düşünmenin önünü açan bir eğitim reformu yapılırsa, ekonomimizin performansı yükselecek. Biz bu nedenle ekonomi derken demokrasi diyoruz; yargı bağımsızlığı diyoruz; hukukun üstünlüğü diyoruz; insan hakları diyoruz; akademik özgürlükler diyoruz; liyakat diyoruz; ifade özgürlüğü diyoruz. Demeye devam edeceğiz” diye konuştu.

Özilhan: “Ayrıştıran söylemler toplum huzurunu bozuyor ama insanımız sağduyusunu koruyor”

Güçler ayrılığının mükemmel işlediği, yürütmenin rahat çalıştığı, parlamenter denetimin etkin olduğu, hukuk devleti kurallarının sorgusuz sualsiz işlediği, ifade ve medya özgürlüklerinin güvence altına alındığı, yargının bağımsızlığından ve tarafsızlığından kimsenin en ufak bir kuşkusunun bile olmadığı bir sistem kurulmak istendiğini ama bunun henüz kurulmadığını söyleyen TÜSİAD YİK Başkanı, bununla birlikte toplumsal gerilim ve kutuplaşmaya da dikkat çekti:

“Art arda gelen seçimlerdeki sert ve toplumu ayrıştıran söylemler maalesef toplumsal huzuru bozuyor. Seçim sonrasında muhalefet liderinin saldırıya uğraması, siyasi gerilimi daha da yükseltti. İstanbul seçimlerinin iptali ile, siyasi gerilimin bir süre daha devam edeceği belli. Bunlara rağmen, insanımız sağduyusunu ve soğukkanlılığını koruyor. Sokakta, üniversitelerde, mahallelerde, gençler arasında bir kutuplaşma görmüyoruz. Sandık sonuçları da siyasetçiler arasındaki kutuplaşmanın karşılık bulmadığını gösteriyor. 31 Mart’ta insanımız, ayrışma değil, birlikte hareket edilmesini istedi ve bu talebini verdiği oylarla gösterdi. Birçok büyükşehir belediyesinde CHP’li belediye başkanlarına AK Partili belediye meclisleri ile birlikte uyumlu çalışma görevini verdi. Ve şimdi bunun sonuçlarını bekliyor.”

“Uluslararası gerilimler TL’nin değerinde düşüşlere yol açıyor, bu da şirketleri zayıflatıyor, iflaslara yol açıyor”

Türkiye’nin Avrupa Birliği perspektifine vurgu yapan Tuncay Özilhan, “savunma ihtiyaçları ülkelerin uzun vadeli milli menfaatlerine uygun olarak oluşturulur, bu nedenle ittifaklar kolay kolay değişmez” diyerek Türkiye’nin Batı İttifakı’ndaki pozisyonunu koruması gereğine işaret ederken uluslararası ilişkilerdeki gerilimlerin, TL’nin değerinde sert düşüşlere neden olduğunu söyledi.

“Bu sert düşüş reel sektörde maliyet artışına yol açıyor; üretim ve yatırım kararlarını bozuyor; şirketleri mali olarak zayıflatıyor; iflaslara yol açıyor. Eğer Türkiye küresel düzendeki yerinin hiç tereddütsüz biçimde kural temelli uluslararası sistem içinde olduğunu herkese gösterebilirse ve AB tam üyelik perspektifini güçlendirebilirse, bu durum “toptan ve çok yönlü” bir reform niyet ve taahhüdü anlamına gelir. Türkiye yeniden dış kaynak çekmeye başlar. TL tekrar değer kazanır, dolarizasyon geri çevrilir ve ekonomideki konjonktürel sorunlar hafifler. Eğer toplumsal uzlaşı sağlayabilirsek, güven ortamını tesis edebilirsek, yönetim modelindeki sorunları aşarsak, ekonomideki yapısal sorunları çözme yoluna gireriz. Başka çaremiz yok kutuplaşmayı bitireceğiz.”

Kaslowski: “F-35, S-400, Kıbrıs ve Suriye çevresindeki sorunlar diplomasiyle çözülecektir”

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski ise dış politikada diplomasinin önemine vurgu yaptı.

Gümrük Birliği Anlaşması’nın güncellenmesini beklediklerini de söyleyen TÜSİAD Başkanı, “Dış politikada zorlu süreçlerin eşiğindeyiz. F-35 beşinci nesil savaş uçakları ve S-400 hava savunma sistemi etrafında yaşadığımız sorunlar, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz Bölgesi’ndeki doğal gaz yatakları ile ilgili konular, Suriye meselesinin nasıl sonuçlanacağı, Avrupa Birliği ile geleceğimizin nasıl olacağı konuları karşımızda duruyor. Bu mevzular eninde sonunda diplomasi ile çözülecektir. An itibari ile bu konular ekonomimize giderek artan bir oranda olumsuz yansıyor. Bu riskleri, başta banka ve finans sektörü olmak kaydıyla, ekonomik reformları hemen gündeme alarak ve etkili şekilde uygulayarak en aza indirebiliriz. Gençlerimizin geleceğini bu topraklarda hayal edebildiği, yarına umutla bakan bir ülke iklimini ancak bu şekilde oluşturabiliriz” dedi.

Kaslowski: “Yeni şoklarla karşılaşmamak için bütüncül bir program içine girmeliyiz”

Seçimsiz geçecek dört senede Türkiye’nin reformlara ve makro ekonomik gündeme odaklanması gerektiğini hatırlatan Kaslowski, zaten “kırılgan bir ekonomiye” sahip olan Türkiye’nin “serbest piyasa ekonomisinden vazgeçildiği” veya yeni bir model arayışında olduğu izlenimi vermemesi gerektiğini hatırlattı:

“Biliyorsunuz, Türkiye’nin ciddi bir dış borcu var. Aslında son 10 yıldır bütün dünyada borçluluk arttı, bu hem gelişmekte olan hem de sanayileşmiş ülkeler için geçerli. Ancak bizim özel sektörümüzün dış borcu biraz daha hızlı arttı ve üstelik TL’nin ciddi değer kaybı borcu daha ağırlaştırdı. Bu borcu piyasadan sağlanan kaynakla çevirmeye çalışıyoruz. Türkiye’nin ekonomisine olan güven biraz önce sizlerle paylaştığım güven unsurları yoluyla güçlenmez ise, içinde bulunduğumuz bölgesel siyasi dinamiklerle birlikte risk ve maliyet artar. Bu güveni sağlamak için dış borcu azaltacak, bankaların bilançolarını rahatlatacak, aynı zamanda ‘Yapısal Dönüşüm Adımları’ içinde yer alan önlemlerin süratle hayata geçirilmesine ihtiyaç vardır. Bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda, dış borç hala yüksek, enflasyon henüz istenen seviyede değil, kredi mevduat oranları yüksek; rezervlerimiz düşük. Yeni şoklarla karşılaşmamak için hız, kapsam, içerik ve güven unsurlarına yönelik bütüncül bir program içine girmeliyiz.”