Rusya’nın Suriye müdahalesi ve İran’ın nükleer anlaşma sonrası küresel arenaya geri dönüşüyle günümüzde Ortadoğu’daki dengeler açısından oldukça hareketli bir dönem yaşanıyor. Konu, Washington’da da tartışılıyor.
ABD ve uluslararası koalisyonun devam eden operasyonlarına karşın IŞİD hala istenen seviyeye geriletilemezken, örgüt bunun yanında, Irak ve Suriye’nin ötesinde Libya gibi ülkelerdeki varlığıyla ve Avrupa’daki terör saldırılarıyla uluslararası toplumun önünde ciddi bir tehdit unsuru olmaya devam ediyor.
Suriye’de siyasi bir çözüm bulma çabası kapsamında Cenevre’de başlayan görüşmelerden olumlu bir netice alınıp alınmayacağı da şu an için belirsiz.
İran ve Suudi Arabistan arasındaki gerilim ekseninde bölgede yaşanan ihtilaflar ve diğer yerel güçlerin rol ve çıkarları, bugün yine Ortadoğu’yu Washington’da en çok tartışılan bölge haline getirmiş durumda.
Batılı ve Arap koalisyonların Suriye’deki hedefleri neler? İran’la nükleer anlaşma, bölgedeki güç dengesini nasıl değiştirecek? ABD ve Rusya’nın bölgedeki dış politikasına dair uzun vadeli beklentiler neler? Suriye’de kaç savaş sürüyor?
İşte tüm bu sorular Washington’daki Ulusal Basın Merkezi’nde Küresel Çıkarlar Merkezi (Center on Global Interests) adlı düşünce kuruluşunun düzenlediği “ABD, Rusya ve Yeni Ortadoğu Düzensizliği” başlıklı panelde tartışıldı.
‘Bölgede merkezi ülke Suudi Arabistan’
Düşünce kuruluşu Woodrow Wilson’da Ortadoğu uzmanı olan David Ottaway, sunumunda özellikle Suudi Arabistan’a odaklanarak, bu ülkenin günümüzde Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerde merkezi bir öneme sahip olduğu görüşünü dile getirdi.
Ottaway, Suudi Arabistan’ın, aslında yeni kraldan da önce Arap Baharı ile bölgede çok daha aktif bir politika izlemeye başladığını, bu aktivizmin Suudiler’in Libya’da Kaddafi’ye karşı güç kullanımına yetki veren BM kararına uzanan süreçte kritik rol oynamasıyla başladığını söyledi.
Suudiler’in ikinci önceliklerinin ise Suriye olduğunu belirten Ottaway, bir önceki Suudi Kralı Abdullah’ın daha 2011 Eylül ayında Beşar Esat’a “iktidarı bırak” çağrısı yaptığına dikkati çekti.
Ottaway, Suudiler’in Yemen’e müdahalesinin de bu ülkenin ilk kez askeri güç olarak kendisini göstermesine işaret ettiğini kaydetti.
Bunun Riyad’ın sadece İran’la arasındaki hasımlıktan kaynaklanmadığını, Suudiler’in Arap Baharı sonrasında Ortadoğu’nun üç “geleneksel güç merkezi” olan Bağdat, Şam ve Kahire eksenindeki güç boşluğunu gördüğünü belirten Ottaway, “İslam’ın merkezi, en büyük Arap ekonomisi ve dünyanın en büyük yabancı rezervlerine sahip ülkelerden biri olmanın yanında, askeri güç de olabileceklerini kanıtlamak istediler” diye konuştu.
Ottaway, Suudi Arabistan’ın son dönemdeki proaktifliği ve “Arap dünyasının büyük gücü olma” kararlılığında, İran’ın nükleer anlaşma sonrası uluslararası meşruiyet sahnesine geri dönüşü ve İran’ın Arap dünyasında etkisini arttırmaya dönük güçlü çaba sergileyeceği düşüncesinin de rol oynadığını dile getirdi.
İki ülke arasındaki bu ihtilafın en iyi Suriye’de yansımasını bulduğuna dikkati çeken Ottaway, Suudi Arabistan-Rusya ilişkilerine de değinerek, Suudiler’in Ruslar’dan silah almaya sanki istekli oldukları görünümü yaratarak aslında “Ruslarla oynadığını”, bunu Ruslar Beşar Esat’tan desteğini çekinceye kadar asla yapmayacaklarını söyledi.
Rusya’nın iki jeopolitik hedefi
George Mason Üniversitesi Siyaset, Yönetim ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Profesör Mark Katz da, özellikle Rusya’nın politikalarına değindiği sunumunda, Rusya’nın Bolşevik devriminden bu yana bölgede iki jeopolitik hedef izlediğini belirterek, bunlardan birincisini “Batı karşıtı dış politika”, ikincisini de “Ortadoğu’daki yerel eğilimlerin eski Sovyet cumhuriyetleri, özellikle de Müslüman bölgeleri etkilemesini engellemek” olarak sıraladı.
Profesör Katz, Rusya’nın Suriye politikasına ilişkin olarak, Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’in Batı’ya, “Rusya ve Batı Suriye konusunda aynı sayfada, İslami radikalizm ikimizi de tehdit ediyor, dolayısıyla Esat rejimi, alternatifinden daha iyi çünkü ‘ılımlı’ bir alternatif yok” mesajını vermek istediğini dile getirdi.
Ruslar’ın Suudi Arabistan’a bakışının, bir anlamda aslında ABD’nin İran’a bakışıyla benzerlik gösterdiğini belirten Katz, “Ruslar, Suudi Arabistan’ı muhafazakar bir monarşi olarak değil, İslami devrimci bir rejim ve bu devrimi yaymaya çalışan bir ülke olarak görüyor” dedi.
Mark Katz, Ruslar’ın buna rağmen Suudilerle iş yapmasını ise yine ABD ile Rusya arasındaki bir yaklaşım farkına bağladı. Katz, “Amerikalılar bir hükümeti sevmezse ona yaptırım uygular, ticareti keser. Ruslar birinden gerçek anlamda korkarsa onunla ticarete girişip, iyi ilişkiler kurmak için teşvikler sağlar” diye konuştu.
Katz, Putin iktidarının hem Suudiler’i hem de Amerikalılar’ı “Ruslar’ın çıkarlarına zarar verebilecek değişim güçleri” olarak gördüğünü ve bunu önlemek için onlarla birlikte çalışma yönünde çaba gösterdiğini belirtti.
'Yeni Ortadoğu düzensizliğinin altında Sünni-Şii ihtilafı var'
Woodrow Wilson düşünce kuruluşuna bağlı Kennan Enstitüsü uzmanı Michael Kofman da, yeni “Ortadoğu düzensizliğinin” altında yatan yapısal unsurun, ABD-Rusya ya da Arap-İsrail ihtilafı değil, Sünni-Şii bölünmesi olduğu görüşünü dile getirdi.
Kofman, bunun bölgedeki çok sayıda ihtilaf ve çatışmalar ekseninde Suudi Arabistan ve İran arasındaki çekişmede görülebildiğini söyledi.
Ruslar’ın Ortadoğu’ya yaklaşımının temelinde bölgede erişime sahip olma ve rol oynama çabasının yattığını, bunu da silah satışı ve nükleer enerjiyle yapmaya çalıştığını kaydeden Kofman, “Ruslar Suriye’de şuna inanıyor; Suriye rejimi, ülkedeki tek meşru ve yaşayabilir aktör ve onun devrilmesi ülkeyi bugünkü Libya ya da 1990’lardaki Afganistan’a çevirir. Esat karşıtı bir laik, ılımlı muhalefeti öne çıkarmak da gerçekçi değil çünkü bu muhalefetin IŞİD gibi güçlere karşı hiçbir şansı yok. İktidara gelseler bile akıbetleri Afganistan’da Taleban’ın sahneye çıkışı gibi olur” diye konuştu.
Kofman, Suriye’nin aslında ABD ve Rusya değil, “öncelikle İran ve Suudi Arabistan arasındaki bir ihtilaf alanı” olduğunu da savundu.
Kofman, Suriye’de ılımlı muhalefetin çeşitli alanlarda zemin kaybetmekte olduğunu söyledi ve zaman içinde Rusya’nın da rolünün artacağı öngörüsünde bulundu.
'Suudi Arabistan IŞİD’i değil İran’ı düşman bellemiş durumda'
Georgetown Üniversitesi Çağdaş Arap Araştırmaları Merkezi öğretim üyesi Jean-Francois Seznec de, özellikle Suudi Arabistan’ın rolüne odaklandığı sunumunda, “Bugün Suudi Arabistan düşmanının kim olduğuna karar vermeli; Suriye’de ya IŞİD ya da İran. Bence Suudiler şu anda İran’ı seçmiş durumdalar” dedi.
Bu duruşun Suudi Arabistan’ın dünyadaki konumunu “yalnızlaştırdığını”, çünkü ABD ve Rusya’nın Suudiler’in IŞİD’e karşı odaklanarak kendileriyle birlikte çalışmasını istediğini kaydeden Seznec, ancak yakın zamanda Suudi Arabistan’ın pozisyonunu değiştireceğini sanmadığını belirtti.
Seznec, “Bence Suudi Arabistan IŞİD’i kendisi açısından problem ya da düşmanı olarak görmüyor. Bu noktada ABD ile Suudi Arabistan politikası arasında büyük bir fark ortaya çıkıyor” dedi.
Seznec, Suudiler’in Esat’ı yenilgiye uğratma isteği ve ülkedeki bazı gruplara desteğinin altında da “İran’ı yenilgiye uğratmak” hedefinin yattığını söyledi.
‘Türkiye ikili oynuyor, sınır güvenliği tehlikeye giriyor’
Türkiye’nin Suriye’deki rolünde ise bir unsurun kendisini “şaşırttığını” belirten Seznec, “Türkiye Suriye meselesinde güya Suudiler’in ve birçok bakımdan ABD’nin tarafında görünüyor ama Suriye’deki Kürt gruplara tamamen karşı olduğunu da görüyoruz. Halbuki bu gruplar ABD ve Rusya tarafından destekleniyor. Dolayısıyla Türkler burada ikili oynuyor ve bu çok tehlikeli bir ikili oyun çünkü sınırı güvenli olmaktan çıkarıyor” diye konuştu.