Amerika'da bugün Cadılar Bayramı. Amerika'nın Sesi'nden Steve Baragona bu cadılar bayramında bugünlerde medyada kendine sıklıkla yer bulan zombi kültürü üzerine uzmanlarla görüştü
WASHINGTON —
Buffalo Üniversitesi Edebiyat Profesörü David Castillo’ya sorarsanız zombilerden çok şey öğrenmek mümkün.
Castillo, zombilerin bize kendi kimliğimizin durumu hakkında düşündüğümüz şeylerle ilgili korkularımızı ve toplum olarak yaptığımız seçimleri gösterdiğini söylüyor.
Şuursuz hale gelen zombinin altında yatan gizli mesajlar var. Castillo toplumun zombi öyküleriyle ilgili tutkusunun önemli olduğunu düşünüyor.
Yaşayan ölü toplulukları Sırbistan’dan Singapur’a kadar birçok ülkede sokaklarda yürürken görüldü. Dünya Savaşı Z filmi dünya çapında yarım milyar dolar gişe hasılatı yaptı. The Walking Dead dizisi ise 4’üncü sezonunda.
Ortada bir şey olduğu kesin. Acaba insanlık zombi istilasında kendi geleceğiyle ilgili bir mesaj mı görüyor?
Bu noktaya gelmeden önce biraz zombi tarihine eğilelim.
George Mason Üniversitesi’nden antropolog Jeffrey Mantz “zombi” sözcüğünün Kongo dilinden geldiğini söylüyor. Köle olarak getirilen Afrikalılar ile beraber Amerika kıtasına taşınan sözcük, Karayip halkları arasında dini törenlerde önem kazanmış. Özellikle de Haiti’de.
Hollywood’un zombilere olan ilgisi ise Amerikalılar’ın Haiti’yi işgal ettiği 1915- 1934 yılları arasında başlamış. Başrolünde efsanevi oyuncu Bela Lugosi’nin oynadığı Beyaz Zombi filmi beyaz perdeye 1932 yılında yansımış.
Ancak Haitililer Amerikalı haleflerini tanıyamayabilir.
Öncelikle Haitili zombilerin ölü olması gerekmiyor.
Mantz zombiliğin kölelik döneminde sahipler ve köleler arasındaki ilişkiyle ilgili olduğunu söylüyor. Haiti, Amerikan kıtasında oluşturulan en önemli şeker kamışı sömürgelerinden biriydi. Zombi inancına göre bir kişinin bedeni ruhundan ayrıldıktan sonra beden hayata döndürülerek kötü niyetli birinin hizmetine girebiliyor.
Mantz, zombi inanışının bazı Batı inanışlarıyla paralellik gösterdiğini söylüyor. Eski Kuzey Avrupa folklorunda mezarlıkta ziyaret edilmeyen akrabaların hayalet olarak döndüğüne inanılırmış.
Ancak Castillo, insan eti yiyen modern zombi kavramının 1968’de yapılan Yaşayan Ölülerin Gecesi filminden geldiğini söylüyor.
Mantz bu filmin yapıldığı yılların Amerikan toplumunda çalkantılarla geçtiğine dikkat çekiyor. Amerikan toplumunun hızla değiştiği bu yıllar aynı zamanda nükleer savaş riskinin ve Sovyetler’le gerilimin yüksek olduğu bir dönem.
Zombilere birçok mecazi anlam yüklenebileceğini söyleyen profesör asıl önemli olanın ise insanların zombi saldırısına nasıl karşılık verdiği olduğunu belirtiyor.
Yaşayan Ölülerin Gecesi filminde başroldeki iki karakter sürekli tartışıyor ve aralarındaki işbirliği eksikliği sonlarını hazırlıyor.
Bu durumun zombi filmlerinde sıklıkla görüldüğünü söyleyen Mantz bu nedenle konunun zombiler değil insanlar olduğunu söylüyor.
Walking Dead dizisinde de insan ilişkileri zombilerle mücadele kadar önemli bir yer kaplıyor.
28 Gün Sonra filmi de dünya sona erdiğinde kime güvenip güvenilemeyeceğini sorguluyordu.
2002’de yapılan film yavaş hareket eden yaşayan ölüler tiplemesini değiştirmişti. Bu zombiler internet çağına uygun olarak son derece hızlı hareket ediyordu.
İnsanlık kayboluyor, insanlar zombiye dönüşüyor
Mantz, zombi sembolünün etkili olduğunu çünkü toplumda insanı insan yapan şeylerin değiştiğine dair endişeler olduğunu söylüyor. Mantz, çok hızla meydana gelen teknolojik değişikliklerin bizi gerçek anlamda zombiye dönüştürdüğünü söylüyor.
Eskiden bizi zombileştirenin televizyon olduğunu söyleyen profesör, şimdilerde bunu bilgisayar oyunlarının yaptığını belirtiyor. İnsanların akıllı telefonlara uzun süre baktığını ve sokağı izlersek birbirlerine yaklaşan insanların birbirlerini görmeden akıllı telefonlarına gömülü bir şekilde hareket ettiklerini görebileceğimizi belirtiyor.
Profesör bunları yarı şaka yollu söylese de teknolojinin gerçekten insanlığımızı elimizden aldığı konusunda ısrarlı.
Profesör bu teknolojilerde kullanılan birçok mineralin büyük insanlık suçları işlenen ve zombinin anavatanı olan Kongo’dan geliyor olmasını da “ironik” olarak değerlendiriyor.
Ancak tüm bunlar neden insanlığın şimdi zombi sembolüyle bu kadar haşır neşir hale geldiği sorusuna tam bir cevap vermiyor. Castillo bunun cevabının psikolojimizin derinliklerinde yattığını düşünüyor.
Castillo’ya göre gittikçe artan şekilde insanlar insanlığın bir krizde olduğunu ve uçuruma yanaştığımızı hissettiğini söylüyor. Zamanın sonu geldiği hissi yaygın.
Küresel ısınma, hastalık, terör, siyasi işlevsizlik ve ekonomik çöküntü göz önünde bulundurulduğunda Castillo, belki de bu hissin çok da yanlış olmadığını belirtiyor.
Castillo genel kanının kıyamete yaklaştığımız olduğunu ve insanlığın bunu durdurmak konusunda çaresiz hissettiğini söylüyor. Bu anlamda zombiler bu hisse bir örnek.
Kim bilir, belki de zombilerin getirdiği bir kıyamet günü çok geç olmadan insanlığa beraber yaşamayı öğretebilir.
Castillo, zombilerin bize kendi kimliğimizin durumu hakkında düşündüğümüz şeylerle ilgili korkularımızı ve toplum olarak yaptığımız seçimleri gösterdiğini söylüyor.
Şuursuz hale gelen zombinin altında yatan gizli mesajlar var. Castillo toplumun zombi öyküleriyle ilgili tutkusunun önemli olduğunu düşünüyor.
Yaşayan ölü toplulukları Sırbistan’dan Singapur’a kadar birçok ülkede sokaklarda yürürken görüldü. Dünya Savaşı Z filmi dünya çapında yarım milyar dolar gişe hasılatı yaptı. The Walking Dead dizisi ise 4’üncü sezonunda.
Ortada bir şey olduğu kesin. Acaba insanlık zombi istilasında kendi geleceğiyle ilgili bir mesaj mı görüyor?
Bu noktaya gelmeden önce biraz zombi tarihine eğilelim.
George Mason Üniversitesi’nden antropolog Jeffrey Mantz “zombi” sözcüğünün Kongo dilinden geldiğini söylüyor. Köle olarak getirilen Afrikalılar ile beraber Amerika kıtasına taşınan sözcük, Karayip halkları arasında dini törenlerde önem kazanmış. Özellikle de Haiti’de.
Hollywood’un zombilere olan ilgisi ise Amerikalılar’ın Haiti’yi işgal ettiği 1915- 1934 yılları arasında başlamış. Başrolünde efsanevi oyuncu Bela Lugosi’nin oynadığı Beyaz Zombi filmi beyaz perdeye 1932 yılında yansımış.
Ancak Haitililer Amerikalı haleflerini tanıyamayabilir.
Öncelikle Haitili zombilerin ölü olması gerekmiyor.
Mantz zombiliğin kölelik döneminde sahipler ve köleler arasındaki ilişkiyle ilgili olduğunu söylüyor. Haiti, Amerikan kıtasında oluşturulan en önemli şeker kamışı sömürgelerinden biriydi. Zombi inancına göre bir kişinin bedeni ruhundan ayrıldıktan sonra beden hayata döndürülerek kötü niyetli birinin hizmetine girebiliyor.
Mantz, zombi inanışının bazı Batı inanışlarıyla paralellik gösterdiğini söylüyor. Eski Kuzey Avrupa folklorunda mezarlıkta ziyaret edilmeyen akrabaların hayalet olarak döndüğüne inanılırmış.
Ancak Castillo, insan eti yiyen modern zombi kavramının 1968’de yapılan Yaşayan Ölülerin Gecesi filminden geldiğini söylüyor.
Mantz bu filmin yapıldığı yılların Amerikan toplumunda çalkantılarla geçtiğine dikkat çekiyor. Amerikan toplumunun hızla değiştiği bu yıllar aynı zamanda nükleer savaş riskinin ve Sovyetler’le gerilimin yüksek olduğu bir dönem.
Zombilere birçok mecazi anlam yüklenebileceğini söyleyen profesör asıl önemli olanın ise insanların zombi saldırısına nasıl karşılık verdiği olduğunu belirtiyor.
Yaşayan Ölülerin Gecesi filminde başroldeki iki karakter sürekli tartışıyor ve aralarındaki işbirliği eksikliği sonlarını hazırlıyor.
Bu durumun zombi filmlerinde sıklıkla görüldüğünü söyleyen Mantz bu nedenle konunun zombiler değil insanlar olduğunu söylüyor.
Walking Dead dizisinde de insan ilişkileri zombilerle mücadele kadar önemli bir yer kaplıyor.
28 Gün Sonra filmi de dünya sona erdiğinde kime güvenip güvenilemeyeceğini sorguluyordu.
2002’de yapılan film yavaş hareket eden yaşayan ölüler tiplemesini değiştirmişti. Bu zombiler internet çağına uygun olarak son derece hızlı hareket ediyordu.
İnsanlık kayboluyor, insanlar zombiye dönüşüyor
Mantz, zombi sembolünün etkili olduğunu çünkü toplumda insanı insan yapan şeylerin değiştiğine dair endişeler olduğunu söylüyor. Mantz, çok hızla meydana gelen teknolojik değişikliklerin bizi gerçek anlamda zombiye dönüştürdüğünü söylüyor.
Eskiden bizi zombileştirenin televizyon olduğunu söyleyen profesör, şimdilerde bunu bilgisayar oyunlarının yaptığını belirtiyor. İnsanların akıllı telefonlara uzun süre baktığını ve sokağı izlersek birbirlerine yaklaşan insanların birbirlerini görmeden akıllı telefonlarına gömülü bir şekilde hareket ettiklerini görebileceğimizi belirtiyor.
Profesör bunları yarı şaka yollu söylese de teknolojinin gerçekten insanlığımızı elimizden aldığı konusunda ısrarlı.
Profesör bu teknolojilerde kullanılan birçok mineralin büyük insanlık suçları işlenen ve zombinin anavatanı olan Kongo’dan geliyor olmasını da “ironik” olarak değerlendiriyor.
Ancak tüm bunlar neden insanlığın şimdi zombi sembolüyle bu kadar haşır neşir hale geldiği sorusuna tam bir cevap vermiyor. Castillo bunun cevabının psikolojimizin derinliklerinde yattığını düşünüyor.
Castillo’ya göre gittikçe artan şekilde insanlar insanlığın bir krizde olduğunu ve uçuruma yanaştığımızı hissettiğini söylüyor. Zamanın sonu geldiği hissi yaygın.
Küresel ısınma, hastalık, terör, siyasi işlevsizlik ve ekonomik çöküntü göz önünde bulundurulduğunda Castillo, belki de bu hissin çok da yanlış olmadığını belirtiyor.
Castillo genel kanının kıyamete yaklaştığımız olduğunu ve insanlığın bunu durdurmak konusunda çaresiz hissettiğini söylüyor. Bu anlamda zombiler bu hisse bir örnek.
Kim bilir, belki de zombilerin getirdiği bir kıyamet günü çok geç olmadan insanlığa beraber yaşamayı öğretebilir.