Victor Orban, Giorgio Meloni, Robert Fico ve şimdi de Geert Wilders… Avrupalı hükümetlerin başına birbiri ardına aşırı sağcı popülist liderler geçiyor.
Hollanda’da 22 Kasım’da yapılan genel seçimleri “büyük bir gürültüyle” kazanan Geert Wilders, ülkenin başına geçmek için koalisyon müzakerelerini yürütecek.
Aşırı sağın yükselişi yalnızca bu dört büyük ülke ile sınırlı değil. Avrupa sosyal demokrasisinin beşiği İsveç ile Finlandiya ve Letonya’da aşırı sağ partiler hükümet içerisinde yer alıyor ya da destekliyor.
AB’nin iki dinamo ülkesi Fransa ve Almanya’da ise gözler bir sonraki seçimlerde… Zira son anketler Almanya’da aşırı sağ parti Almanya için Alternatif Partisi (AfD)’nin yüzde 21 ile ikinci parti olduğunu gösteriyor. Fransa’da ise, uzun süredir birinci parti olan Marine Le Pen’in yönetimindeki Ulusal Bütünleşme (RN)’nin oyları yüzde 29 civarında.
Tüm Avrupa ülkelerinde kalıcı bir şekilde yer eden bu partilerin en büyük ortak noktaları göç, İslam ve Avrupa karşıtı olmaları. ‘Brexit’ ile İngiltere’nin AB’den ayrılmasının ardından, Hollandalı Geert Wilders seçim kampanyasını “Nexit” üzerine kurarken, Almanya’da AfD de “Dexit” için çalışıyor.
Yalnızca Polonya ve İspanya’da, AB yanlısı merkez partiler seçimi kıl payı önde tamamlamayı başarsa da, bu ülkelerde de aşırı sağ partiler, siyasi sahnedeki yerini güçlü bir şekilde korumaya devam ediyor.
Haziran 2024’te yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri Avrupa'da aşırı sağın yükselişinin gerçek boyutunu değerlendirmeyi mümkün kılacak. Ancak seçimlere kadar kesin olan bir şey var ki; Hollanda'da aşırı sağın zaferi, hükümet kuramasa bile, Lahey'de çoğunluğu değiştirecek ve bu değişim, büyük zorluklarla karşı karşıya olan Avrupa Birliği'nin (AB) işleyişini kolaylaştırmayacak.
Giorgia Meloni'nin İtalya'da iktidara gelmesinden bir yıl, Slovakya'da Robert Fico'nun iktidara gelmesinden ise yalnızca iki ay sonra; Geert Wilders’in beklenmeyen büyüklükteki seçim başarısı Brüksel kulislerinde tam bir paniğe yol açtı.
VOA Türkçe’ye seçimin Brüksel’deki yansımalarını değerlendiren TÜSİAD Avrupa Birliği Temsilcisi Dilek Aydın, “Genel olarak aşırı sağın yükseliyor olması sürpriz değil. Ama Hollanda’da bu kadar büyük bir skor elde ederek ilk parti olmaları tabi çok büyük bir şok. AP’de merkez partiler çoğunluktaydı. Her zaman temel değerler üzerinde uzlaşan yüzde 50’yi geçen bir çoğunluk oluşturuyorlardı. Şimdi ‘bu çoğunluk kaybolur mu?’ senaryosu var” dedi.
Dünyada aşırı sağ-popülist partilerin yükselişini VOA Türkçe için analiz eden Strasbourg Üniversitesi öğretim üyesi ve Fransız Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi (CNRS) araştırmacısı Prof. Samim Akgönül, her ülkenin kendi özel gerekçeleri olsa da bu yükselişi genel bir nedene bağlıyor:
“Son yıllarda aşırılar merkeze doğru kaydı, merkez partiler de aşırı sağa kaydı. Özellikle göç karşıtı söylemde, ne Fransa’da ne Hollanda’da aşırı sağ söylem ve sağ söylem arasında bir fark kalmadı. Dolayısıyla bu aşırı tanımını yeniden ele almakta fayda var, sanırım popülist sağ demekte fayda var.”
“Tik Tok ile ve sebat ederek iktidara geldiler”
Samim Akgönül, 20. yüzyılda Avrupa’da doğmuş olan “ulus devletin” krizde olduğuna işaret ederek, “Aşırı sağın yükselişte olmasının ilk nedeni budur. İkincisi artık refahın paylaşılmasında sorun var. Paylaşılacak refah azaldı. Artık orta sınıflar da kendi ayrıcalıklarını paylaşmak istemiyorlar. Ve popülist sağ ‘göçmenler, esmerler, fakirler olmazsa çok daha kolay olur’ diyerek oy topluyor. Aslında onlar olmazsa paylaşılacak refah da kalmaz ortada. Bilerek, kolay çözüm öneriyorlar. Üçüncüsü de göç faktörü. Göç dalgası oransal olarak 20’inci yüzyıldan daha geride olsa da, görünürlüğü daha fazla olduğu için, batı toplumlarında bir ‘istila’ algısı var. Ve popülist sağ da bunu çok iyi kullanıyor” tespitlerinde bulunuyor.
Prof. Akgönül, Avrupa’daki aşırı sağ partilerin başarısındaki en önemli rolün ise bu partilerin “bitmek tükenmez sabırları, yani sebat etmeleri” olduğunu vurguluyor:
“Bütün popülist sağcılar başarılı olmalarını ‘sebat’a borçlular. Yani Wilders olsun, Le Pen olsun, bu insanlar beklemeyi bildiler. Beklediler ve sabırla toplumun sinir noktalarına dokunmaya devam ettiler ve aforizmalarla (kısa) iktidara geldiler. Artık kimse uzun uzun parti programı okumuyor, merkez partilere üye olmuyor. Aşırı sağcılar, Twitter, Tik Tok üzerinden, aforizmalarla kısa popülist mesajlarla ve son derece kolay çözümlerle iktidara gelindiğini öğrendiler. Ve hızla iktidara gelmeye başladılar.”
Popülist sağın iktidara gelmesiyle yaşanacak tehlikeye dikkat çeken Samim Akgönül, “Bu partiler, temsili demokrasilerde, hep iktidarda kalma eğilimindeler ve yaşadıkları sistemin DNA’sıyla oynayarak sistemi değiştiriyorlar. Mesela Victor Orban örneği, Polonya’da eskiden Kaczynski örneği var, Trump’ın iktidarı bırakmama çabası var, Türkiye var… Yani popülist sağ hareketler, üç sene beş sene iktidarda kalıp daha sonra anahtarı teslim eden hareketler değil. Bu nedenle artık temsili demokrasinin yerini, doğrudan, yerel demokrasi, tartışmalı-katılımcı demokrasi gibi kavramların almasının vakti geldi” tespitinde bulunuyor.
TÜSİAD’ın AB Temsilcisi Dilek Aydın da, bu gidişte merkez partilerin hatasını sorgulayarak, “En büyük hata, merkez partilerinin aşırı sağ partilerin söylemini kopyalamasıdır. Şu bir gerçek, merkez partiler, aşırıların söylemini kopyalayarak oy alamıyorlar. Dilan Yeşilgöz kampanya sürecinde sanayi, ekonomi ve gelir düşüklüğüne odaklanacağına göç politikalarına ağırlık verdi. Sadece Hollanda’da değil, Almanya’da da aynı şey. Sosyal demokrat ve Yeşiller göç politikasında kendi geleneklerine aykırı söylemler benimsiyorlar. ‘Copy-paste’ yani ‘kopyala, yapıştır’ politika da olmuyor. Seçmen, sorunlara çözüm üretemeyen merkezi sorumlu tutuyor ve cezalandırıyor. Merkez partiler aşırı sağı kopyalayacaklarına, sorunlara kendi çözüm önerilerini üretmeliydi. Bugün yaşanan budur” diyor.
“Domino etkisi” büyüyor
Le Monde’a konuşan bir grup AB diplomatı “bilinmeyene doğru bir sıçramanın eşiğindeyiz” diyerek, özellikle AB bütçesinin onaylanacağı Aralık zirvesinin sancılı geçeceğine işaret ediyor. Hollanda’da Wilders zaferine, Orban yönetiminin, hem Ukrayna ile katılım müzakerelerinin başlatılmasına, hem de Kiev'e yeni mali yardım yapılmasına karşı çıkacağı açıklaması ekleniyor. Ayrıca, Polonya'yı kimin temsil edeceğini ve Konsey eski Başkanı Avrupa yanlısı Donald Tusk'ın göreve gelip gelmeyeceği de henüz belirsiz…
Prof. Akgönül, “İtalya’dan başlayarak ilerleyen bir domino etkisinin ortasındayız. İsveç mesela… sosyal demokrat modelin beşiği İsveç’te sağ ve aşırı sağın iktidara gelmesi çok ilginçti. Eğer domino etkisi varsa, bu domino etkisinin en ağır taşlarından birisi de Fransa. Marine Le Pen, partisinin söylemlerini merkeze yaklaştırmaya çalışıyor. Bir domino etkisi olduğu kesin. Ama bu etki, Foucault’nun sarkacı gibi önce bir tarafa, sonra diğer tarafa mı gidecek, yoksa geldikleri sistemin içine çöreklenecekler mi? Bunu AP seçimlerinde ve ardından ulusal seçimlerde gözlemleyeceğiz” dedi.
AB’de “bekle gör” politikası
Avrupa Birliği, 14 ve 15 Aralık'ta Brüksel'de yapılacak Devlet ve Hükümet Başkanları toplantısında bütün bu değişimlerin test edileceği ilk randevu olacak. Çünkü bu toplantıda, Ukrayna ve Moldova’ya AB ile katılım müzakerelerinin açılıp açılmaması gibi oybirliğiyle alınması gereken stratejik kararlar görüşülecek. Ukrayna 2027 yılına kadar yapılacak 50 milyar Euroluk yardımın da içinde olduğu, çok yıllı topluluk bütçesi de karara bağlanacak.
“AB’ye, elitlere, Türkiye’ye, İslam’a ve yabancı göç akınına karşı” olan Geert Wilders, özellikle Hollanda'nın Birliğe mali katkısını önemli ölçüde azaltma ve AB'nin daha fazla genişlemesine karşı çıkma ve resmi Hollanda binalarından Avrupa bayrağı kaldırma sözü vererek, Hollanda'nın AB’den ayrılmasını "Nexit"’i savunarak seçildi. Seçildikten sonra ise, “kararları etkilemek için Konsey masasında olmak istediğini” söylüyor.
Henüz Wilders’in seçilmesini kutlamayan AB yetkilileri, bu aşamada parlamentoda çoğunluğu sağlayamayan ve hükümet kurmak için müttefik arayışında olan Wilders'in, Başbakan olmasının “henüz kesin olmadığını “ düşünüyor. Wilders’in “Hollanda başbakanı olması ihtimalini” düşük görüyor. Brüksel’in bir başka tesellisi de, liderlerin iktidara geldiklerinde gerçeklerin farkına varmaları ve muhalefetteki çizgilerini terk ederek, tıpkı Meloni ve Orban gibi sistem içinde kalmaya devam etmeleri beklentisi.
Avrupa Parlamentosu’nda da endişeli yorumlar
Wilders’in beklenmeyen büyüklükteki seçim zaferi, yalnızca AB yönetiminde değil, Avrupa Parlamentosu’nda da sıkıntı yarattı. Önümüzdeki Haziran ayında (6-9 Haziran 2024) yapılacak parlamento seçimlerinden yalnızca birkaç ay önce, Hollanda aşırı sağının zafer kazanması endişeleri artırdı.
Geert Wilders'in partisi PVV, Fransız Ulusal Bütünleşme (RN) ve Almanya için Alternatif (AfD) partisinin mensubu olduğu AP içindeki “Kimlik ve Demokrasi” grubunun saflarını güçlendirebilir.
Liberal grup Renew'in başkanı Fransız milletvekili Stephane Sejourne, Fransız medyasına seçimleri değerlendirirken, “Aşırılar her yerde güç kazanıyor. Hollanda'da yaşananlar Avrupa ve yaklaşan Avrupa seçimleri için bir uyarıdır. Avrupa Parlamentosu'nda böyle bir senaryonun yaşanma riski gerçektir. Özellikle göç ve iltica anlaşmasıyla ilgili reformları gerçekleştirerek popülistlere yanıt vermeliyiz. Onların seçim yakıtını kurutmalıyız” diyor.
Yeşiller grubunun eş başkanı Philippe Lamberts, seçime yedi ay kala, "Hâlâ zamanımız var, seçim sonuçlarının zaten aşırı sağ lehine kararlaştırılmış olmasını kabul etmiyorum" diyerek hükümetleri harekete geçmeye çağırıyor.
AP’nin en büyük grubu Hristiyan demokrat grup Avrupa Halk Partisi (PPE) Başkanı Manfred Weber de, X’ten paylaştığı değerlendirmesinde, “Avrupa solu, göç ve enflasyon konusunda bir an evvel uyanmazsa, Hollanda'daki oylamanın Avrupa düzeyinde tekrarlanabileceğine inanıyorum. Göç krizini çözemezsek, Wilders ve diğerleri zemin kazanmaya devam edecek” dedi.
Karşı cephede, Fransız aşırı sağ partisi RN’in Genel Başkanı ve AP milletvekili Jordan Bardella ise, seçim sonuçları açıklandıktan sonra X’te yayınladığı mesajında, “Haziran 2024'ü sabırsızlıkla bekliyorum!” diyerek seçimlerde yaşanacak büyük çekişmenin ipuçlarını veriyor.
Forum