ABD’deki düşünce kuruluşu Dış İlişkiler Konseyi’nde (CFR) Türk-Amerikan ilişkilerinin masaya yatırıldığı bir panel düzenlendi. Konuşmacılar, hem Türk-Amerikan ilişkileri hem de Türkiye’deki iç gelişmelerle ilgili mevcut sorunlar ve geleceğe yönelik olası senaryoları tartıştı. Amerika’nın eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, ilişkilerdeki gerilimler ve Türkiye’de demokrasi alanında yaşanan sorunlara rağmen dünyanın içinde bulunduğu bu zorlu dönemde iki ülkenin müttefikliğinin büyük önem taşıdığını söyledi.
Jeffrey şunları kaydetti:
“Dünyanın geldiği bu durumda aşırı biçimde müttefiklere ihtiyacımız var. Ukrayna’dan Güney Çin Denizi’ne, Kuzey Kore’den Suriye’ye, dünyanın haline bir bakın; çok zorlu bir jeostratejik vaziyette olduğumuzu göreceksiniz. Bu durumdan kurtulmak için Türkiye birçok bakımdan önem taşıyor. Jeostratejik rekabetler ve kaos durumunda bir ülkede iki unsura bakarsınız: Kabiliyetler ve niyetler. Ekonomideki sorunlara rağmen, bunlar zaten uzun zamandır vardı ve son 15 yılda büyüme oranı üçe katlandı. Bu olağanüstü başarılı bir ekonomi ve büyük ölçüde de temeli Gümrük Birliği ve Batı entegrasyonuna dayanıyor. İçerideki birçok soruna rağmen de nispeten istikrarlı bir ülke. Coğrafi konumu ve askeri kabiliyetlerine baktığınızda da Ortadoğu’da, Karadeniz’de Türkiyesiz faaliyet göstermek mümkün değil. Dolayısıyla Türkiye’nin kabiliyetleri konusunda bir soru işareti yok. Soru; niyetleri. Türkiye statükocu bir güç. Türkiye’nin bölgede istikrarı ve güvenliğine tehdit, bir dereceye kadar, PKK dahil terörden, ana unsur olarak da İran ve Rusya’dan kaynaklanıyor ve Erdoğan da bunun farkında. Suriye’de çok güçlü askeri adımlar atıyor çünkü Ruslar ve Esat ülkenin kuzeydoğusundaki ateşkesi ihlal etti. Fars yayılmacılığı olarak adlandırdığı durumdan çok endişeli. Bu da onu aslında Amerika’nın kampına itiyor. Sorun şu; Türkiye bu kampta diğer ülkelerden farklı durumda. Erdoğan’ın bir tarafı dünyaya 19’uncu yüzyıl merceğinden bakan Putin, diğer tarafı da Charles de Gaulle. O ve çoğu Türk, ABD’den ne kadar bağımsız olduklarını göstermek istiyor ama yine de ayrılmıyorlar. Amerika IŞİD’e karşı savaşta PKK bağlantılı grubun öncülüğündeki güce destek veriyor, Türkiye buna her gün tepki gösteriyor ama bu gücü destekleyen uçaklar büyük oranda Türkiye’deki üslerden kalkıyor. Erdoğan buna her gün izin veriyor. Rusya’dan S400 füze savunma sistemi alıyor ama aynı zamanda NATO, Türkiye’yi Afganistan’daki çabalarımızda en kritik 4 ülkeden biri olarak görüyor. Türkiye-AB ilişkileri her zaman çukurda ama mülteci anlaşması Avrupa’nın istikrarında en önemli gelişmelerden biri. Dolayısıyla Erdoğan’ın aslında neler yaptığına bakıldığında, işbirliği açısından muazzam bir alan var.”
Jeffrey, New York'taki Hakan Atilla davası, Fethullah Gülen’in iadesi gibi hukuki konuların yakın dönemde çözülmesinin mümkün olmadığını, dolayısıyla iki ülkenin bu konuları bir kenara bırakıp, Suriye, Irak gibi ortak jeostratejik çıkarların olduğu alanlara odaklanması gerektiğini kaydetti.
'Gül'ün aday olacağını beklemek Godot'yu beklemek gibi'
Dış İlişkiler Konseyi’nden Henri Barkey de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’de gittikçe daha da otoriterleşen bir sistem yarattığını ayrıntılı örneklerle anlattı. Barkey, Abdullah Gül’ün gelecek yıl için planlanan seçimlerde Cumhurbaşkanı adayı olabileceği ihtimali ve Erdoğan’ın seçimlere bakışı hakkında şu değerlendirmelerini paylaştı:
“Erdoğan 2033’e kadar iktidarda kalmaya her yönüyle niyetli. Erdoğan bugüne kadar kendisiyle birlikte 2001’de AKP’yi kuran herkesi devre dışı bıraktı. Buna Gül de dahil. Gül şimdi Erdoğan’ın çok ileri gittiği yönünde sesini çıkarmaya başladı. Dolayısıyla herkes onun Erdoğan’a meydan okuyacağını umut ediyor çünkü Gül herkese hitap edebilecek ve Erdoğan’ı yenebilecek biri. Aslında Erdoğan’ın büyük korkusu da bu. Şu anda yaptıklarının tamamı, nüfusun yarısının kendisinin arkasında olduğundan emin olmadığı endişesinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla şimdi Gül’ü hedef almış durumda. Ama bence Gül’e beklemek Godot’yu beklemek demek. Nihayetinde aday olacak cesareti göstereceğini düşünmüyorum.
Erdoğan, gelecek yılki seçimler konusunda kendinden emin değil. Geçen yılki referandumu, kamuoyunda hemen hemen hiç tartışma olmaması, referanduma karşı olanların kendilerini ifade edememeleri ve medyada sürekli referandum yanlısı yayınlara rağmen resmi olarak kıl payı kazanabildi. Hatta aslında kaybettiği şeklinde iddialar var. Dolayısıyla şimdi çok çok endişeli. Geleceğinden, Gül’den, birinin çıkacağından endişe duyuyor. Politikalarına bu gözle bakmanız lazım.”
Halk Bankası'na olası para cezası ve S400 satışı ilişkileri nasıl etkiler?
ABD-Türkiye İş Konseyi Direktörü Jennifer Miel da, Türkiye’nin daha bir yıl önce 10’un üzerinde terör saldırısı ve öncesindeki 15 Temmuz darbe girişimi gibi olaylar yaşamasına rağmen şimdi yılda yüzde 7’lik büyüme tahminlerinden konuşulmasının büyük bir başarı olduğunu söyledi.
Ancak Miel, New York’taki Hakan Atilla davasında Halk Bankası’na olası yüklü bir para cezası verilmesi ve Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi satın alım planlarının Türk-Amerikan ilişkilerini olumsuz etkileyebileceği uyarısında bulundu.
“Halk Bankası’yla ilgili olası bir kararın zamanlaması, özellikle ufukta 2019 seçimlerinin olması bakımından önemli. Dava temyize götürülebilir. Zamanlamaya göre, üç senaryodan biri olabilir. Karar ertelenebilir; para cezası olabilir; ki bazı haberlere göre cezanın 2 ila 3 milyar dolar olabileceği söyleniyor. Maliye Bakanlığı bir seferinde bu cezayı karşılayabileceklerini belirtmişti ama sonra Türkiye’nin bu davayı gayrimeşru gördüğü ve olası cezayı karşılamayacağı şeklinde açıklamalar da yapıldı. Üçüncü senaryo da, Halk Bankası Türkiye’nin 6’ıncı büyük bankası, Türkiye’deki küçük ve orta ölçekli birçok işletmeye fon sağlıyor, dolayısıyla (yüklü bir ceza) Türkiye’de büyümenin motoru olan özel sektörün büyük kısmı üzerinde istikrarsızlaştırıcı etki yapabilir…
S-400 satışı konusunda da, aslında ilk batarya Türk topraklarına erişene kadar bunun tamamlanmış bir anlaşma olmadığını akılda tutmakta fayda var. Ama bu satış ya da başka nedenle yaptırımlar getirilirse, bunun ABD-Türkiye savunma ilişkileri, Türkiye’nin F-35 programına katılımı, F-35’lerin Türkiye’ye satışı üzerinde devasa etkisi olur. Amerikan şirketleriyle ortaklıkları bulunan çok sayıda Türk savunma şirketi bulunuyor ve şirketler bu konudaki gelişmelerden kaygılı. Bu konularda bir çözüm bulunmasını ve bu sayede ekonomik ve ikili ilişkilerin etkilenmemesini gerçekten umut ediyoruz.”
Jennifer Miel, Türkiye ve ABD arasındaki ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinin arada kaybolan güvenin bir kısmının yeniden inşası açısından önemli katkı sağlayacağını vurguladı. Miel, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Başkan Trump’ın da ticaret ve istihdama önem verdiğine dikkati çekerek, iki ülkenin aralarında zaten var olan ticaret ve yatırım mekanizmalarını daha güçlendirme yolunda çalışmalar yürütmesi gerektiğini vurguladı.