11 Ocak 2016’da 2 binden fazla akademisyen, 2015-2016 yıllarında PKK’yla yaşanan çatışmalar sırasında uygulanan sokağa çıkma yasaklarının ve şiddetin sona ermesi için “Barış için Akademisyenler İnisiyatifi” adına hazırlanan “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bir bildiriye imza attı.
İmzacı akademisyenlerin birçoğu 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından ilan edilen ve iki yıl süren Olağanüstü Hâl (OHAL) kapsamında yayınlanan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) kamu görevlerinden ihraç edildi. Vakıf üniversitelerinde görev yapan akademisyenlerin birçoğunun ise sözleşmelerine son verildi.
İşe iade için OHAL komisyonuna başvuran akademisyenlerden bazıları görevlerine iade edilirken bazıları ret kararı aldı. Bazıları ise komisyonun ve mahkemelerin kararıyla okula geri dönmesine rağmen üniversitelerin yeniden açtığı davalar sonucu bir kez daha görevlerinden uzaklaştırıldı.
VOA Türkçe, bildiriye imza koyan akademisyenlerle aradan geçen 9 yılda kendi yaşamlarında, Türkiye’de ve üniversitelerde neler değiştiğini konuştu. İmzacı akademisyenler hukuk mücadelesiyle geçen ve üniversiteden uzak kaldıkları bu süreçte hem toplumun hem de akademinin giderek sessizleştiği ve itiraz kültürünün zarar gördüğü düşüncesinde.
“Hakikati ilan etme ve itiraz etme sorumluluğuyla imza attım”
Eski Ege Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nilgün Toker Kılınç, 2017’de KHK ile ihraç edilmiş bir imzacı akademisyen. OHAL komisyonuna yaptığı iade başvurusuna ret kararı verilmesinin ardından İdare Mahkemesi’ne açtığı dava da olumsuz sonuçlanan Toker, şimdi İstinaf Mahkemesi’nin vereceği kararı bekliyor.
Toker, kendi ifadesiyle “tutkuyla sevdiği hocalıktan” onu uzaklaştıran imzayı 9 yıl önce atma gerekçesini şöyle anlattı: “’Demokratik bir toplumsallığın inşası ancak bir barışın inşasıyla mümkündür’ tezini baştan beri savunuyorduk. Sokağa çıkma yasaklarında devletin bizzat vatandaşa karşı suç işlediği kanaatindeyim. Hakikati ilan etme sorumluluğuyla, kamusal bir entelektüel ve bir yurttaş olarak buna itiraz etme sorumluluğum birleştiği için bu suçun ilan edilmesi gerektiği kanaatiyle o metne imza attım.”
Bildirinin kamuoyuna duyurulmasının ardından ilk sert tepkiyi veren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, imzacı akademisyenleri “ihanet”le suçlayarak, "Bu aydın müsveddeleri kalkıp devletin bir katliam yaptığından bahsediyor. Ey aydın müsveddeleri, siz karanlıksınız karanlık. Aydın falan değilsiniz" demişti.
Toker, imza sonrasında karşılaştıkları bu tutumu, “Bence oraya yönelik düşmanlaştırma siyasetini yumuşatacak hiçbir söze izin vermek istemedikleri için bize saldırdılar en yukarıdan. Cumhurbaşkanı’nın bağırmasından ve arkasından başlayan furyayla başımıza bir şey geleceğini zaten tahmin ediyorduk” diye yorumladı.
“Vedalaşmak isterken üniversiteye girişimiz yasaklandı”
Ege Üniversitesi’nden diğer 11 imzacı akademisyenle birlikte ihraç edilen Toker, ilk hissettiklerini “Siz bir bedel ödemeye hazır olabilirsiniz de benim 35 yılımın geçtiği bir mekan orası. Bizi üniversiteye sokmadılar, gidip vedalaşmak istiyoruz, kapılarımız kilitlendi, üniversiteye girişimiz yasaklandı. Odamı boşaltmama, eşyalarımı almama izin verilmedi. Bir son olarak tarif etmedim, etsem ağır olurdu. Ben hocalığı tutkuyla sevmiş bir insanım. İhracı entelektüel ve akademik kimliğim için bir son olarak tarif etmedim. Üniversite dışında da bunu sürdürebileceğimi biliyordum” diye anlattı.
Üniversiteden ihraç edilmesinin ardından Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) bünyesinde diğer akademisyenlerle biraraya gelerek akademik çalışmalarda bulunan Toker, insan hakları alanında mücadelesini sürdürüyor.
2019’da Anayasa Mahkemesi’nin metne imza atan akademisyenlerin yaptığı bireysel başvuruda hak ihlali kararı vermesine ve barış akademisyenlerine açılan davada beraat etmesine rağmen işine geri dönemediğini anlatan Toker, “İnanılmaz, dehşetengiz bir şey var. Mahkeme beraat ettiriyor, Anayasa Mahkemesi’nin kararı var. Ama OHAL komisyonu hala bizim iltisaklı olduğumuza karar veriyor. Kendi verdikleri kararın birbiriyle çelişen, birbirini götüren bir pozisyonu var. İdare mahkemelerinin de hepsi değişik kararlar aldı. Bir kısmı iade ederken, bir kısmı tamamen reddetti. Üçte ikimize yakını iade edilmeden bekliyoruz, İstinaf’ta şu anda dava” dedi.
“450 arkadaşımızın altıda biri üniversitede görevine devam ediyor”
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisat Bölümü’nde akademisyenlik yaptığı sırada bildiriye imza atan Dr. Aydın Arı ise görevine yıllar sonra geri dönebilenlerden.
Arı, 2015’teki seçimlerin öncesinde barış görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlanmasıyla başlayan süreçte ve onun arkasından bütün Türkiye’de, özellikle de Kürt nüfusun yoğunlukta olduğu illerde şiddetin yükselmesiyle beraber üzerinde bir sorumluluk hissettiğini söyledi. 2023 yılında görevine iade edilinceye kadar, kendi ifadesiyle “ödediği bedelin” gerekçesi olarak da bu sorumluluğu gösterdi.
Barış imzacılarının çok az kısmının görevlerine dönebildiğini vurgulayan Arı, “KHK’lar ile 450 civarında imzacı akademisyen ihraç edildi. Bunlardan 350 civarı akademisyenin OHAL komisyonu kararları davalık oldu. Kabaca 170 akademisyen arkadaşımızı ilk mahkemeler reddetti, kabaca 170’i ilk mahkemeler tarafından kabul edildi. Hala sonuçlanmayanlar var. Bu 170 kabulden bazı arkadaşlarımızın da maalesef istinaf mahkemesi ilk mahkemenin olumlu kararını bozdu. Dolayısıyla bunlardan bazıları da üniversitede işe başlamalarına rağmen tekrar işten çıkarıldılar. Şu anda 75-80 arkadaşımız yani 450 arkadaşımızın altıda biri üniversitede görevine devam ediyor” dedi.
İdare Mahkemesi kararıyla üniversiteye geri dönen Arı’nın durumu ise hala bıçak sırtı. Üniversite yönetimi, Arı hakkında mahkemenin işe iade kararını İstinaf Mahkemesi’ne taşımış durumda. Arı, “Benim durumumda olup İstinaf Mahkemesi’nin henüz kararını açıklamadığı 30-40 civarı arkadaşımız var. Dolayısıyla toplam tablo henüz netleşmedi” diye konuştu.
“İtiraz kapasitesini ortadan kaldırmaya yönelik bu girişim galiba başarılı oldu”
Üniversiteden uzak kaldığı süreçte diğer akademisyenlerle İzmir Dayanışma Akademisi’ni kurarak çalışmalarına devam eden Arı, üniversiteye geri döndükten sonra gözlemlerini ise şöyle anlattı: “Akademide genel olarak işlerin çok da iyi bir yere gitmemiş olduğunu maalesef gözlemliyoruz. Okula döndüğümde ilk farkettiğim meselelerden bir tanesi şu oldu; akademisyenlerin çok büyük bir kısmında maalesef, dilek, arzu, talep, şikayet, itiraz, katkı oluşturma çabaları ortadan kalkmış. Bu barış akademisyenlerini üniversiteden uzaklaştırma projesinin oldukça başarılı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Üniversitenin sessizleşmesine, itiraz kapasitesini ortadan kaldırmaya yönelik bu girişim galiba başarılı oldu.”
“Sadece ihraçların olduğu üniversiteler değil bütün üniversitelere el konuldu gibi bir şey oldu”
Prof. Dr. Nilgün Toker de hem toplumun hem de üniversitelerin giderek sessizliğe büründüğünde hemfikir.
Hayatını değiştiren imzayı attığı 9 yıl öncesine kıyasla yaşanan değişimi yorumlayan Toker, “Bugün ülke 9 yıl öncesinden daha kötü. İstibdat rejimine itiraz alanları daraldıkça istibdat rejimi güçlenir. 9 yıl, bu istibdat rejimine itiraz alanlarının daraldığı ve onun güçlenmesine tanık olduğumuz bir zaman dilimi. Üniversiteler çok kötü. Sadece ihraçların olduğu üniversiteler değil bütün üniversitelere el konuldu gibi bir şey oldu. Mesele sadece kayyum atanması değil o kayyum pratiğiyle beraber üniversitelerdeki en küçük özerklik imkanlarını yok edecek şekilde müdahale ettiler. Eleştirel bir tutumun bir yerlerden çıkmamasından bunu anlayabiliyoruz” dedi.
Toker, “Benim şahsi ödediğim bedelin önemi yok. Bedeller tek tek ödenebilir ama esas mesele, bir toplum olma vasfımızı yitirdiğimiz kanaatindeyim. O bedelin ağır olduğunu düşünüyorum” diye konuştu.
Forum