Birleşmiş Milletler, Kıbrıs’ta barış görüşmeleri sürecini yeniden başlatmak için zemin yoklamak üzere tarafları Nisan ayı sonunda İsviçre’nin Cenevre kentinde biraraya getirmeyi planlıyor. 27-29 Nisan günleri arasında düzenlenecek gayriresmi toplantıya BM temsilcisinin yanısıra Kıbrıslı iki lider ile garantör ülkeler Türkiye, İngiltere ve Yunanistan katılacak.
Kıbrıs konusundaki son çok taraflı görüşmeler 2017’de İsviçre’nin Crans-Montana kasabasında düzenlenmiş ancak 10 günlük süreçten bir sonuç çıkmamıştı. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, tarafları önkoşulsuz olarak biraraya getirip müzakere sürecini yeniden canlandırmayı umut ediyor ancak bunun kolay bir süreç olması beklenmiyor.
Aradan geçen 4 yılda taraflar arasındaki temel anlaşmazlıkların hala sürmesi bir yana, özellikle KKTC’de hükümet değişikliğinden sonra Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının “federasyon” modelinden ziyade “iki devletli” çözümden yana bir duruş sergilemeye başlamasıyla aradaki uçurum daha da derinleşti. Güney Kıbrıs’ta Mayıs sonunda genel seçimlerin yapılacak olması da yeni bir müzakere sürecinin başlamasını zorlaştırabilecek bir başka unsur olarak görülüyor.
İşte tüm bu koşullar ışığında, görüşmelere az bir süre kala ortada nasıl bir tablo olduğu ve tarafların hangi noktada durduğu sorularını Türk Ajansı-Kıbrıs (TAK) Müdürü gazeteci Dr. Fehmi Gürdallı’ya sorduk. Gürdallı, Nisan sonunda yapılacak görüşmelere uzanan süreçten, görüşmelerden beklentileri ve ABD’nin nasıl bir duruş sergileyebileceğine kadar birçok konuda VOA Türkçe’ye değerlendirmelerde bulundu.
“Kıbrıs sorunu BM’nin adadaki varlık sebebi”
Birleşmiş Milletler’i 4 yıl sonra barış görüşmeleri sürecini yeniden başlatma girişiminde bulunmaya iten sebepler neler?
Gürdallı, bu soruyu yanıtlarken, 53 yıldır devam eden Kıbrıs müzakerelerinde çözüme en fazla yaklaşılan noktalardan birinin, 2004 yılı Nisan ayında Ada’nın her iki kesiminde eşzamanlı referanduma götürülen; ancak Kıbrıslı Türkler’in kabul etmesine rağmen Kıbrıslı Rumlar’ın reddettiği Annan Planı olduğunu söylüyor.
Daha sonra uzun bir durgunluk dönemine giren Kıbrıs müzakerelerinde ciddi bir sürece girilmesinin 13 yıl aldığına dikkat çeken Gürdallı, yapılan ön toplantıların ardından 2017’de Crans Montana’da adadaki tarafların yanısıra Türkiye ile Yunanistan Dışişleri Bakanları ve BM Genel Sekreteri Guterres’in katılımıyla görüşmeler yapıldığını ancak bu görüşmelerin de sonuçsuz kaldığını hatırlattı.
Gürdallı, o tarihte BM Genel Sekreteri olarak göreve yeni başlayan Guterres’in Kıbrıs sorununu çözerek hızlı bir başlangıç yapma çabasının başarısız olduğunu ve “sonuçsuz Kıbrıs müzakerelerine” bir çentik daha atıldığını belirtti.
Kıbrıs sorununun aslında BM’nin adadaki varlık sebebi olduğunu ifade eden Gürdallı, “Bir yandan, 20’nci yüzyılda başlayan ve 21’inci yüzyıla sarkan, dünyanın en uzun süren anlaşmazlıklarından biri. Diğer yandan da 1974’ten bu yana, sıcak krizlerin, çatışmaların yaşanmadığı, acil müdahale gerektirmeyen bir bölge. Neredeyse son yarım asır, ‘sonuçsuz müzakere süreci-durgunluk-yeni bir müzakere süreci’ döngüsünde devam etmiş durumda” dedi.
“Çözüme ilişkin en önemli motivasyon Doğu Akdeniz’deki doğalgaz kaynakları”
Gürdallı’ya göre, ada açıklarında keşfedilen doğalgaz kaynaklarıyla ilgili yaşanan ihtilaf, Kıbrıs’ta çözüm çabalarında önemli bir faktör olabilir.
TAK Müdürü Gürdallı, “Şu anda da BM’yi inisiyatif almaya iten, sıcak bir kriz yok adada. Ancak adanın çevresi, Doğu Akdeniz zaman zaman ısınıyor. On yılı aşkın bir süre önce ilk kez keşfedilen doğalgaz kaynakları, ciddi bir kriz potansiyeli taşıyor ve bu kaynakların paylaşımına ilişkin tartışmanın Kıbrıs denklemi çözülmeden bir uzlaşmayla sonuçlanması zor. Bugün itibarıyla Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin en önemli motivasyonun, Doğu Akdeniz’deki doğalgaz kaynakları olduğunu söylemek mümkün” ifadelerini kullandı.
Fehmi Gürdallı, BM’de Genel Sekreterlik görevinin ilk günlerinde başarısız Kıbrıs girişimini deneyimleyen Guterres’in, 5 yıllık görev süresi sona yaklaşırken şimdi şansını bir kez daha denemek istediğini kaydetti.
“Bu aşamada müzakereler tekrar başlamıyor”
Gürdallı, bu aşamada müzakerelerin tekrar başladığını söyleyemeyeceklerini vurgulayarak, “27-29 Nisan’da Cenevre’de yapılacak görüşmelerde ‘müzakere’ değil, ‘yeni bir müzakere süreci için zemin var mı yok mu’, onun çalışması yapılacak” dedi.
Fehmi Gürdallı, Cenevre’ye uzanan süreci şu sözlerle anlattı:
“Guterres, Crans-Montana’da masanın dağılmasının ardından Temmuz 2018’de Amerikalı diplomat Jane Holl Lute’u özel danışmanı olarak görevlendirerek taraflarla istişarelerde bulunmasını ve yeni bir müzakere zemini olup olmadığını yoklamasını istemişti. Lute, 2018 yazından bu yana defalarca adaya gelip liderlerle ayrı ayrı görüşmelerde bulundu fakat bu görüşmelerde de bu zemin bulunamadı. Sonunda da işi daha fazla uzatmamak için tüm tarafları, yani Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar’ın yanısıra, garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin de katılımıyla ‘gayri resmi’ bir Kıbrıs toplantısı yapılması kararlaştırıldı.”
“Cenevre’ye ilişkin beklentim çok yüksek değil”
Gürdallı, toplantının ‘gayriresmi’ olduğunun ve amacın Cenevre’de yeni bir müzakere sürecini başlatmak olmadığının altını çizmek gerektiğini belirterek, “BM, her şeyden önce Cenevre’de tarafların bir müzakere modeli üzerinde anlaşıp anlaşamayacağını görmek istiyor. Guterres, Kıbrıs’ta çözüm için BM parametrelerinin belli olduğunu, ancak Cenevre’de bunun dışındaki yeni ve yaratıcı fikirlere de açık olduğunu ifade etti. Dolayısıyla taraflar Nisan sonundaki toplantıda nasıl bir çözüm istediklerini söyleyecek. BM de tarafların bir çözüm modelinde uzlaşma şansı olup olmadığına karar verecek ve süreç buna göre ilerleyecek” dedi.
Cenevre’ye ilişkin beklentisinin çok yüksek olmadığını kaydeden Gürdallı, “Zira tarafların ‘çözümden anladıkları’ ve ‘çözümden beklentileri’ arasında uçurum var dersek abartmış olmayız. Toplantıya iki hafta kala tarafların söylediklerine bakarsak uzlaşma şansı yok. Bir uzlaşma, ancak her iki tarafın da bugünkü pozisyonlarını esnetmesi halinde mümkün. Cenevre’de yapılacak müzakere de bu olacak. Kıbrıs sorununu çözme müzakeresi değil, tarafların pozisyonlarını yakınlaştırma müzakeresi yapılacak. Bu konuda bir ilerleme sağlanırsa, Cenevre’nin devamı gelebilir. Aksi halde Kıbrıs sorununun bir süre daha rafa kalkacağını söylemek mümkün” ifadelerini kullandı.
İki devletli çözümü modeli uluslararası toplumdan destek alır mı?
Son yıllardaki müzakere süreçleri ve girişimlerinin ardı ardına sonuçsuz kalmasının ardından Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı, BM ve uluslararası toplumun desteklediği “iki toplumlu, iki kesimli federasyon” modelinden uzaklaşarak “iki devletli konfederasyon” modelinden yana bir duruş sergilemeye başladı. KKTC’de geçen yılki seçimlerde bu duruşu savunan bir cumhurbaşkanının seçilerek göreve gelmesi de bu değişimde önemli rol oynadı.
BM Genel Sekreteri Guterres de bu yıl başlarında düzenlediği bir basın toplantısında, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın “Kendi devletimizin tanınmasını hak ettik” şeklindeki açıklamasının sorulması üzerine, tarafları “hiçbir ön koşul olmadan meselenin çözümü için tarafların konuyla ilgili geleceği nasıl gördüklerini dinleyip, tartışmak istediğini, yeni fikirlere de açık olduğunu” söylemişti. Guterres, konunun çözümünde Güvenlik Konseyi'nden müzakereler konusunda aldığı yetkinin “iki toplumlu, iki kesimli bir çözümü” öngördüğünü ancak bu durumun tarafların yeni görüşlerini sunması için bir engel olmadığını da ifade etmişti.
Guterres bu sözleriyle Türk tarafındaki değişime en azından kapıyı kapatmamış oldu; ancak bunun, Rum tarafı da en azından resmi söylemde federasyon modelinde hala ısrar ediyorken uluslararası toplumda ne kadar destek bulacağı soru işareti.
“Federasyon modelinden konfederasyon modeline doğru bir makas değişikliği”
Gürdallı, KKTC’de geçen Ekim ayında yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminin ana ekseninin de bu değişim olduğunu ifade ederek, “Seçimi az bir farkla da olsa, federasyonu savunan Mustafa Akıncı karşısında egemen eşitliğe, iki devletli çözüm modeline vurgu yapan Ersin Tatar kazandı. Ankara’nın da bu çizgide olduğunu görüyoruz. Tatar, federasyonun çok uzun yıllar müzakere edildiğini ve Rum tarafının tutumu nedeniyle sonuç alınamadığını, artık yeni bir modelin denenmesi gerektiğini söylüyor. Tatar, federasyonun Kıbrıslı Türkler için ‘tuzaklar’ içerdiğini söylüyor ve Türk tarafı için parametrenin artık ‘siyasi eşitlik’ değil, ‘egemen eşitlik’ olduğunu savunuyor. Bu Türk tarafının federasyon modelinden konfederasyon modeline doğru bir makas değişikliğine gittiğinin bir göstergesi” diye konuştu.
Rum Yönetimi lideri Nikos Anastasiadis’in de bireysel ve gayriresmi olarak zaman zaman bu modele yakın “gevşek federasyon” ya da “desentralizasyon”, yani zayıf bir merkezi yönetim ve güçlü iki yapıdan bahsettiğine dikkati çeken Gürdallı, ancak Güney Kıbrıs’ın resmi olarak federasyon tezini savunmayı sürdürdüğüne işaret etti.
Gürdallı, “Tatar ve ekibi, Lefkoşa’daki yabancı diplomatlar ve büyükelçilere Türk tarafının yeni pozisyonunu anlatıyor. Bu pozisyonun uluslararası alanda ne kadar karşılık bulacağını ise biraz da Cenevre’de göreceğiz” ifadesini kullandı.
"Biden Kıbrıs’ı bilen bir ABD başkanı”
ABD’de Başkan Joe Biden’ın Ocak ayında göreve başlamasıyla birlikte işbaşı yapan yeni yönetimin Kıbrıs meselesinde daha aktif bir tavır sergileyip sergilemeyeceği de merak konusu. Gürdallı, Biden’ın, Kıbrıs’ı en azından bilen bir ABD Başkanı olduğuna dikkati çekerek, 2014 yılı Mayıs ayında Başkan Yardımcısı olarak ABD’den adaya en üst düzey ziyaretlerden birini düzenlediğini ve liderlerle hem ayrı ayrı hem de üçlü bir görüşme yaptığını hatırlattı.
Biden için “en azından bu çetrefilli konuya ‘aşina’ diyebiliriz” ifadesini kullanan Gürdallı, ABD’nin Lefkoşa Büyükelçisi Judith G. Garber’ın Mart ayı başında Türk Ajansı Kıbrıs’a verdiği röportajda, Cenevre toplantısını aktif olarak desteklediklerini ve tarafların ortak bir zeminde buluşmasını umduklarını ifade ederek, Biden yönetiminin şu anki tavrını en net şekilde ortaya koyduğunu söyledi.
Buna karşın, ABD’nin Kıbrıs konusunda daha aktif olduğu bazı dönemlerde olduğu gibi bir özel temsilci atamasının şu anda gündemde olmadığını belirten Gürdallı, “ABD, Cenevre’de İngiltere gibi masada olmayacak ama dolaylı da olsa süreci yakından takip edecektir. Zira Doğu Akdeniz’deki gelişmeler pek çok ABD petrol şirketini de yakından ve doğrudan ilgilendiriyor” dedi.
“Daha aktif taraf ABD’den ziyade İngiltere”
Gürdallı bununla birlikte Cenevre öncesinde daha aktif ve inisiyatif üstlenen tarafın ABD’den ziyade İngiltere olduğu görüşünü dile getirirken, garantör ülkelerden biri olan İngiltere’nin son aylarda adada taraflarla yoğun bir diplomatik temas yürüttüğünü söyledi.
Gürdallı, İngiltere’nin sadece Lefkoşa Büyükelçisi değil, bizzat Dışişleri Bakanı, Avrupa Komşuluk ve Amerika Kıtası’ndan Sorumlu Devlet Bakanı ve Bakan Yardımcıları düzeyinde, sadece liderlerle de değil, muhalefetteki siyasi parti başkanlarıyla da görüşmeler yürüttüğünü aktardı. Gürdallı, İngiltere’nin bir plan hazırladığı yolundaki haberlere işaret ederek, “İngiltere’nin planı, Rum basınına sızdığı kadarıyla her iki tarafı da kısmen mutlu, kısmen de mutsuz yapacak unsurlar içeriyor. Belli ki adada iki ‘egemen’ üssü, ülke dışındaki en büyük deniz üssü bulunan İngiltere, farklı uçlarda bulunan tarafları orta noktada buluşturmak için detaylı bir çalışma ve çaba içinde. İngiltere’nin sömürge olarak yaklaşık 80 yıldır yönettiği adayı iyi bildiğini ve Annan Planı’nın hazırlanması sürecinde de özel temsilcisi David Hannay aracılığıyla çok aktif bir rol oynadığını hatırlatmak gerekiyor” dedi.
“Türkiye’nin pozisyonunda büyük esnemeler olmasını beklemiyorum”
Gürdallı, Türkiye’nin bundan sonraki süreçte nasıl bir yol izleyebileceği sorusu üzerine, Ankara’nın duruşunda çok büyük esnemeler olmasını beklemediğini söyledi.
Fehmi Gürdallı, “Türkiye Kıbrıs’ta artık federasyona dayalı çözüm modelinin değil, iki devletli çözüm modelinin müzakere edileceğini, en üst düzeyde, gerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, gerek Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, gerekse Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ağzından defalarca tekrarlamış durumda. Masaya bu tezle oturulacağı aşikar. Bir de şunu görmek lazım ki, Türkiye’nin önünde Annan Planı döneminde olduğu gibi bir AB üyelik perspektifi yok. Türkiye’nin pozisyonunda bir miktar olsa bile çok büyük esnemeler olmasını beklemiyorum” ifadelerini kullandı.
Maraş hala pazarlık masasında mı?
Müzakere sürecinde nasıl şekilde ele alınacağı merak edilen bir konu da 1974’ten beri kıyı bölgesi kapalı olan ancak KKTC’nin geçen yıl girişleri kısmen geri açtığı Maraş.
Kıbrıs’ta Türk ve Rum kesimlerini birbirinden ayıran tampon bölgenin doğusunda yer alan, 1974’ten önce tatil beldesi olarak kullanılan Maraş'ta Demokrasi Caddesi ve sahil şeridinin bir kısmı geçen yıl 8 Ekim’de halkın kullanımına açılmıştı. Ancak sonrasında BM Güvenlik Konseyi bu gelişmeyle ilgili toplanarak, BM kararlarına uygun olmayan eylemlerden kaçınılması çağrısı yapmıştı. Karara Avrupa Parlamentosu da “tek taraflı ve yasadışı” diyerek tepki göstermiş, Türkiye’den “BM gözetimindeki Maraş'ı da gerçek sahiplerine vermesini” istemişti. ABD’de bir önceki Donald Trump yönetimi de kararı “provokatif” olarak nitelemişti.
Çok katlı oteller, rezidanslar ve mağazalarla dolu Maraş’tan Türkiye’nin 1974’teki askeri harekatının ardından 39 bin kadar Kıbrıslı Rum göç etmişti. Maraş’ın kıyı bölgesi bu tarihten itibaren kapalıydı. 1983’te KKTC’nin kuruluşunun ardından BM Güvenlik Konseyi 1984 tarihli ve 550 sayılı kararında Maraş’a kendi sakinleri dışında kişilerin yerleştirilmesinin kabul edilemez olduğunu bildirmişti.
Türk Ajansı-Kıbrıs Müdürü Fehmi Gürdallı, Türk tarafının Maraş’ta eski sakinlerin de mülklerine dönebileceği bir süreci başlatmış durumda olduğuna işaret etti. Gürdallı, “Maraş daha önce gerek kapsamlı çözüm müzakerelerinin, gerekse daha dar al-ver süreçlerinin pazarlık unsuru olmuşken, orada da şimdi yeni bir süreç ilerliyor. Türk tarafı artık Maraş’ın bir pazarlık konusu olmayacağını, 1974 öncesinde adanın turizm merkezi olan bölgenin eski Rum sakinlerinin de mülklerine aşamalı olarak dönebileceği bir sürecin başladığını, ancak bunun Kıbrıslı Türklerin yönetiminde olacağını vurguluyor” diye konuştu.