Erişilebilirlik

"Corona Günlerinde Yaşlılarla İletişim Kurulamadı"


“Türkiye’nin yaşlılarla imtihanı”, “Polis ve zabıtadan dede uyarısı”, “Sokakta yaşlı denetimi”, “Yaşlılar yasağa rağmen pazarlara çıktı”, “Şeride rağmen banka oturan yaşlılar pes dedirtti”. Bunlar, Corona virüsü salgınının Türkiye’de görülmeye başlamasından bu yana yazılı basın ve internet medyasında çıkan haber başlıklarından bazıları.

İleri yaşta ve kronik rahatsızlığı olanların salgında risk grubunda yer alması ve 65 yaş üstü vatandaşlar için alınan önlemler, “yaşlıları” bir anda Türkiye’nin gündemine soktu. Salgın döneminde medya, yaşlıları hiç olmadığı kadar öne çıkartırken, sosyal medyada yaşlılara yönelik tepki çeken paylaşımlar da yer aldı. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Nezih Orhon, salgın yüzünden sağlık koşullarında yaşanan olağanüstülüğün yanına medyanın da ‘iletişim krizini’ eklediği görüşünde.

VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Orhon, “Medya sağlık krizini iletişim kriziyle besliyor. Zaten yaşlılar için alınan yasaklara uymak, evde kalmak kolay değildi. Medyanın söylemiyle bu çok daha zor hale geldi. Medya yaşlılarla ilgili süreci sakinleştiren, hem akla hem kalbe yönelik bir iletişimin yerine spekülatif, heyecanlı, vurgulu içerikleri sevdiğimiz için paniklemeyi teşvik edecek uygulamalara yöneldi. Burada özellikle ‘medyada ne var’ diye düşünmek yerine ‘ne yok ve neden yok’ diye tartışmak lazım” dedi.

“Medyanın yaşlılara ilişkin bilgisi kısıtlı”

Corona virüsü salgını öncesinde medyanın yaşlılarla ilgilenmediğini ve yaşlılara ilişkin bilgisinin de kısıtlı olduğunu kaydeden Orhon, “Medya kamusal sorumluluğunu yerine getirmek için hem temel insan hakları açısından yaşlıların hak temelli sorunlarına hem de grubun özgünlüğü nedeniyle bunların ihtiyaç temelli sorunlarına yanıt verebildi mi? Maalesef bunlar çok sınırlı kaldı. Halbuki iletişimin kendisi bir oksijen. Yaşlılar gibi kırılgan olan, evde kalmaları istenen, izolasyon nedeniyle sosyal bağları yıpranmış ve ‘neden özellikle biz seçildik’ psikolojisine giren bir grup, iletişimin kurgulanması için çok değer bulunmadı. Medya sadece yapageldiğini yapmaya devam etti bu süreçte” diye konuştu.

Medyadan beslenen reklam endüstrisinin de yaşlıları ilgiye değer bulmadığını ve bunun medya işleyişini olumsuz etkilediğini söyleyen Orhon, “Reklamverenler tarafından yaşlılar ticari bir grup olarak görülmediği için bununla bağlantılı olarak da programları tasarlayanlar, haberleri yapanlar bu konuda son derece yüzeysel kalıyor. Aslında Türkiye’de Corona virüsünün tespit edildiği tarihten bu yana didaktik bir şekilde de olsa bütün iletişim yaşlılar üzerine kurulu. Ama bu denli hakkında mesaj verilen bir grup, medya içeriklerinde ne zaman yüzleriyle, sesleriyle, öyküleriyle, kendilerine ilişkin anlatmak istedikleriyle yer aldı? Her vefat eden bireyin yarım kalmış bir öyküsü var ama her gün bu sayılar insanileştirilmeden verilmeye devam ediliyor” dedi.

“Aynı zamanda yanlış bilgiyi yayan en geniş kesim yaşlılar”

Dünya Sağlık Örgütü’nün bu dönemde yaratılan bilgi kirliliği için küresel salgın (pandemi) kelimesini çağrıştıracak şekilde ‘infodemik’ tabirini ürettiğini hatırlatan Orhon, bu yanlış içerikleri yayan en geniş grubun yine yaşlılar olduğunu belirtti. Medyanın, yaşlıların haber okuryazarlığını geliştirmekte de sorumluluk almadığını ifade eden Orhon, “Salgın koşullarında dünyada artık ‘mindful journalism’ denen yeni bir habercilik türü öne çıktı. Yani medyadaki her bireyin kendi işini yapmasıyla iş bitmiyor; bunu özellikle kırılganlığı, hassasiyeti, dezavantajı yüksek gruplar adına da düşünmek gerekiyor. Örneğin, teknolojiyi kullanamayan bir yaşlıya doğru haber nasıl ulaşacak? İşimizi bir sosyal dayanışmanın öğesi olarak görmemiz gerekiyor. İyileşmek için birbirimize ihtiyacımız olduğunu bilmemiz gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Bu dönemde haber teyidinin geri planda kaldığını kaydeden Orhon, “Özellikle İspanya ve İtalya’dan yaşlılarla ilgili haberleri Türkiye’deki medyada çok sık gördük. ‘Terk edilmiş bakım evlerinde günler öncesinde ölmüş yaşlılar bulundu’ gibi haberlerde Batı’nın ne halde olduğu ve orada aksayan durumlar vurgulanmaya çalışıldı ama orada işaret edilen, yaşlıların düştüğü kötü durum. Bu da aslında haberin temel öznesi olan yaşlılar açısından zararlı hale geliyor. Mesajı, yaşa dayalı hale getirdiğimizde toplumdaki grupları birbirine karşı çürütme ihtimalini de beraberinde getiriyoruz. Kamuyu bilgilendiriyoruz ama bilgilenmek açısından herkesin ihtiyacı aynı değil” dedi.

Kuşaklar arası çatışmaya medyanın katkısı

Corona virüsü salgını bir yandan kuşaklar arası çatışmayı da kızıştırdı. Avrupa’da 2. Dünya Savaşı sonrası doğmuş yaşlı kuşağı bertaraf etme anlamında “BoomerRemover” etiketi Twitter’da paylaşım salgınına dönüşürken, Türkiye’de de özellikle sokaktaki yaşlılara yönelik sosyal medyada yayınlanan videolar tepki topladı.

Peki yaşlı nüfus için yayılan bu nefret söylemine medya da ortak oldu mu? Orhon’a göre, medya nefret söylemini körüklemese de buna sessiz kalması suça ortaklık oluşturuyor: “Medyanın nefret söylemine görselleriyle, ‘kurallara uymayanlar işte bunlar’ şeklinde attığı başlıklarla sınırlı katkısı olmuş olabilir. Bu nefreti doğrudan değil ama dolaylı olarak üretmeye yardımcı olduğunu söyleyebiliriz. Bu söylemin üretildiği yer özellikle sosyal medya. Buralarda gerçekten kontrolsüz bir şekilde yayılıyor. Uzun süre sessiz gelişen yaşlılara yönelik nefret söylemi, ilk defa salgın koşullarında bu kadar cesaretlenebilmiş durumda. Medyanın da buna yönelik kamuyu bilgilendirme ve bunun tartışılması görevi var. ‘Biz sadece yaptığımız kötülüklerden sorumlu değiliz, aynı zamanda imkanımız olduğu halde yapmadığımız iyiliklerden de sorumluyuz.’ Yaşlı kesimin hedef tahtası haline gelmemesi için medyanın imkanları varken elinden geleni yapması gerekir”.

“Yaşlıları tek tipleştirdik”

Yaşlıların salgın dönemine kadar sadece medyada değil iletişim alanındaki akademik çalışmalarda da ilgi çekmediğini söyleyen Orhon, “İletişim açısından sürekli aileyi incelemeye ve ele almaya çalıştık ama artık yaşlıların çoğunluğu yalnız yaşıyor. Bu yüzden yaşlıları tek tipleştirmemek gerekiyor. Bu süreçte medyanın yaşlılar hakkında bilgilenmesi için son derece geniş fırsatlar doğdu. Ayrıca yaşlanan bir ülkeyiz artık. Avrupa’nın en genç ülkeleri sıralamasında ilk sıralarda geldiğimiz dönem bitti. Yaşlılar on yıl içinde nüfus içinde artık ikinci ana kesim olacak. Bu özgün grubun hak ve ihtiyaçlarını okuyabilen bir medya gerekiyor” dedi.

“Alınan önlemler ayrımcı tutumdaydı”

Peki medyanın iyi karne veremediği salgın ortamında, yaşlılara yönelik önlemleri alan tıp dünyası yaşlılarla ne kadar iyi iletişim kurabildi? VOA Türkçe’ye konuşan Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Ahmet Can Bilgin, yaşlılara yönelik alınan önlemlerde ayrımcı bir tutum benimsendiği görüşünde. Bilgin, “Öncelikle biz ‘yaşlı’ dediğimiz kişiye sorduk mu? Ona ‘sen ne istiyorsun, evde kalmak istiyor musun istemiyor musun’ dedik mi? Hayır. Tabii önemli şeyler de yapılmaya çalışıldı. Örneğin, yaşlılar kapalı kaldığı için onlara telefon destek hatları, ‘Vefa Sosyal Destek Grupları’ gibi imkanlar sağlanmaya çalışıldı ama bunlar hep var olan yasağın getirdiği sorunları bir parça çözebilecek uygulamalardı. Onların temsiliyetini ortaya koyabilecekleri bir mekanizma yok. Salgın gibi önemli bir olayı yönetebilmek için gerekli olan unsurlar, şeffaflık, güven ve katılım mekanizmalarının genişletilmesi. Bütün bunlar olmadan ne tür önlemler alınabileceği çok fazla tartışılamaz” dedi.

Türkiye’de 11 Mart’ta ilk Corona virüsü vakasının tespit edilmesinin ardından sokağa çıkma yasağı ilk kez yaşlılar için hayata geçirildi. 65 yaş ve üstü ile kronik rahatsızlığı bulunanların ikametlerinden dışarı çıkması yasaklandı. Daha sonra yaşlılara yönelik uygulanan yasakta yalnızca belli saatlerde dışarı çıkmaları yönünde değişiklik yapıldı. Ayrıca şehirlerarası seyahat yapılabilmesi için de ‘e-devlet' veya Alo 199 Vefa Destek Hattı üzerinden izin alma zorunluluğu devam ediyor. Öte yandan yaşlılar için İl Hıfzıssıhha Kurulları tarafından kararlaştırılan yasaklar da farklı illerde uygulanıyor.

Yaşlılara yönelik önlemlerin salgının başında iyi niyetle alınmış olabileceğini söyleyen Bilgin, “Yaşlıları koruyalım’ düşüncesiyle, ki bu da ayrımcılığı kuran bir ifade, bu önlemler alınmış olabilir. Ancak yasak sürecinde bir sürü tutarsızlık yaşandığı düşünüldüğünde ayrımcılık yapıldığı da ortaya çıkıyor. Yasakların bilimsel bir temeli olmamasının sorun oluşturmasının yanı sıra örneğin yaşlıların 5’te 1’inin yalnız yaşaması gereksinimlerinin giderilmesi konusunda sorunlar çıkardı. Önemli bir kısmı çalışıyor. Çalışan yaşlılar muaf tutuldu yasaklardan. Bu da tutarsızlıklardan bir diğeri. Başka bir sorun da yaşlıların yanında başka birileri de hanede yaşıyorsa bu kişilerin yine bulaşıcı olması. Hiçbir şekilde yaşlıların evde kalmasına yönelik yasak getirilmesinin mantıklı bir yanı olmadığı görüldü” dedi.

“Sağlık uyarılarının dili de ayrımcılığı besledi”

Corona virüsünden korunmak için sağlık kuruluşları tarafından yaşlılara yapılan uyarıların dilini de eleştiren Bilgin, “Corona yaşlıları öldürüyor’ uyarısında olduğu gibi bu dil ayrımcılığı getiriyor. Öncelikle ‘yaşlı’ tanımlamasıyla ayrımcılığı getiriyor. Bunun ötesinde daha pratik yönüyle bu uyarılar, ‘Corona yaşlıları öldürüyor ama gençlere dokunmuyor, başkalarına dokunmuyor’ gibi bir algıyı da toplumda yarattı. Bunun da zararları oldu. Gençler yaşlıları kendilerine Corona bulaştırabilecekmiş ve sanki bütün salgının sorumlusu da onlarmış gibi algıladı” diye konuştu. Bilgin, yaşlılara toplumda uygulanan nefret söylemi ve eylemlerinde de devlet kurumlarının dahi paylaştığı bu sağlık uyarılarında üretilen dilin payı olduğu görüşünde.

Yaş ayrımcılığının toplumdaki eşitsizliklerden ve cinsiyetçilik, ırkçılık gibi diğer türdeki ayrımcılıklardan bağımsız düşünülemeyeceğinin altını çizen Bilgin, “Sadece tıp dünyasında değil toplumun bütün kurumlarında var. Eşitsizliklerin olduğu bir toplumda yaşlıların yaşadığı türden ayrımların doğması da kaçınılmaz oluyor. Kesinlikle Corona sürecinde bu pekişti. ‘Yaşlılarımızı koruyoruz’ söylemi altında bu meşrulaştırıldı ve içselleştirildi. Oysa Putin’in 67 yaşında, Merkel’in 66 yaşında, Erdoğan’ın 66 yaşında, Kılıçdaroğlu’nun 71 yaşında olduğu kimsenin aklına gelmiyor; onlar için kimse ‘yaşlılarımızı koruyalım’ demiyor. ‘Bu yaşlılarımızı da eve kapatalım’ demiyor. Yaş ayrımcılığını, başka ayrımcılıklarla ve eşitsizliklere birlikte değerlendirmek gerektiği burada ortaya çıkıyor” dedi.

Sağlık kurumlarında yaş ayrımcılığı

Salgın döneminde sağlık kuruluşlarında da yaş ayrımcılığının söz konusu olabildiğini kaydeden Bilgin, “İngiltere’de mahkeme kararıyla solunum cihazlarının gençlere kullandırılması gibi Avrupa’daki diğer ülkelerde de alınan dramatik kararlar Türkiye’de yaşanmadı ama yasaklarla birlikte yaşlılar sağlık hizmetlerine Covid’in dışında yeni sağlık sorunlarıyla ilgili başvuru da yapamadı. Eski sağlık sorunlarıyla ilgili takiplerini ya da tedavilerini aksattılar. Bazı örneklerde doğrudan sağlık kurumları ve çalışanları, yaşlıları evlerinden çıkmamaları için uyardı. Bu da aslında sağlık hizmetinin engellenmesi anlamına geldi. Önemli olan sağlık hizmetlerinden bu dönemde de yararlanmaya devam etmeleriydi. Ancak bütün hastaneler pandemi hastanesi ilan edildiği için yaşlı dediğimiz kişiler de Corona virüsü dışındaki sağlık şikayetleri için hastaneleri kullanamadı. Öyle bir korku yaratıldı ki zaten kendileri evden çıkmak istemedi” diye konuştu.

“Kar amaçlı üretime göre şekillendirilmiş dünyada yaşlılara yer yok”

Corona virüsü salgınında yaşlılara yönelik alınan önlemlerin gündemde yer tutmasının pek tartışılmayan bir boyutu daha var. Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı 2019 yılına ait ‘’İstatistiklerle Yaşlılar’’ verilerine göre, Türkiye giderek yaşlanıyor. Son beş yılda yaşlı nüfusun genel nüfusa oranı yüzde 8’den yüzde 9,1’e çıktı. Bilgen de tıp dünyasının uzun zamandır bunun farkında olduğunu ve geriatri, yaşlı sağlığı gibi alanlarda faydalı çalışmalar geliştirdiğini söylüyor. Ancak bunun yaş ayrımcılığı konusunda bir hassasiyeti de beraberinde getirmediği görüşünde: “Neredeyse şaka yollu diyebiliriz ki, tıp aslında toplumun yaşlandığının farkında olmasa daha iyi olur. Sosyal, ekonomik, politik olarak da tıp kurumuna söylenen şey, ‘bütün dünya yaşlanıyor, bu yaşlılar bize yük oluyor, biz bunu nasıl çözebiliriz?’. Yaşlıların daha çok sağlık harcamaları var, daha fazla hastane yatakları kullanıyorlar vesaire. Bunlar bir yük. Kar amaçlı üretime göre şekillendirilmiş dünyada yaşlılara yer yok. Dolayısıyla tıp kurumunun aldığı pozisyon yaşlılara karşı bu cenahtan değerlendirilebilir. Hemen bir salgın olduğunda İtalya’daki, İspanya’daki, İngiltere’deki gibi kararlar çıkması bunun göstergesi. Olağanüstü koşullar desek de salgının her zaman yaşanabileceği ve hazır olmamız gerektiği bilim dünyası için aslında aşikar bir gerçek”.

“Yaşlılık değil yaşlanma süreci”

Bilgin yaş ayrımcılığının ortadan kalkması için ise şunları söyledi: “En başta yaşlı diye kategorize etmek toplumu bölmeye götürür. Hepimiz yaşlanıyoruz zaten. Düne göre hepimiz daha yaşlıyız. Bunu böyle kabul etmek gerekiyor. Yaş değil hepimizin içinde bulunduğu yaşlanma süreci önemli olmalı. Çünkü bu süreç toplumun sadece bir kesimi için değil hepimiz için geçerli. Buna böyle bakabilirsek, belki politikalarımızı ona göre ayarlayabiliriz”.

XS
SM
MD
LG