Türk-Amerikan ilişkileri bu hafta yine kritik bir randevuya hazırlanıyor. BM Genel Kurulu toplantılarına katılmak üzere New York’ta bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Perşembe günü ABD Başkanı Donald Trump’la ikili bir görüşme yapacak.
Görüşme, Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan gerilimin giderek arttığı ve sorunların bir türlü aşılamadığı bir döneme denk gelmesi açısından ayrı bir önem taşıyor.
Alman Marshall Fonu (GMF) adlı düşünce kuruluşunun Ankara Temsilcisi Özgür Ünlühisarcıklı, bu kritik görüşme öncesinde ilişkilerin durumunu, iki ülkenin gündemindeki konuları ve görüşmeden beklentileri Amerika’nın Sesi’ne değerlendirdi.
Ünlühisarcıklı, sorunlara rağmen iki tarafta da ilişkileri koparma niyetinin olmadığını söyledi.
Türkiye’nin sadece ABD ve Batı dünyasıyla ilişkilerini normalleştirmesi için öncelikle kendi demokrasisini düzeltmesi gerektiğini savunan Ünlühisarcıklı, Türkiye’nin yüzünü Batı’ya çevirme politikasında köklü bir değişikliğe gittiğini düşünmediğini ama kendine stratejik bir otonom alan yaratmaya çalıştığını belirtti.
Ünlühisarcıklı, Türkiye’yi Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi satın almaya iten nedenlerden birinin, orta gelir tuzağından kurtulma çabası ve bunun için de savunma sanayine teknoloji yatırımı gayreti olduğu görüşünü dile getirdi. Özgür Ünlühisarcıklı, “Rusya Türkiye'nin bu yönelimini çözdü ve aslında çok az da olsa teknoloji transferi yoluyla Türkiye'yi manipüle edebileceğini gördü. Ben bunu S-400'lerle sınırlı bir çaba olarak görmüyorum. Bu, Rusya'nın Türkiye'yle Batı'nın arasını açmak için çabalarının boyutlarından birisi bana göre. Dolayısıyla Rusya'dan gelen böyle teklifleri ileride de göreceğiz” dedi.
Ünlühisarcıklı’nın Türk-Amerikan ilişkilerine ilişkin detaylı değerlendirmeleri ve Erdoğan-Trump görüşmesine dair beklentilerini de paylaştığı röportajın tam metni şöyle:
S: Türkiye’de bazı kesimler arasında Amerika’da Donald Trump’ın başkanlığında ilişkilerde sorunların azalacağı beklentisi vardı. Şu anki duruma baktığımızda henüz bunu görmedik. Siz ilişkilerin mevcut durumunu nasıl görüyorsunuz? Sorunları aşabilmek için nasıl adımlar atılmalı?
ÖÜ: Siz burada yaşıyorsunuz benden de iyi biliyorsunuz. Amerika'daki siyasal sistem içinde başkanın belli bir rolü var ama rolü olan başka kurumlar da var ve Başkan Trump Amerika'yı tek başına yönetmiyor. Hatta öyle ki hem Temsilciler Meclisi'nde hem Senato'da çoğunluğu olmasına rağmen birçok arzu ettiği yasayı da Kongre'den geçirmeyi başaramadı. Dolayısıyla önemli olan birinci husus bu. Donald Trump'la çok iyi bir ilişki kursanız bile bu Amerika'daki bütün kurumlarda iyi ilişki kurulduğu anlamına gelmiyor.
İkincisi; her ne kadar Donald Trump'ın gördüğümüz kadarıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan'la iyi ilişkisi olsa da bu ilişki muhtemelen onun için bir öncelik değil. Yani Amerikan başkanından bahsediyoruz. Washington'da vermesi gereken pek çok savaş var. Acaba siyasi sermayesinin ne kadarını Türkiye için harcamaya razı. Benim gördüğüm kadarıyla mesela Obama aslında Türkiye için daha fazla çaba sarfetmiş bir başkandı. Obama için Türkiye daha öncelikliydi. Ben Trump için o kadar öncelikli olduğunu görmüyorum.
İki ülke arasındaki ilişkilerin daha sağlıklı şekilde yürümesi için kısa vadede yapılabilecek olanlar var. Bir de tabi ister istemez kısa vadede yapılamayacak, bazen hatta çıkarlarımızın bile diyebiliriz, eskiden önceliklerimizin ayrıştığı diyorduk ama, artık çıkarlarımızın bir de ayrıştığı bazı hususlar var. İşte Suriye'deki YPG durumu, bunlardan birisi. Bunun gibi konularda kısa vadede yapılacak birşey olmadığını düşünüyorum. Bu tip anlaşmazlıkların ilişkinin bütününü zedelemesinin önüne geçmemiz gerekiyor.
Ama tabi Türkiye için şunu söyleyebiliriz; sadece ABD de değil dünyadaki bütün özgür ülkelerle, özgür dünyayla ilişkilerimizi geliştirmek için öncelikle kendi demokrasimizi normalleştirmemiz lazım. Bu artık bir seçenek olmaktan da bana göre çıktı. İşte Avrupa'da nereye giderseniz gidin, Amerika'da nereye giderseniz gidin, Türkiye'nin imajı öyle bir duruma geldi ki değil milyonlarca, milyarlarca dolar lobi parası harcasak da kendi ülkemizi normalleştirmeden bu imajı düzeltmemiz mümkün görünmüyor. Dolayısıyla öncelikle bunu yapmamız gerektiğini düşünüyorum.
İkincisi, bütün dünyada bir sorun bu, artık iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle beraber bir şeyi Türkçe mi söylüyorsunuz İngilizce mi söylüyorsunuz veya birşeyi iç kamuoyuna mı söylüyorsunuz dış kamuoyuna mı söylüyorsunuz, hiçbir önem taşımıyor. Siz Türkiye'nin herhangi bir kasabasında Türkçe olarak bir gruba birşey söyleyebilirsiniz. Ama o üç saniye içinde İngilizce'ye tercüme edilip bütün dünyaya duyurulabilir, hatta tercüme edilirken bağlamından da kopartılması mümkün. Dolayısıyla ifade tarzımıza, kullandığımız dile çok dikkat etmemiz, başka ülkelerle ilgili konuşurken bunun Türkiye'nin imajına veya o ülkeyle ülkemizin ilişkisine etkisinin ne olacağını çok iyi düşümemiz lazım. Artık ben iç kamuoyuna konuşuyorum, bu dış kamuoyunu ilgilendirmez dönemi geride kaldı.
S: İlişkilerde yaşanan sorunlar geçmişteki krizlerden farklı mı? Sorunlar geri dönülemez bir aşamaya geldi mi?
ÖÜ: Geri dönülemez bir noktaya gelmedi ama geçmişteki krizlerden şöyle bir farkı var. Geçmişte Amerika'de ne olursa olsun Türkiye'nin arkasında duracak bir grup vardı. Türkiye bizim için önemlidir, hatalı bile olsa biz Türkiye'yi savunuruz diyen bir grup vardı. Benzer bir grup Türkiye'de de vardı. Bu tabi Soğuk Savaş'ta olmanın getirdiği bir durum, ama aynı zamanda mesela Amerika'da özellikle Kore Savaşı'nın hatıraları tazeydi. Dolayısıyla özellikle Amerikan ordusunda büyük bir Türkiye sempatisi ve Amerikan güvenlik çevrelerinde büyük bir Türkiye sempatisi vardı. Türkiye’de de Soğuk Savaş psikolojisiyle belki bir büyük abi gibi görme durumu vardı. Artık böyle bir durum yok. Yani ne Türkiye'de ne Amerika'da ne olursa olsun karşı tarafın arkasında duracak gruplardan bahsetmek mümkün değil. Birinci farklılık bu.
İkincisi yine tabi Soğuk Savaş'tan çıkmış olduğumuz için geçmişte zaten aslında hemen hemen güvenlik konusunda tek bir düşman, tek bir güvenlik tehdidi ve tek bir strateji vardı. Çok da ayrışmak sözkonusu değildi ama bugün ciddi şekilde sadece önceliklerimizin değil çıkarlarımızın da ayrışması ve böylece birbirimizin ayağına basma riskimiz çok yükseliyor. Dolayısıyla geçmiştekine göre daha dikkatli olmak gerekiyor. Ama şunu söyleyeyim; ben Türkiye'de de bunu görüyorum, buraya geldiğim zaman burada da görüyorum, kapalı kapıların arkasında konuştuğumuz zaman, birebir konuştuğumuz zaman, her iki tarafta da öyle ilişkileri koparma gibi bir niyet kesinlikle yok. Yani her iki tarafta da hatta hemen hemen bütün siyasi çevrelerde de diyebiliriz yani hükümetlerin de ötesinde ikili ilişkiler hala takdirle karşılanıyor. Hala önem veriliyor. Her ne kadar birbirimize kırgın, bazen öfkeli olsak da hiç kimseyle ilişkileri koparma gibi bir düşünce sözkonusu değil. Bu geriye dönülemez bir durumda olmadığımızı gösteriyor.
S: Türkiye’nin yüzünü batıya çevirme politikasında bir köklü bir değişikliğe gittiğini düşünüyor musunuz?
ÖÜ: Bu kadar köklü bir değişiklik kesinlikle görmüyorum ama tabi Türkiye'nin yaklaşımında şu var, Türkiye kendisine bir stratejik otonomi alanı yaratmaya çalışıyor. Bunu başka NATO üyeleri de yapıyor. Artık Soğuk Savaş bittiği için, bunu Almanya da yapıyor, her ülkenin kendi öncelikleri var, İtalya Akdeniz'e önem veriyor, Almanya Doğu Avrupa'ya önem veriyor. Mesela NATO bir operasyon uyguluyor ve katılmayan üye devletler oluyor oysa Türkiye bütün operasyonlara katılıyor. Dolayısıyla Türkiye'nin öyle NATO'dan uzaklaşma, Batı'dan uzaklaşma gibi bir yaklaşımı yok ama şunu söylemek mümkün; Batı'yla bağlarının zayıflaması ve daha çok taraflı ilişkiler kurma çabası var.
S: Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi satın alma planları Amerika’da tepkiye neden oldu. Siz bu gelişmeyi nasıl görüyorsunuz?
ÖÜ: S-400'lerin çok gözardı edilen daha önemli bir boyutu var. Türkiye orta gelir tuzağına düşmekte olan, kimilerine göre de tabi düşmüş olan bir ülke. Bunu önlemek için acilen endüstrisinde teknoloji yoğunluğunu artırması gerekiyor. Bunu Türkiye'nin en hızlı yapabileceği sektör de savunma sanayi çünkü talep garantisi var. Yani Türkiye kendisi savunma sanayinde o kadar büyük bir talep ortaya koyuyor ki, dolayısıyla oraya yapılacak her yatırımın karşılığını zaten kendi yapacağı satın almalarda sağlaması mümkün. Ama savunma sanayinde teknolojiyi hızlı bir şekilde geliştirmek için teknoloji transferine ihtiyacı var ve onun için de büyük silah alımlarında teknoloji transferini Türkiye bir ön koşul olarak ortaya koymaya başladı. Sadece en ucuz ürünü veya en iyi ürünü kim veriyorsa değil, daha önemlisi kim Türkiye'de üretim, Türk mühendisleriyle üretim, kim teknoloji transferi yapmayı kabul ediyorsa oraya Türkiye'de bir yönelme eğilimi var.Benim gördüğüm kadarıyla da Rusya Türkiye'nin bu yönelimini çözdü ve aslında çok az da olsa teknoloji transferi yoluyla Türkiye'yi manipüle edebileceğini gördü. Ben bunu S-400'lerle sınırlı bir çaba olarak görmüyorum. Bu, Rusya'nın Türkiye'yle Batı'nın arasını açmak için çabalarının boyutlarından birisi bana göre. Dolayısıyla Rusya'dan gelen böyle teklifleri ileride de göreceğiz. Buna karşılık Amerika'nın ne yapacağını ben merak ediyorum. Acaba Amerika Türkiye'nin savunma sanayine katkıda bulunmanın bir rolünü bulabilir mi, kendi yerleşik kurallarını bırakmadan tabi.
S: Amerika Rusya’nın bu ‘oyununu’ bozmak için ne yapmalı?
ÖÜ: Amerika Türkiye'nin savunma sanayine katkıda bulunmanın bir yolunu bulmalı. Tabi Amerika'nın yerleşik kuralları var, teknoloji transferiyle ilgili çok kısıtlayıcı hükümler var Amerika'da ama yine de ben bir yolu bulunabilir diye düşünüyorum.
S: Erdoğan-Trump görüşmesinden beklentileriniz neler?
ÖÜ: Görüşmede masada pek çok konu olacak. Fethullah Gülen'in Amerika'daki devam eden ikameti ve Amerika'nın YPG'ye yaptığı yardım, işbirliği aslında daha önceki görüşmelerde de gündeme geldi. Ben Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu konularda beklenti içinde olduğunu aslında zannetmiyorum. Dile getirebilir adet yerini bulsun diye ama beklenti içinde olunduğunu zannetmiyorum. Ankara'da şöyle bir algı var; kısmen doğru olabilir olmayabilir ama Donald Trump kendi gücünü Washington'da tesis ettiği zaman Türkiye'yle ilgili olumsuzlukların hepsini çözecek beklentisi mevcut. Aslında bu bana biraz ilginç geliyor çünkü bu 5-6 yıl önce şöyle başladı; birinci Obama yönetimi sırasında ilişkiler bozulmaya başladığı zaman ben Ankara'da şunu duyuyordum; ‘şimdi tabi orada başkanlık seçimleri var Obama'nın önünde seçimler var o bir geçsin problemler çözülecek’ dendi, ikinci Obama yönetiminde çözülmediği gibi problemler derinleşti. Daha sonra dendi ki işte seçimler var Trump bir seçilsin problemler çözülecek gibi çok büyük bir beklenti Ankara'da oluştu, olmadı. Şimdi bunun yerine, algıdan çok temenni gibi, işte birşey olsa da şu iş böyle sihirli bir şekilde çözülse gibi, ama öyle bir sihirli değnek yok.
S: Görüşmede ABD’de devam eden Rıza Sarraf davası ve Zafer Çağlayan hakkındaki tutuklama kararı gündeme gelir mi?
ÖÜ: Tabi mutlaka gelecektir ama o konuda da Amerika'da yasama-yürütme-yargı arasında kesin bir ayrım var ve yürütmenin yargının alanına giren bir konuda yapabileceği çok birşey yok ve özellikle dava açılmışsa yani soruşturmadan davaya dönüşmüş bir konuya siyasi müdahale çok olumsuz karşılanır Amerika'da. Bir de tabi zaten Donald Trump'ı bu konuda suçlamalar olduğu için, yani yargı üzerinde baskı kurma suçlaması olduğu için kendisini doğrudan ilgilendirmeyen böyle bir konuda öyle bir suçlamayla tekrar yüzleşmek istemeyecektir.