Siyasi krizlerin eksik olmadığı Lübnan, 29 ay devam eden çekişmeli sürecin ardından 30 Ekim’de nihayet cumhurbaşkanını seçti.
Parlamenter sistemi din ve mezheplere göre düzenlenmiş olan Lübnan iç siyasetine çeşitli ülkelerin de müdahaleleri ile cumhurbaşkanlığı seçimleri yılan hikayesine döndü. Bu dönemde cumhurbaşkanlığı seçimleri ülke içinde fıkralara, karikatürlere sık sık konu oldu.
Hristiyan Maruni Mişel Aon, Lübnan cumhurbaşkanı oldu ancak 29 ay devam eden krizi bitirmeye yetmedi. Bugünlerde Lübnan iç siyasetinde etkili olan aktörler hükümet kurulması aşamasında kıyasıya çekişirken bazı ülkelerin müdahaleleri de sürüyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da bir çalışma ziyaretinde bulunduğu Lübnan’daki siyasi krizi Ömer Halisdemir (Niğde) Üniversitesi öğretim üyesi ve 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü uzmanı olan Suriye ve Lübnan’a dair kitabı bulunan Dr. Yasin Atlıoğlu Amerika’nın Sesi’ne değerlendirdi.
VOA: Lübnan uzun süredir cumhurbaşkanı seçememe krizi yaşıyordu. Suriye dahil bölgedeki durumla birlikte bu kriz Lübnan'ı nasıl etkiledi sizce?
ATLIOĞLU: Lübnan hassas dengeler üzerinde işleyen bir siyasal sisteme sahip, dolayısıyla bölgesel düzeydeki krizlerden doğrudan etkileniyor. Suriye krizinin Lübnan'a yansıması üç şekilde oldu: Güvenlik sorunları (kent merkezlerinde patlayan bombalar, Trablus bölgesinde yoğunlaşan Selefi gruplar ve IŞİD/Nusra'nın sınırda faaliyetleri), Hizbullah'ın Suriye iç savaşına müdahil olmasının arttırdığı iç kutuplaşmalar ve mülteciler meselesi…Suriye krizinde Lübnanlı grupların taraf olması, bölgesel düzeydeki kutuplaşmanın bir yansıması gibi.
Suudiler Suriye karşıtı grupları harekete geçirirken, özellikle Hizbullah karşı ülke içindeki askeri dengeleri değiştirmeye çalıştı Selefiler ve radikal İslamcı gruplar aracılığıyla. Buna karşılık Hizbullah uzun süre Suriye iç savaşına katılmamak için direndi ta ki Haziran 2013'e kadar.Kuseyr (Suriye’nin Lübnan sınırında bulunan kasabası) savaşıyla Hizbullah’ın iç savaşa girdiğinin açıklık kazanması Lübnan içindeki Suriye karşıtı grupların daha aktif muhalefet yapmasına yol açtı. Mezhepçi tansiyon da açıkça ortaya çıktı Lübnan iç siyasetinde.
VOA: Genel olarak Lübnan'da cumhurbaşkanı seçilememesi mi böylesi çok başlı döneme sebep oldu yoksa mevcut çok başlılık-bakış açısı/çıkar farklılıkları mı cumhurbaşkanı seçilememesine sebep oldu sizce?
ATLIOĞLU: Cumhurbaşkanlığı seçimi modern Lübnan tarihinde her zaman kriz nedeni oldu, bu ülkedeki konfesyonel (siyasi sistemin ülkedeki din ve mezhepler esasına göre düzenlenmesi) sistemin, iktidardaki güç paylaşımının bir sonucu, sistemin işleyişi için ülke siyasetinde etkili olan zaimler arasında uzlaşmanın sağlanması çok kolay olmuyor. Buna ek olarak bölgesel krizler olursa dış müdahalecilik ülke içindeki uzlaşmanın olmadığı bu ortamı daha da geriyor ve herkes çıkarları bağlamında kendine yakın hissettiği dış aktöre daha da bağımlı hale geliyor.
Aslında 1952 ve 1957/58 devlet başkanlığı krizine bakarsak bölgesel konjonktürün Lübnan içi siyasetini nasıl etkilediğini açıkça görürüz.
2007-2008 de aynısı oldu, ama bölgesel gerilimler az olduğu için çözüm yine bölge ülkelerinin müdahalesiyle Doha’da bulundu. 2011den sonraki kriz 1950li yıllara benziyor.
VOA: Tam olarak nasıl ifade etmek gerek bu benzerliği? Soğuk savaş-çift kutup faktörü mü? O dönemde bölgede yeni kurulan veya bağımsız olan devletler, yeni siyasi akımların yarattığı çatışmalar mı?
ATLIOĞLU: Tabii uluslararası sistemin iki kutuplu bir hale dönüşme eğiliminde olduğuna dair birçok tartışma var. Rusya'nın kendini toparlayıp artık Ortadoğu siyasetine daha etkili bir biçimde bulaşması sistem boyutunda bir etkiyi gözler önüne seriyor. Ama şu an yaşadığımız sistemde 1950’lerde olduğu gibi ideolojiler çok etkili değil. Hatta ulus-altı milliyetçilikleri (etnik ve dini/mezhepçi) sahadaki etkisi mevcut devletlerin varlıklarını koruyup koruyamayacağı sorusunu da beraberinde getiriyor.
Bölgedeki çatışmanın niteliği Soğuk Savaşa çok benzemiyor, Rusya’nın ve ABD’nin müdahaleleri var ama ideolojik bir zeminde değil, çıkar zemininde şekilleniyor. Konjoktür Soğuk savaşta olduğu kadar statik de değil. Bu çıkar ittifakları oldukça dinamik ve her gün yeni bir ittifak doğma olasılığı var. Tabii bu dinamik çıkar ittifaklarının olduğu bölgede Lübnan kendini çok güvensiz ve yalnız hissediyor
VOA: Tüm bu noktada profilini göz önünde bulundurarak Michel Aon'un seçilmesini nasıl yorumluyorsunuz? Tarafların bir zorunlu uzlaşı zemini ihtiyacı mı? Hariri tarafı ve müttefikleri açısından taviz olduğunu savunanlar da var…
ATLIOĞLU: Mişel Aon’un seçilmesi konusundaki uzlaşı hem bölgede hem Lübnan içindeki sorunların artık katlanılamaz hale geldiğinin bir göstergesi. Lübnanlı siyasetçilerin ve ülkedeki siyasal sistemin birçok zafiyetine rağmen en zor şartlarda bile teması koparmaması Lübnan siyasal kültüründeki iyi özelliklerden biri...
Lübnanlı siyasetçiler krizin kendilerine de zarar verdiğini düşündüğünde uzlaşı yoluna sıcak bakabiliyor. Bunlara ek olarak güvenlik sorunları, mültecilerin yarattığı baskı, yeni bir iç savaş tehdidi herkesi çok geriyor ve ülkedeki siyasetçiler üzerinde kamuoyu baskısını arttırıyor. Tabii dış etkileri de göz ardı etmemek lazım. Aon’un seçilmesi kötünün iyisi haline geldi ülke siyasetindeki aktörler için. Hariri, krizin başından beri krizi kötü yönetti, Samir Caca uygun bir aday değildi, sonra gitti Süleyman Franjiyye'yi Aon’un karşısına koymaya çalıştı.
Bunların hiç biri tutmadı, çözüm olarak herkesin karşısında bir tek Aon kaldı. Ülkedeki Hıristiyanların Aon her ne kadar Hizbullah ile ittifak yapsa da ona dair başka inançları var. Devlet başkanı olmak bir anda yeni bir aktör haline gelmenizi sağlıyor. İçte ve dışta herkes Aon ile temas kurmaya çalışıyor, bu durum Aon’un ülke siyasetinde tek başına güçlü bir aktör olarak ortaya çıkmasını sağlayabilir, tıpkı 1952'de Kamil Şamun da olduğu gibi
VOA: Mişel Aon'u Lübnan içindeki duruma ek olarak Suudi Arabistan ve İran arasında denge kurmak gibi epeyce zor eşikler bekliyor gibi görünüyor. Gerçi Cumhurbaşkanı seçildi ancak siyasi kriz de henüz bitmedi.
ATLIOĞLU: Tabii Kamil Şamun da 1952'de Kemal Canbulat’ın desteğiyle devlet başkanı olmuştu, iktidara gelir gelmez iktidarı kendi tekeline almaya çalıştı, 1955'ten sonra Suveyş Krizi, Bağdat Paktı gibi sorunlar karşısında bölgesel düzeyde tarafsız kalma siyasetinin işe yaramadığını gördü. Aon’un başına da aynı şeyler gelebilir. İlk olarak dengeli bir devlet başkanı profili çizmeye çalışacak, Lübnan’ın istikrarı ve birliğine vurgu yapacak. Ama bölgesel konjoktür onu farklı tercihlere zorlayabilir. Suriye iç savaşının sonucu, Rusya’nın bölgedeki varlığı, İran-Suudi rekabeti ve tabii ABD’nin bölgeye yönelik politikasındaki belirsizlik. Fransa’yı da unutmamak lazım tabii. Aon’u zor günler bekliyor, bu denge siyasetini içte ve dışta ne kadar başarıyla sürdürebilir, zaman gösterecek. Diğer yandan Aon döneminde güvenlik soruları, mülteciler gibi meselelerde kısmi bir iyileşme olursa bu Aon iktidarına içeride olan desteği arttırabilir.
VOA: Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Lübnan’ı ziyaret etti. Davutoğlu dönemindeki ziyaretlerde Hizbullah ile temaslar da vardı. Lübnan'ın ana aktörlerinden biri ile temas kurulmamasını nasıl görmek lazım? Türkiye'nin Suriye başta olmak üzere Arap ayaklanması döneminde taraflı politika yürüttüğüne dair bir kanaat da yerleşmiş durumda. Türkiye'nin Lübnan'da etkili bir pozisyon sağlaması mümkün mü?
ATLIOĞLU: Çavuşoğlu'nun ziyareti Lübnan'daki yeni dönemde, yeni bir başlangıç olarak önemli. Fakat 2011 öncesinde Türkiye’yi Lübnan siyasetinde etkili kılan Türkiye’nin bölge siyasetine yönelik çabalarının yanı sıra Suriye ile kurulan yakın ilişkilerdi. Suriye Türkiye’nin Lübnan siyasetine girişinde bir zıplama tahtasıydı. Türkiye de bu süreçte Lübnanlı tüm aktörlerle temas kurabiliyordu. Her aktörün Türkiye’den beklentisi de farklıydı. Bu siyaset işe de yaradı. Fakat 2011 sonrası Suriye krizine doğrudan müdahil olması, taraf olması Türkiye’nin Lübnan’daki algılanışını olumsuz etkiledi, sadece Lübnan’da değil tüm Arap dünyasında. Bundan sonra Türkiye, Orta Doğu siyasetinde yeni bir sayfa açmak istiyorsa taraf olduğunu gösteren hareketlerden, söylemlerden kaçınmalı öncelikle.
Hizbullah, Lübnan’da çok etkili bir aktör, onunla temas kurmadan Lübnan siyasetinde bir dış aktörü etkili olması zor ama Lübnan’ın sadece Hizbullah’tan ibaret olmadığı da aşikar. Bu şartlarda Hizbullah ile temasa geçilmesi için İran kanalı kullanılabilir ama yaşananların unutulması için zaman gerekiyor.
Suriye konusunda Türkiye samimi bir biçimde bölgesel aktörlerle (İran ve Suriye) ilişkilerini tamir edebilirse Hizbullah ile de bu işler düzelecektir. Ama bu iş hiç de kolay olmayacak.
Bu süreçte “Türkiye, Sünniler üzerinden siyaset izliyor” algısını kırmak için uğraşmak lazım, Hıristiyanları da yok saymamak lazım.
VOA: Türkiye'ye temkinli bakan tarafların yayın organlarında Çavuşoğlu'nun cami içindeki ve çıkışındaki fotolarının manşet olması-yoğun kullanılması algılar konusunda ipucu verebilir.
ATLIOĞLU: Tabii. Ben Türkiye’nin kısa vadede Lübnan'da çok etkili bir aktör olacağını kastetmiyorum sadece yapılması gerekenleri anlatıyorum. Türkiye, Lübnan gibi karmaşık siyasi ilişkilerin olduğu bir ülke konusunda gerekli deneyim ve bilgi birikimine de sahip değil zaten.
Bu noktada Türkiye, Suriye'nin ve İran'ın sahip olduğu avantajlara sahip değil. Türkiye’nin geleneksel dış siyaset anlayışı da bu ülkelere hiç benzemiyor. Son dönemde Suriye ve İran gibi davranmaya kalktığımızda elimize gözümüze bulaştırdığımızda aşikar.
VOA: Suriye ve İran gibi davranmaktan kastınız ne?
ATLIOĞLU: Suriye ve İran bölgedeki kriz ve çatışma alanlarına destek verdiği silahlı gruplar aracılığıyla katılma konusunda tecrübeli, bu müdahale bir seviyeye kadar etki de yaratıyor. Fakat Türkiye’nin ÖSO deneyiminin nasıl bir başarısızlık olduğu aşikar.
Ayrıca İran gibi ülkeler mezhepçiliği daha ince bir biçimde dış politikada kullanıyor,Türkiye bunu aleni yapınca tepki büyük oluyor.
İranlı bir siyasetçinin ağzından doğrudan bir mezhebi gruba yönelik açıklama duyamazsınız ama Türk siyasi elitler bu hassasiyeti dikkate almıyor, belki de siyasi kültür, bölgeyi bilmemek gibi nedenleri vardır bunun.
VOA: Belki Rusya üzerinden yavaş yavaş giriş yapılabilir, ilişkileri onarmaya girişebilir. ‘Kısa vadede mucize beklememek gerek’ diyebilir miyiz?
ATLIOĞLU: Tabii ki Rusya ve İran üzerinden onarılabilir... Siyasi bölünmüşlüğe girmeden taraf olmadan Lübnan'ın temel sorunları konusunda yardımcı olunabilir. Ticari ilişkilere, turizme filan odaklanmak lazım, Lübnanlılar için Türkiye'nin hala cazip gelen yönleri var.