Amerika’daki düşünce kuruluşu Dış İlişkiler Konseyi’nde ‘Avrupa’da İslam’ başlıklı bir panel düzenlendi.
Panelde konuşan uzmanlar, Avrupa Birliği’ne mülteci akınıyla birlikte İslam’ın Avrupa kültürüne entegrasyonu ve kıta genelinde aşırı sağ politikaların yükselmesi konularını masaya yatırdı.
Panele Pew araştırma merkezinden Conrad Hackett, Tony Blair İnanç Vakfı’nda kıdemli danışman ve strateji direktörü Ed Hüseyin ile Birmingham Üniversitesi’nde din ve politika profesörü Jocelyn Cesari katıldı.
Pew şirketinin araştırmasına göre Müslümanlar hem dünya genelinde hem de Avrupa’da en hızlı büyüyen dini grup. Pew’ın araştırma yöneticilerinden Conrad Hackett, Müslümanlar’ın diğer dini gruplardan daha genç nüfusa sahip olduğunu ve daha çok çocuk doğurduklarını söylüyor:
“Avrupa’daki Müslümanlar’ın toplam doğurganlık oranı kadın başına 2,1 çocukken, kıtadaki genel ortalama kadın başına 1,6 çocuk. Bu veriler göçle birlikte Avrupa’da Müslümanlar’ın sayıca artmasına neden oluyor ama yine de bu oran, Müslümanlar’ın Avrupa’da çoğunluğa geçeceğini öne süren ‘Eurabia’ teorisindeki düzeylerin yakınına bile yaklaşmıyor. 2010’da Avrupa’da 43 milyon civarında Müslüman’ın yaşadığı tahmininde bulunmuştuk, bu, kıta nüfusunun yüzde 6’sı anlamına geliyordu. Avrupa’daki Müslüman nüfusun her 10 yılda bir yüzde 1 arttığını gördük. Mesela 1990’da Müslümanlar Avrupa nüfusunun yüzde 4’ünü oluşturuyordu. Bu oranın 2050’ye kadar yüzde 10 civarına ulaşacağını tahmin etmiştik. Ama şimdi geniş ölçekte mülteci akınından sonra tahminlerimizi güncelleme aşamasındayız. Müslüman nüfus kesinlikle artıyor ve mülteci akını da bu artışa bir miktar katkı sağlıyor ama bu artış nispeten ılımlı bir seviyede ilerliyor.”
Birmingham Üniversitesi din ve politika profesörü Jocelyn Cesari’ye göre, Avrupa’daki Müslümanlar’ın en büyük sorunu tartışmaların aksine sosyo-ekonomik entegrasyon süreci değil:
“Amsterdam’da, Paris’te, Berlin’de, Londra’da yaşayanların kendilerini hızlıca yerel kültürle tanımlamaya başladığını görüyorsunuz. Hayatlarının en zorlu kısmı aslında sosyo-ekonomik entegrasyon süreci değil, kendileriyle sıradan ana akım halk arasında dine bakış konusundaki geniş uçurum. Avrupa’daki Müslümanlar’a ‘kendinizi dindar sayıyor musunuz?’ diye sorduğunuzda, yanıt verenlerin büyük çoğunluğu güçlü bir ‘evet’ yanıtı verecektir. Aynı soruyu sıradan bir Fransız’a, Alman, İngiliz ya da Hollandalı’ya sorduğunuzda ise aynı oranda hayır yanıtı alırsınız. Bu uçurum günlük yaşamda kendini hissettiriyor. Bence en büyük sorun bu çünkü Müslümanlar’ın çoğu, Müslüman olmakla vatandaş olmak arasında bir ihtilaf görmüyor ama birçok Avrupa ülkesinde tarihsel ve kültürel nedenlerle bu bir sorun olarak görülebiliyor. Avrupa’da dindar olmak, kendini dindar olarak ifade etmek gayrimedeni sayılıyor. Örneğin çocuğunuz okulda domuz eti yemediği için helal yemek istemeniz gayriresmi görülüyor. Bir başka örnek; Fransa’da yaşayan genç bir Arapsanız, gece diskoya gitseniz alkol da alsanız, İslami kimliğinizle sorgulanıyorsunuz. Araştırmalarımızda en çok şikayet bundan geliyor. İnsanlar ilişkilerinde İslami kimlikleriyle tanımlanmak istemediklerini ama bundan kaçamadıklarını söylüyorlar.”
Tony Blair İnanç Vakfı’ndan Ed Hüseyin de, Avrupa’da bir entegrasyon sorunu yaşandığına işaret ederek, bu kıtanın eskiden beri diğer kültürler ve dini-etnik toplumlardan insanları kucaklayamama sorunu olduğunu savundu:
“Müslümanlar giderek artan şekilde 19’uncu yüzyıl Yahudileri olarak görülüyor ve bu sadece dini değil aynı zamanda etnik bir ayrım. Avrupa’daki hangi Müslüman’la konuşsam kendilerini Avrupalı olarak görmüyorlar çünkü maalesef Avrupa artık değerlerle bağdaşık değil. Ben de dahil Müslümanlar’ın kendilerini Avrupalı Müslüman olarak tanımlamaması gerginlik ya da ihtilaf yaratma niyetinden değil, bu bir hissiyat. Dolayısıyla Avrupa genelinde İslam konusunda bir gerilim sözkonusu ama sorun aslında bundan daha derin. Avrupa kendisini tanımlayamama sorunu yaşıyor, Avrupa birleşik devletleri mi, yoksa gözünü Akdeniz’e çeviren bir yapılanma mı, ya da 1963’ten beri Türkiye’yi üye yapma konusunda yaşadığı kararsızlıkla alakalı daha derin bir sorunsalla mı karşı karşıyayız? Türkiye konusundaki bu kararsızlık, Avrupa’daki milyonlarca Müslüman’a Avrupa’nın bir Hıristiyan kulübü olduğu yönünde güçlü bir mesaj gönderiyor. Dolayısıyla ortada bir kimlik krizi var ve yakın zamanda da kaybolacak gibi görünmüyor.”
Avrupa’daki kimlik krizinin kimleri kapsadığı konusunda panelistler fikir ayrılığına düştü. Tony Blair İnanç Vakfı’ndan Ed Hüseyin’e göre, Avrupa’da aşırı sağın yükselişinin nedeni cihat yanlısı çevreler:
“25 yıl öncesine göre ve kendinize şu soruyu sorun; neden o yıllarda Avrupalı Müslümanlar hoş karşılanıyordu? Neden benim babam Hint yarımadasını terkedip İngiltere’ye geldi. Eğer Avrupa Müslümanlar için bu kadar düşman bir yerse neden milyonlarca Müslüman Tunus’u, Cezayir’i, Türkiye’yi terkedip Avrupa’ya geldi. Sonra birşey oldu ve bu, Avrupa toplumunda olan birşey değildi. Bunu kabul etmemiz lazım. Herşeyde bir neden-sonuç ilişkisi vardır. 1980’de Selman Rüştü’nin kitabı yayımlandı. Milyonlarca Müslüman Avrupa sokaklarına döküldü. Evet kitap çok rencide ediciydi ama onun ölümünü istemek yanlıştı. Müslümanlar arasındaki ideolojik bir azınlık içerisinde görülen bu davranışlar aşırı sağın yükselmesine yol açtı. Fransa’da Le Pen’in ana kampanya mesajı Müslümanlar’a karşı. Avusturya’da, Almanya’da, İsviçre’de, hatta İngiltere’de, kıtadaki her bir ülkede aşırı sağ İslami aşırılıkların sırtından yükseldi. Burada karşılıklı bir ilişki sözkonusu.”
Birmingham Üniversitesi’nden Jocelyn Cesari ise, sorunun sadece Müslümanlar’dan kaynaklanmadığı görüşünde. Cesari, kendilerini Avrupalı hissetmeyenlerin sadece Müslümanlar olmadığı, örneğin aşırı sağ gruplar, neo-nazi gruplarda da aidiyet ve radikalleşme sorunu yaşandığını, sınıf ayrımının da önemli bir sorun oluşturduğunu savundu:
“Sorun sadece Müslümanlar’a yönelik algı değil, Avrupa’nın sosyal uyumunda yaşanan çatlak. Bu aslında bazı bakımlardan küresel bir olgu. Amerika’daki son seçimleri de bu açıdan okuyabilirsiniz, Radikalleşme, farklı din ve etnik toplumlar arasındaki hoşgörüsüzlükte artış ve sınıf ayrımı…Fransa’da Le Pen’in partisi 20 yıl önce de yüzde 15-20 oy almıştı. Bu demektir ki sorun sadece İslami değil, göçmenlik, çok kültürlülük gibi boyutları da bulunuyor.”
Ed Hüseyin, Avrupa’da ve Batı’da nasıl bir Müslümanlık olması gerektiği konusunda Türkiye’yi örnek verdi:
“Avrupa’nın belli kesimlerindeki Müslümanlar arasında, Balkanlar’da, İslam’in daha merhametli, daha çoğulcu, daha ruhani versiyonu olan Türk tarzı İslam egemen. Komşularınıza karşı nazik olmayı, bu hayatta dürüst, ahlaklı bireyler olmayı ve ölümden sonraki hayat için yaşamayı içeren bir İslam yorumu, Türkler’in tarihsel olarak Türkiye ve tüm dünyaya yaymaya çalıştığı bu tarz İslam’dı. Balkanlar’daki Müslümanlar bu versiyonu benimsedi. Avrupa’nın geri kalanında ise salefi aşırıcıların gayretlerini görüyoruz. Avrupa’da görmemiz gereken İslam şekli, Türk versiyonuna daha yakın olmalı.”
Avrupa’da İslam’a bakış, Müslümanlar’ın sayısı arttıkça ve kıtadaki aşırı sağ yükselmeye devam ettikçe daha da çok tartışılacak gibi görünüyor.