Erişilebilirlik

Suriye’yi Nasıl Bir Gelecek Bekliyor? 


Suriye’de 10’uncu yılını dolduran iç savaş bugüne kadar 500 binin kişinin ölümüne yol açarken, 13 milyon Suriyeli evlerini terk etmek zorunda kaldı. Bu rakam, savaş öncesi ülke nüfusunun yarısından fazla. 7 milyona yakın Suriyeli de başka ülkelerde mülteci olarak yaşıyor. Bugün uluslararası güçlerin de adeta çekişme sahası haline gelen Suriye; Türkiye, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve rejim kontrolundaki bölgeler olmak üzere üç etki sahasına bölünmüş durumda.

Esat rejiminin denetiminde olmayan bölgelerin geleceği ne olacak? Türkiye kendi idaresindeki bölgelerde istikrarı korumada Amerika ve Avrupa Birliği’yle birlikte çalışabilir mi? Ülkenin kuzeydoğusunda hala bir grup asker bulunduran Amerika, yeni Başkan Joe Biden yönetiminde nasıl bir Suriye politikası izleyecek? Suriye’de olası bir işbirliği, Türk-Amerikan ilişkilerini tekrar rayına oturtmada bir fırsat olabilir mi? Tüm bu soruları, Suriye’nin kuzeyindeki güvenlik dinamikleri ve mülteci krizi konusunda geçen günlerde yayınlanan kapsamlı raporun yazarlarından Amerikan İlerleme Merkezi adlı düşünce kuruluşu uzmanı Max Hoffman ile konuştuk.

Max Hoffman (solda)
Max Hoffman (solda)

“Suriye’deki bölünmüşlük devam edecek”

Hoffman, Suriye’deki bölünmüşlüğün öngörülebilir bir gelecekte devam etmesini beklediğini, orta vadede ülkenin Beşar Esat’ın idaresi altında yeniden birleştirilebileceğini sanmadığını belirtti.

Amerikalı uzman, “Çok haklı sebeplerle Esat’ın idaresi altında yaşamak istemeyen milyonlarca Suriyeli var. Kendi halkını defalarca varil bombaları ve sinir gazıyla hedef alan birinden söz ediyoruz" diyerek, Esat'ın kaybettiği meşruiyetini siyasi müzakerelerle de geri kazanmasının mümkün olmadığını belirti.

Bunun yanında Suriye’nin geleceğinin çok sayıda farklı aktöre de bağlı olduğuna işaret eden Hoffman, Rusya ve İran’ın Esat rejimini desteklemeyi sürdürdüğüne işaret ederek, özellikle Rusya’nın süreci “kanlı” bir sona sürüklemeye ilgi duymadığı, Moskova’nın Esat’ı kontrolu altında tutarak Suriye’yi Türkiye, ABD ve batıya karşı bir araç olarak kullanmaya daha çok ilgi gösterdiği görüşünü dile getirdi.

Türkiye’nin de halen Suriye’de, İdlib de dahil edildiğinde 6 bin 500 kilometrekareye yakın toprağı denetimi altında bulundurduğuna, Özgür Suriye Güçleri’ne ilaveten Ankara’nın da doğrudan büyük çapta asker konuşlandırdığına değinen Hoffman, en azından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan iktidarında Türkiye’nin bu bölgelerden çekilmesini muhtemel görmediğini söyledi.

Hoffman, Biden yönetiminin ilk aylarından edinilen izlenimlere dayanarak, ABD’nin de Suriye’deki varlığını en azından mevcut seviyede tutmaya devam edeceğini ve bir önceki Başkan Donald Trump yönetiminin politikaları yüzünden zarar gördüğünü belirttiği istikrarlaştırma çabalarına geri döneceğini öngördüğünü kaydetti.

Türkiye Suriye’de Kürt özerk bölgesinin varlığını kabul edecek mi?

Hoffman, Türkiye’nin kuzeyde üç bölgeyi askeri müdahale yoluyla denetimi altına aldığını belirterek, Ankara’nın özellikle Afrin ve Ruselayn-Tel Abyad müdahaleleriyle Suriye’de uzun vadeli bir Kürt özerk bölgesi oluşturulması ihtimalini ciddi oranda düşürdüğü kanısını taşıdığını söyledi.

Türkiye’nin gerilimi daha fazla tırmandıracağı yönünde bir işaretin olmadığını ifade eden Hoffman, ancak Ankara’nın kontrol ettiği bölgelerde okul, hastane inşa etme, elektrik sağlama, memurların maaşlarını ödeme gibi, bazısı insani yardım, bazısı ticari boyutta önemli yatırımlar yaptığına dikkati çekti.

Bu yatırımların şekline bakıldığında, kısa ya da orta vadede bir çekilmenin olmasını muhtemel görmediğini ifade eden Hoffman, “Bence bu bölgelerle olan bağlarını sürdürecekler, hem Kürt özerkliğini hem de daha fazla mülteci akınını engellemek için. Şimdiye kadar bir Kürt özerk bölgesini önlemek için, çok ciddi anlamda risklere maruz kalmadan ellerinden geleni yaptılar ama Suriye Demokratik Güçleri (SDG) hala doğudaki toprakların çoğunluğunu kontrol ediyor. Bana göre ABD ve SDG, Türkiye’yi şuna ikna etmeye çalışıyor: ‘Suriye tekrar merkezi bir devlet haline dönüşmeyecek. Halkının evlerinde barış içinde yaşaması için ademi merkeziyetçi bir sisteme ihtiyaç var. Suriye’nin doğusundaki halk da Suriyeli. Evlerini, topraklarını korumak için IŞİD’e karşı savaştılar, barış içinde yaşamaya ve kendi kendilerini yönetmeye hakları var.’ Ankara buna ikna edilebilecek mi göreceğiz? Bu misyonu baltalamak için çok uğraştılar ama Amerika’nın bu hedefe hala bağlı olduğu açık.”

Amerika ne kadar daha Suriye’de kalacak?

Hoffman’a göre, Amerika Suriye’de bir süre daha varlık göstermeye devam edecek ama bu zaten siyasi, stratejik ve ahlaki bakımdan mantığa uygun bir davranış ve hem Amerikalılar’ın hayatı hem de maliyet açısından büyük bir bedel içermiyor.

Buradaki gerçek amacın IŞİD’in yenilgiye uğratılması ve bu durumun devam ettirilmesi olduğuna işaret eden ve bunun için ABD ile SDG’nin varlığına ve SDG’nin olası Türkiye operasyonları değil IŞİD’e odaklanmayı sürdürmesine ihtiyaç duyulduğunu belirten Hoffman, aynı şekilde bölgede istikrarın sağlanması, insani yardımlara erişimin arttırılması, yeniden inşa çalışmalarına başlanması ve yeni çatışmaların önlenmesi için de Amerikan askerlerinin varlık göstermesinin şart olduğu değerlendirmesinde bulundu.

Bunların yapılabilmesi halinde bir çeşit siyasi çözümün şekillenmeye başlayabileceğini söyleyen Hoffman, “Ancak dürüst olmak gerekirse bunun yakın vadede olacağını beklemiyorum. Eğer Esat’a tüm ülkeyi güç kullanarak geri alamayacağını gösterebilirseniz ve bu kararlılığı sürdürebilirseniz, muhtemelen Esat sonrası, Suriyeliler’in hayatını daha iyi hale getirmek ve nihayet bir siyasi çözümü oluşturmak için umut doğar. Ama bunun olmasına daha çok var gibi görünüyor” ifadesini kullandı.

“Türkiye’nin milyonlarca Suriyeli mülteciyi yeniden yerleştirme planı gerçekçi değil”

Hoffman, Türkiye’nin bazı Suriyeli mültecileri Suriye’nin kuzeyindeki kontrol ettiği bölgelere yerleştirmeye başladığını ancak bu kişilerin çoğunun aslında ilk bulundukları bölgelere gönderilmediğini ve bu durumun uzun vadede çok büyük riskler yarattığını söyledi. Bu yeniden yerleştirme sürecinin zaten başladığını ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda dahil olmak üzere defalarca dile getirdiği üzere milyonlarca Suriyeli mülteciyi yeniden yerleştirme, büyük boyutta bölgeler oluşturma, yeni şehirler inşa etme, bunların Türk inşaat şirketleri tarafından yapılması ancak uluslararası toplumca finanse edilmesi gibi planlarını gerçekçi bulmadığını belirtti.

“Bence bu, açıkçası Erdoğan’ın sadece bir rüyası” diyen Hoffman, bunun nedenlerini şöyle açıkladı: “Birincisi, uluslararası toplum özünde zorla yeniden yerleştirme olan bir programa mali destek sağlamaz. Bu sürecin bir kısmı zorla olmak zorunda çünkü Türkiye’deki Suriyeliler’in çoğu Türkiye’de kalmak istediklerini söylüyorlar ve yaşamlarını orada kurdular. Bunun yanında, yeniden yerleştirmenin yapıldığı bölgelerde halen yaşayanların da elbette bu konuda söyleyecekleri var ve Erdoğan’ın bu yeniden yerleştirme planlarında Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgeleri seçmesi bence tesadüf değil. Bu durum da Türkiye’nin stratejisinin ne olduğu sorusunu getiriyor. Türkiye’nin müdahalelerinin farklı sebepleri sorgulanabilir ama bunların bir kısmı kesinlikle Kürt özerkliğini ya da Kürtler’in kantonları birleştirme çabasını önlemeyi amaçlıyor. Bir kısmı, mültecileri yeniden yerleştirme ve açıkçası çok az bir kısmı sınır güvenliğiyle alakalı.”

“Türkiye büyük çapta bir demografik yeniden yapılandırma çabasında”

Hoffman, Türkiye’nin operasyonlarında bugüne kadar 400 bine yakın Kürt’ün yerinden olduğunu, Türkiye ve taşeron olarak kullandığı grupların Suriye’nin diğer kesimlerinden Araplar’ı buralara getirdiğini belirterek, “Bu bir demografik yeniden yapılandırma ve büyük bir çapta yürütülüyor” ifadesini kullandı.

Bu durumun ahlaki açıdan büyük bir risk yarattığı ve uluslararası toplumu da ikilime sürüklediği görüşünü dile getiren Hoffman, “Çünkü uluslararası toplumun gözünden, uluslararası perspektiften baktığınızda, Türk işgali altındaki bu bölgelerin uzun vadede acılar, istikrarsızlık ve şiddet manzarası haline gelmesini istemezsiniz. Buna rağmen, oradaki hayatları geliştirmek için yapmanız gereken her şeyi de yapamazsınız çünkü bu bölgelere yoğun bir şekilde yatırım yaptığınızda bu demografik yeniden yapılanmaya onay veriyorsunuz anlamına gelir ve bu da kabul edilebilir bir netice değil. Dolayısıyla iki taraftan da tavizlere ihtiyacınız var. Türkiye, yerlerinden olan tüm Kürtler’in ve Araplar’ın evlerine dönebilmesi, taşeron grupların kontrol altına alınması, işledikleri suçlar hakkında bir çeşit adli inceleme ve tazminat sürecinin işletilmesinin yollarını oluşturmalı. Bu olursa o zaman belki uluslararası toplum bu bölgelere gelebilir ve daha ciddi çapta destek sağlayabilir” diye konuştu.

Türkiye kontrol ettiği bölgelerde uluslararası toplumla işbirliği yapabilir mi?

Hoffman’a göre, Türkiye’nin Suriye’de idaresi altındaki bölgelerde istikrarı sağlamada uluslararası toplumla işbirliği yapmayı deneyebileceği bir tek Fırat Kalkanı bölgesinin bulunduğunu, Afrin ve Tel Abyad-Resulayn hattındaysa böyle bir işbirliğinin hem buraların alınma şekli hem de Türkiye’nin kullandığı şiddet yanlısı ve güvenilmez taşeron gruplar nedeniyle mümkün görünmediğini söyledi.

Türkiye’nin halen denetimi altındaki bölgelerde milyonlarca Suriyeli’nin bakımını üstlenmek, ekonomiyi yeniden inşa etmek ve temel güvenliği sağlamak gibi muazzam büyüklükte zorluklarla karşı karşıya olduğuna, buna ilaveten 3 milyonun üzerinde mülteciye de ev sahipliği yaptığına ve üstelik bir de ekonomik krizle yüzleştiğine işaret eden Hoffman, “Dolayısıyla Türkiye’nin yardıma ihtiyacı var ve bence uluslararası toplumda da bu bölgelerdeki Suriyeliler’e yardım etme konusunda arzu mevcut” dedi ancak bunun önünde de güvenlik ve siyasi şartlar olmak üzere iki sorunun bulunduğunu belirtti.

Hoffman, “Bence olması gereken şey yavaş bir süreç. Bu süreçte uluslararası toplum şunu diyebilir: ‘Evet, biz Fırat Kalkanı bölgesinde X, Y, Z istikrar programlarını yürütmek istiyoruz ama eğer insani yardımlar üzerindeki kısıtlamaları kaldırırsanız, yerlerinden olanların geri dönüşüne izin verme sözü verirseniz ve tüm bunların yapılıp yapılmadığını denetlemek üzere insan hakları örgütlerinden, BM’den ve diğer örgütlerden gözlemcilerin girişine izin verirseniz...’ O zaman top Ankara’da olacak ve Ankara ‘Tamam, yardımı istiyoruz, bu bölgelerdeki hakların yaşamlarını iyileştirmek istiyoruz, bunu yapalım’ derse o zaman yavaşça güveni inşa edebilir, bu bölgelerdeki yaşamları ilerletebilir ve bu çabaları başka bölgelere de taşıyabilirsiniz. Bence bu herkes için ‘kazan-kazan’ durumu yaratır” diye konuştu.

Ancak Hoffman’a göre, bu işbirliğinin olup olmaması Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nasıl bir yol seçeceği noktasındaki siyasi kararına bağlı: “Bunu insani bir çaba mı yoksa demografi yeniden yapılanma ve Kürtler’in siyasi temsiliyetini baskı altına almaya yönelik daha geniş kapsamlı çabanın bir parçası olarak mı görecek?”

“Suriye’de Türkiye ve ABD’nin önünde birlikte çalışma fırsatları var ama çok iyimser değilim”

Hoffman, Türkiye ve ABD’nin “aynı sayfada olmaları” durumunda Suriye’de birlikte çalışmak için önlerinde fırsatların bulunduğunu ancak bu konuda çok iyimser olmadığını söyledi.

İki ülke arasında özellikle YPG konusunda olmak üzere yıllardır devam eden anlaşmazlıkların varlığına işaret eden Hoffman, BM öncülüğünde Suriye’nin kuzeybatısına sınır ötesi insani yardım mekanizmasının gelecek ay süresinin uzatılması konusunun iki ülke işbirliğinde bir ilk adım olabileceği inancını dile getirdi.

Hoffman, stratejik düzeyde bakıldığındaysa, Biden yönetiminin Türkiye’yle yaşanan sorunları birbirinden ayrı tutmayı ve ilişkilerdeki gerilemeyi durdurmayı arzuladığını ancak bunun için Türkiye’nin de çaba göstermesi gerektiğini belirtti. “Biden yönetimi Türkiye’ye taviz verme ya da sorunların üstünü örtme değil ama meseleleri birbirinden ayrı tutarak, çıkarların çakıştığı birkaç alanda işbirliği yapma arzusunda. Teoride Suriye’ye insani yardımlar bu alanlardan biri olabilir. Dolayısıyla belki BM sınır ötesi mekanizmasından sonra belirli alanlarda artan bir işbirliği görebiliriz” dedi.

ABD Suriye Demokratik Güçleri’ni PKK’dan ayırabilir mi?

Hoffman, ABD’nin aslında en başından beri, omurgasını PKK bağlantılı PYD/YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ni PKK’dan ayırmayı amaçladığını ancak bu çabanın Ankara’da örgütün PKK bağlantısını ört bas etme girişimi olarak algılandığını söyledi. Washington’un ayrıca, SDG’de Araplar ve diğer azınlık grupların da bulunması ve IŞİD’den kurtarılan bölgelerin güvenliği ve idaresinin sorumluluğunu yerel halkın üstlenmesi yönünde gayret gösterdiğini ifade eden Hoffman, “IŞİD’e karşı kampanya ağırlıklı olarak Kürtler’in yaşadığı bölgelerden güneyde Arap çoğunluklu bölgelere ilerledikçe, bu bölgelerin halklarının SDG içerisinde yer alması önem kazandı ve bu çabada epey başarı da elde edildi” dedi.

“SDG tamamen Suriye’ye odaklanmış durumda, Türkiye’yle hiç ilgileri yok”

Suriye Demokratik Güçleri Komutanı Mazlum Abdi’nin PKK bağlantısının herkesçe bilindiğini ve siyasi ideolojilerin de örtüştüğünü belirten Hoffman, şöyle konuştu:

“Ancak şu da bir gerçek ki bugün SDG’nin amaçları tamamen Suriye’ye, Suriye’de güvenliği sağlama ve yönetim üzerine odaklanmış durumda. Türkiye’yle hiçbir ilgileri yok. SDG’nin kontrolu altındaki bölgelerden Türkiye’ye karşı anlamlı bir boyutta ya da sıklıkta sınır ötesi saldırı olmadı. Kobani ya da başka yerde IŞİD’le savaşmak, evini korumak için eline silah alan bir Suriyeli Kürt PKK üyesi mi? Bence hayır. Ayrıca tüm etnisiteden halkları kapsam içine almadan Suriye’nin doğusunda istikrarı sağlamayı öngörmek bence mümkün değil ve SDG bu cephede sahadaki tek araç. Dolayısıyla bence ABD tarafından SDG’ye şu mesajı verme yönünde bir çaba yürütülüyor: ‘Bakın, doğuda istikrarı koruyabilmenizin tek yolu Türkiye’nin sizi baltalamaya çalışmasına son vermesi ve Türkiye’nin bunu yapmasının da tek yolu sizin PKK’yla aranıza mesafe koymanız, Öcalan posterlerini indirmeniz ve bu tip adımlar atmanız.’ Bunların birçoğu aslında yapıldı. Mazlum dahil birçok çevreden bu yönde açık bir çaba sergileniyor ama hala yapılacak işler var. Ancak şöyle de bir gerçek var ki, SDG tüm bunları yapsa, Türkiye’nin tüm taleplerini yerine getirse dahi, bu konu Türk iç siyasetiyle ve seçim siyasetiyle, HDP ve muhalefet koalisyonunu zedeleme arzusuyla çok ilişkili hale geldi. Bu nedenle Erdoğan’ın bu konuda en azından söylemini yumuşatacağı konusunda bile karamsarım.”

“Erdoğan çok büyük baskı altında, muhtemelen Kürtler üzerinde baskıyı arttıracak”

Türk iç siyasetindeki gelişmelerin Suriye politikasına nasıl etki edebileceğine yönelik bir soru üzerine Hoffman, özellikle son bir buçuk yılda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a desteğin ciddi anlamda azaldığı yönünde açık işaretler olduğunu belirterek, “Uzun zamandır böyle bir duruma rastlamamıştık. Herkes bu baskıyı hissediyor. Erdoğan aşırı sağ milliyetçilere bel bağlamış durumda. Çok büyük bir baskı olduğu çok açık ve Kürt meselesi de genelde Erdoğan’ın ülkede destek toplamak için kullandığı bir konu. Dolayısıyla gelecek seçimler öncesinde hem içeride Kürtler’e karşı baskıyı arttırması ve Suriye ya da kuzey Irak’ta da Kürtler’e karşı askeri eylemlere girişmesi çok muhtemel. Bununla birlikte, ben bir erken seçim olacağını hiç düşünmüyorum çünkü Erdoğan’a destek çok düşük seviyede, ekonomi de çok kötü bir durumda. CHP’nin erken seçim çağrısı yapması zaten ortadaki bu tabloyu bize anlatıyor. Bence daha yüksek olan ihtimal şu; Erdoğan vaziyeti sakinleştirmeye çalışacak, ekonominin ilerleme göstermesini umacak ve 2023’te ya da belki gelecek yılın sonlarında seçimler yaklaşırken gerilimi arttırmaya başlayacak” diye konuştu.

“En büyük potansiyel kriz noktası İdlib”

Hoffman’a, Menbiç’te geçen hafta 8 kişinin yaşamını yitirdiği protestoları da hatırlatarak, “Suriye’de bundan sonraki süreçte çatışma riskinin en yüksek olduğu yerler nereler?” sorusunu yönelttik. Menbiç’teki olaylara benzer gelişmelerin küçük ölçekte de olsa bundan sonra da devam edecek gibi göründüğünü, ekonomi ve insani koşulların çok kötü durumda olduğunu ve halkın öfkesini yerel idarecilere yönelttiğini belirten Hoffman, ABD’nin Menbiç’te SDG üzerinde protestolara yanıtının orantılı olması ve diğer bazı gerekli adımların atılması için baskı uyguladığını ancak Türkiye’nin kontrolu altındaki bölgelerde de, çok sayıda insan hakkı ihlaliyle suçlanan taşeron grupları dizginleme yönünde benzer çabalar görmeyi arzuladığını söyledi.

Bundan sonraki süreçte en büyük potansiyel kriz sahası olarak İdlib’i işaret eden Hoffman, rejimin Rusya’nın yardımıyla ya da Rusya olmadan İdlib’in içlerine ilerleme ihtimaline değindi. Hoffman, “Bazı kişiler Türkiye’nin geçen yılın başlarında rejim hedeflerini vurduğunda ve tek bir adım daha geri gitmeyeceklerini beyan ettiğinde kırmızı çizgi çizdiğine inanıyor. Bazılarıyla bunun Ruslar’ın hava saldırısında 30’un üzerinde Türk askerini öldürmesinden sonra itibarı kurtarma çabasından ibaret olduğunu düşünüyor. Bu net değil ancak bence Türkiye İdlib bölgesinin hızlı bir şekilde düşmesini kabul etmeyecektir. Böyle bir durum askeri bir yanıtı tetikleyebilir” dedi.

Doğuda da Deyrüzor’da Araplar ve SDG arasında çok fazla gerilimlerin olduğunu ve Fırat’ın her iki yakasında artan bir IŞİD hareketliliğinin bulunduğunu ifade eden Hoffman, kuzeydoğuda Türkiye ve SDG’nin kontrolundaki bölgeleri birbirinden ayıran noktaların ve son olaylardan da görüleceği üzere Menbiç’in ihtilaf alanları arasında olduğuna dikkati çekti. Stratejik M4 otoyolu üzerindeki bazı kentlerde de Türkiye’nin SDG üzerinde büyük bir baskı uyguladığını, SDG’nin Türkiye’nin daha fazla ilerlemesini önlemek için rejim ve Rusya’dan yardım istediğini kaydeden Hoffman, bu gerilimlerden herhangi birinin büyük bir savaşa dönüşme ihtimali olsa da şu anda stratejik aktörlerin yakın zamanda büyük çaplı bir operasyon düzenleyeceği yönünde hiçbir işaretin bulunmadığını kaydetti.

İdlib’de Heyet Tahrir Şam, ABD için bir “değer” olabilir mi?

İdlib’de en etkili güç olan Heyet Tahrir Şam örgütünün lideri Ebu Muhammed Colani, eski El Kaide liderlerinden ve ABD’nin de terör listesinde yer alıyor. Geçen ay PBS televizyonuna röportaj veren Colani, ABD’ye hiçbir tehdit oluşturmadıklarını ve terör listesinden çıkarılmaları gerektiğini söyledi. PBS’in haberine göre, ABD’nin eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey de kanala 8 Mart’a verdiği röportajda, Colani’nin örgütünün Amerika’nın İdlib’deki stratejisinde bir “değer” olabileceği görüşünü dile getirdi. Jeffrey, Colani’nin örgütü için, “İdlib’e dair çeşitli seçenekler arasındaki en az kötü olanı. İdlib şu anda Suriye’deki en önemli yerlerden biri” dedi.

Hoffman’a da bunun mümkün olup olamayacağını sorduk. Hoffman öncelikle Colani’nin itibarını temize çıkarma gayretine karşın geçmişte El Kaide saflarında Amerikalılar’a karşı savaştığını, çok sayıda insan hakları ihlallerine imza attığını, diğer ılımlı muhalif grupları zorla devre dışına sürüklediğini hatırlattı. Dolayısıyla Colani’yi ABD için bir “değer” olarak görmenin mümkün olmadığını ifade eden Hoffman, şöyle konuştu:

“Ama bence Büyükelçi Jeffrey’nin demek istediği şuydu; İdlib’de rejim tarafından yok edilme tehdidi altında yaşayan 2 milyon 600 bin sivil var. Bunun olmasını engelleyen tek şey, İdlib bölgesinin etrafındaki ilk katman Türk güçleri ve Heyet Tahrir Şam gibi muhalif gruplar. Şimdi Türkiye destekli muhalif gruplara da geri dönme izni verdiler çünkü gerçek şu ki İdlib’de Heyet Tahrir Şam, Türkiye ve sivilleri maalesef derin bir karşılıklı bağımlılık içerisinde. Siviller açısından Esat tarafından yok edilme, Heyet Tahrir Şam açısından Türkiye’nin desteği olmadan Esat ve Rusya tarafından yok edilme ve Türkiye açısından da sınırdan Türkiye’ye ya da Afrin gibi komşu bölgelere daha fazla mülteci akını riski sözkonusu. Dolayısıyla böyle bir karşılıklı bağımlılık bulunuyor. Büyükelçi Jeffrey’nin dediği bence hiç kimsenin İdlib bölgesinin düşmesini görmek istemediği. Bu, insani bir felaket olur. Heyet Tahrir Şam da bunun olmasını engelleyen unsurlardan biri. Bu onları iyi hale getirmez ama ‘en az kötü seçenek’ derken muhtemelen bunu demek istedi. ABD’nin genel stratejisi Suriye’de gerilimin düşmesi, şiddetin sona ermesi, çatışmaların mevcut hatlar üzerinde askıya alınması. Bu iyi bir netice değil ama sonu gelmez çatışmalar ve acıları içeren alternatiften daha iyi. Heyet Tahrir Şam ve Colani, ne kadar çaresiz bir durumda olduklarının farkında ve Türkiye’ye ihtiyaçları olduğunu biliyorlar. Bir noktada hayatta kalmak zorundalar, bir çeşit uluslararası rehabilitasyona ihtiyaçları olacak, bu çaba da bence bunun bir parçası ama kimsenin buna iyi duyacağını sanmıyorum.”

XS
SM
MD
LG