Erişilebilirlik

Türkiye’de Ayrımcılık Hangi Boyutlarda?


DİYARBAKIR - Türkiye'de insan hakları savunucularının sık sık eleştirdiği ayrımcılığın geldiği boyutlar Diyarbakır’da düzenlenen konferansta tartışıldı. Konuşmacılar, Türkiye’de ekonomik, etnik, dini, cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine karşı ayrımcılık olduğu konusunda birleşti. Ayrımcılığın ortadan kaldırılması için geçmişle yüzleşme önerildi.

Merkezi Diyarbakır’da bulunan Tahir Elçi Vakfı tarafından düzenlenen ‘Ayrımcılık Karşıtı Hak Savunuculuğu’ konulu konferansın ilk bölümünde ‘Etnik ve Irksal Kökene Dayalı Ayrımcılık’ tartışmaya açıldı. Bu bölümde ilk sözü alan Derin Yoksulluk Ağı'nın kurucusu ve gazeteci Hacer Foggo, ekonomi üzerinden ayrımcılığa dikkat çekti. Foggo, yoksulluğun insan hakları sorunu olduğunu savunarak, güncellenen açlık ve yoksulluk sınırlarına vurgu yaptı. Birçok kişinin bu sınırların altında kaldığını söyleyen Foggo, yoksulluğun COVID-19 ölümlerini yüzde 4 arttırdığının araştırmalarla ortaya konduğunu söyledi. 65 yaşına ulaşmadan ölenlerin sayısının da yoksul illerde daha fazla olduğunu vurgulayan Foggo, “65 yaşını görememe Hakkari'de yüzde 54, Şırnak'ta 51, Urfa'da 49,2, Muş'ta 46,1, Van'da 45. Bodurluk oranına baktığımızda Doğu’daki çocuklarda yüzde 3,5, Güneydoğu'nun yüzde 5. Bodurluk aynı zamanda yetersiz beslenmenin bir göstergesidir” dedi.

Daha sonra söz alan Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yetvart Danzikyan ise konuşmasında Ermeniler'le ilgili ayrımcılığa günlük hayatta isim kullanımı üzerinden değindi. İsimlerini söylemekte sıkıntı yaşadıklarını savunan Danzikyan, “Bu sıkıntı sebepsiz değildir. Ticaret hayatındakiler bazen Türkçe isimle faaliyet gösteriyor. İlk etapta Ermeni olduklarını belli etmek istemiyorlar ve çok haklı bir sebepleri var. Çok büyük bir ayrımcılık hala var ve artarak var. Zaman zaman azaldığı oluyor ama şu anda arttığı dönemdeyiz. Birçok Ermeni’nin günlük hayatta ikinci bir ismi oluyor. Ermeniler buna mecbur kaldıkları için benimseyip, idrak etmiş” diye konuştu.

Birinci bölümün son konuşmacısı akademisyen Cuma Çiçek ise Kürtler'in yaşadığı illerdeki ayrımcılığın ekonomik boyutlarını irdeledi. Türkiye’nin 1927 ve 1960 arasındaki sosyo ekonomik verilerini paylaşan Çiçek, şunları söyledi : ”1927'de yüzde 18 nüfusu olan Doğu ve Güneydoğu olarak tanımlanan Kürt coğrafyasında sanayi dağılımının da yüzde 18'e yakın olduğunu görüyoruz. Doğu Anadolu'da 9,6'dır, Güneydoğu'da 8,6'dır, toplamı 18'e yakın ediyor. 1960'a geldiğinizde Doğu'da 3,8'e Güneydoğu'da 3,8'e iner. Bölgeler arası eşitsizlik hikayesi 80'den sonra başlayan bir hikaye değil, 27'den 60'a doğru kademeli bir gerileme var.”

“Kalıcı yoksulluk artıyor”

Birinci bölümün ardından VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Hacer Foggo, yoksulluğa sadece gelir dağılımı üzerinden bakmanın yanlış olduğunu söyledi. Yoksulluk üzerinden yapılan ayrımcılığın unutulduğunu vurgulayan Foggo, “Yoksulluk aslında bir sosyal dışlanma ama yoksulluğa sadece gelir üzerinden bakılıyor. Öyle bakıldığı zaman yoksulluk üzerinden sosyal dışlanma, ayrımcılık, önyargı yoksul insanların aşağılanması, etiketlenmesi gibi sorular unutuluyor. Batıda da çok derin bir yoksulluk var. Yoksulluk meselesine sadece gelir üzerinden değil aynı zamanda bir çocuk hakları ihlali, insan hakları ihlali olarak bakılması gerekir. Şu anda bu şekilde de bakılmıyor. Bakılmadığı için yarattığı sıkıntı yoksulluğun çoğalmasıdır. Türkiye'nin, en son açıklanan rakamlarla yüzde 13 sürekli yoksulluk var. Bu kalıcılık yoksulluğunun yükseldiği anlamına geliyor” dedi.

“Sorun kaynak paylaşımı”

Akademisyen Cuma Çiçek ise Kürt sorununun arkasında yatan nedenlerden birinin kaynak paylaşım sorunu olduğunu savundu. VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Çiçek, “Kaynak dediğimizde somut fiziki maddi kaynaklardan bahsediyorum ama kimlik de bir kaynaktır, bir tür sembolik kaynaktır, değerler üzerinde inşa olan bir tür kaynaktır diyebiliriz. Kürtler'in maddi kaynak kaybıyla sembolik kaynak kaybı ve siyasi pozisyonlarına ait güç kaynakları arasında bir ilişki var. 1927'deki sanayi işletmelerin dağılımına baktığımızda Kürt coğrafyasının nüfusuna denk bir payları var ama 1960’lara doğru geldiğimizde nüfuslarının yarısından az bir noktaya geliyor. Bu kaynak bölüşümü meselesi 1920'lere kadar giden bir olay. O gün bugündür Kürtler bir yandan kimliklerine dair pozisyon kaybederken bir yandan da siyasal yönetimden de dışlanırken bir yandan da maddi kayıplar yaşadılar. Bu üç süreç siyasi kültürel ve maddi kayıtlar birbirini besleyen süreçler olarak devam etti” diye konuştu.

Çiçek, Kürtler'in dil meselesini, siyasal güce katılma meselesini ekonomi gücü paylaşım meselesiyle birleştirmediği sürece nihai bir çözüm bulma şansı olmayacağını ifade etti.

Hristiyan ve Aleviler ne durumda?

Konferansın “Dini Azınlıklara Karşı Ayrımcılık” başlıklı ikinci bölümünde ise ilk sözü İstanbul Keldani Kilisesi Papazı Remzi Diril aldı. Diril, Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesinde yaşayan ve 11 Ocak 2020’den beri kayıp olan Hurmuz ve Şimoni Diril çiftinin oğlu. Anne Şimoni Diril’in cenazesi olaydan yaklaşık 2 ay sonra bulundu. Ancak Baba Diril hala kayıp.

Diril, bölgenin yerli halkı olmalarına rağmen kendilerine yabancı gözüyle bakıldığını savunarak, şunları söyledi: “Türkiye Cumhuriyeti içerisinde bir önyargı var. Hristiyan dediğimizde doğrudan bizi Avrupa'ya bağlıyorlar ama ben buranın yerlisiyim. Siyasi kimlik ve Hristiyan kimliğinin birbirine karıştırılmaması lazım. Ben burada dinimi özgürce yaşamak istiyorum. ‘Dininizi özgürce yaşıyor musunuz?’ diye sorarsanız bir yere kadar özgürce yaşayabiliyorum. Karşımdaki kişilere hoş görünecek kadar özgürce yaşayabiliyorum.”

Aleviler'le ilgili araştırmalarıyla bilinen gazeteci Cafer Solgun ise Aleviler'e yapılan ayrımcılığın Osmanlı İmparatorluğu'na kadar uzandığını söyledi. Tekke ve zaviyelerin kapatılması ile Alevilik'in resmen yasaklandığını savunan Solgun, “Aleviler Cumhuriyet fikrini desteklediler, bütün vatandaşlara eşit davranacak bir düşünce itibariyle desteklediler. Fakat 1924'teki devrim kanunlardan bir tanesi olan tekke ve zaviyelerin kapatılması kanunu ile birlikte Alevilik Türkiye Cumhuriyeti'nde resmen yasaklandı. Çünkü Alevilik dede pir ilişkisi içinde yaşar. Bunlar yasaklandı. Cumhuriyet Dönemi de Aleviler açısından kaydadeğer yeni bir durum ortaya çıkarmadı” diye konuştu.

“N82 Kodu ayrımcılığa yol açıyor”

Son sözü alan Avukat Orhan Kemal Cengiz ise Hristiyanlara yönelik bir uygulamaya dikkat çekti. Türkiye’de yaşayanlardan bazılarının Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından N82 koduyla işaretlendiğini belirten Cengiz, “Bu insanlara bu kod verildiğinde, bu onların ulusal güvenlik aleyhine faaliyet gösterdiğini anlatan bir kod. Bu insanlar ya Türkiye'deki göç idaresine çağrılıp ‘Hakkınızda kod var bundan sonra vize alamayacaksınız’ deniyor ya da sürpriz bir şekilde yurtdışına, kendi evine tatile gidecekken eline üzerinde N82 yazan uçuş kartı veriyorlar. Orada öğreniyor ceketini alıp çıkmasını bile izin yok. Artık Türkiye'ye giriş yapamayacağını öğreniyor. Şu ana kadar benim hesaplayabildiğim kadar 78 yabancı bu kod uygulamasına tabi tutuldu. Ailelerle birlikte 185 kişi Türkiye'yi sessiz sedasız bir şekilde terketmek zorunda kaldı. Bu çok ağır bir insan hakları ihlalidir. Dini inanç temelinde yapılan bir şey. Bu devlet bir avuç Hristiyan’ı kendi dinlerini tebliğ etmelerine karşı teyakkuza geçiyor” şeklinde konuştu.

Cengiz’in dikkat çektiği N82 kodu uygulaması, “Hukuken giriş yasağı olmamakla birlikte pratikte Türkiye’ye giriş yasağı” olarak tanımlanıyor. Protestan Kiliseler Derneği’nin 2020 yılında yayınladığı rapora göre, özellikle Protestanlar'a uygulanan N82 kodu ile ilgili şu bilgilere yer verildi : ”Açılan davalarda bu kişilerin Türkiye aleyhine faaliyet yürüttüğü, misyonerlik yaptığı ve bazıları tarafımızca organize edilen yirmi yıldır, her yıl düzenlenen Aile Konferansı’na katılmaları gerekçe gösterilmiştir. Aile Konferansı, Türkiye’de bulunan yerli ve yabancı kilise önderlerinin aileleriyle katıldıkları, hiçbir gizli gündem maddesi olmayan, tamamen şeffaf merkezi otellerde her yıl aynı tarihlerde yapılmaktadır.“

“Türkiye geçmişiyle yüzleşmesi gerekir”

Konuşmasının ardından VOA Türkçe’ye konuşan Cengiz, ifade özgürlüğü ve ayrımcılık sorununun çözülmesiyle Türkiye’nin bütün sorunlarının çözüleceğini söyledi. Türkiye’nin ayrımcılık sorununu çözmesi için geçmişle yüzleşmesi gerektiğini savunan Cengiz, “Türkiye'de etnik, dini, cinsel yönelim her konuda korkunç boyutlarda ayrımcılık söz konusu. Ayrımcılıkla mücadele edecek yasal boşluk var, farkındalık sorunu var. Ayrımcılık ve ırkçılıkla mücadele edecek kitlesel hareketler yoktur Türkiye'de. Almanya'da çok ciddi ırkçılık var ama onlar bir şey yaptığında bunu karşısına bir kitle çıkıp karşı gösteri yapabildiğini görüyoruz ama Türkiye'de böyle bir şey yok. Türkiye'nin bunu aşabilmesi için geçmişiyle ciddi şekilde yüzleşmesi gerektiğini düşünüyorum” dedi.

Konferansta daha sonra “nefret suçları, nefret söylemi ve ayrımcılık” ile “cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılık” konuları tartışıldı.

XS
SM
MD
LG