Türkiye’nin Irak’la 15 Ağustos’ta Ankara’da imzaladığı “Askeri, Güvenlik Koordinasyonu ve Terörle Mücadele ye İlişkin Mutabakat Zaptı” iki ülke arasındaki ilişkilerde, son dönemlerdeki en önemli adım olarak yorumlanıyor. Peki bu mutabakat zaptından kim ne kazandı? VOA Türkçe bu soruyu bölgeyi yakından takip eden uzmanlara sordu.
Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Irak Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin’in başkanlık ettiği 4. Türkiye-Irak Güvenlik Zirvesi’nin ardından imzalanan mutabakat, iki ülkenin savunma bakanlarının imzalarını taşıyor.
Her iki tarafın yetkililerince “tarihi” olarak nitelendirilen mutabakatın ayrıntıları, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin başkenti Erbil’den yayın yapan Rudaw Medya Ağı’nın internet sitesinde yayınlandı.
Mutabakatın amacı giriş bölümünde “Her iki taraftaki güvenlik risklerini ele almak” olarak tanımlanırken, “Temel amaç, terör ve yasaklı örgütlerin her iki tarafın egemenlik, güvenlik ve istikrarına yönelik tehditlerini ortadan kaldırmaktır” denildi.
Ayrıca, “Birbirlerinin egemenliğine saygı gösterilmesi ve Türk askeri güçlerinin Irak topraklarındaki varlığının sona erdirilmesi” ifadesi yine giriş bölümünde yer aldı.
Mutabakatın çerçevesi neleri kapsıyor?
İki tarafın güvenlik, askeri ve istihbarat koordinasyonunun güçlendirilmesi konusunda anlaştığı belirtilen mutabakat çerçevesinde koordinasyonun kapsamı şu başlıklarda sıralandı:
“Askeri ve kolluk kuvvetleri eğitimi; tüm askeri sektörler için kapasite geliştirme; terörle mücadele ve çeşitli terör tehditlerine karşı mücadele; ortak sınır güvenliğinin sağlanması; yasadışı göç ve sızma ile mücadele; yabancı terörist savaşçılarla ilgili meseleler; kaçakçılık ve organize suçlarla mücadele; istihbarat paylaşımı; ortak güvenlik koordinasyon merkezi kurulması; savaş endüstrisi alanında koordinasyonun güçlendirilmesi; uluslararası platformlarda terörle mücadele çabalarının yoğunlaştırılması.”
Anlaşmada, “Tarafların hak ve yükümlülüklerine ilişkin, bu Mutabakat Zaptı'nın hükümleri, taraf oldukları uluslararası sözleşmelerle çelişmeyecektir” maddesi yer aldı.
Her iki ülke, terör örgütleriyle mücadele ederek, bu örgütlerin bir ülkenin topraklarında diğerine karşı faaliyet göstermesini engellemeyi taahhüt ettiği mutabakatın uygulaması ise şöyle planlandı:
“Ortak sınır güvenliğinin sağlanması için istihbarat paylaşımı; terör örgütlerinin her iki ülke topraklarında faaliyet göstermesinin engellenmesi; terör örgütlerine silah, lojistik ve mali destek sağlanmasının önlenmesi; teröristlerin tespit edilmesi, yargılanması ve iadesinin koordine edilmesi; terörist ve yasaklı örgütlerin her iki ülke topraklarında ikamet etmesinin önlenmesi.”
Türkiye’nin 2015 yılından bu yana asker bulundurduğu Musul vilayeti yakınlarındaki Başika’daki birliğin durumu da Mutabakat Zaptı’nda yer aldı.
Anlaşmaya göre, Irak’ta iki koordinasyon merkezi kurulacak. Merkezlerden biri Bağdat’ta olacak. Ortak Güvenlik Koordinasyon Merkezi’nin “Ortak sınırda saha istihbaratı bilgi alışverişinde bulunmak, operasyonel ve stratejik bilgileri her iki tarafın yüksek komuta merkezlerine iletmek, ortak sınırlardaki güvenlik durumlarını izlemek ve raporlamak” gibi misyonları olacak. İkinci merkez ise Başika Üssü'nde kurulacak ve kontrolü Irak Silahlı Kuvvetleri'ne devredilecek.
“IKBY bu haliyle süreçten dışlansa da sonuca dahil edilmiş görünüyor”
Irak Kürt Bölgesi’nin başkenti Erbil’de bulunan Erbil Kürdistan Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Arzu Yılmaz, mutabakatın her iki ülkenin iç politikalarındaki gelişmeler üzerine inşa edildiğini söyledi.
VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Yılmaz, mutabakatın konjonktürel olduğunu savundu. Irak’ın önceliğinin su sorunu, Türkiye’nin ise Kerkük-Yumurtalık boru hattı olduğunu vurgulayan Yılmaz, Türkiye’nin Başika konusunda taviz verdiğini düşünüyor.
Türkiye’nin mutabakatla en fazla Başika'da kalmayı garanti edebildiğini dile getiren Yılmaz, mutabakatı, “Sadabat ve Bağdat Paktı'nın tam tersine bir güç boşluğunun ve herhangi öngörülebilir bir güvenlik mimarisinin bile gündemde olmadığı bir dönemde, bu Ortadoğu’daki konjonktürden faydalanmak ve iç politik motivasyonlarla, her iki başkentin harekete geçmesi sonucu ortaya gelmiş bir mutabakat” olarak tanımladı.
Yılmaz, “Mutabakatın kaderini belirleyecek olan da Ortadoğu'daki savaş halinin neye evrileceğidir. Bir Ortadoğu barışına mı bir Ortadoğu savaşına mı evrilecek?” sorusunu sordu.
Türkiye’nin taviz vermesini Suriye ile yapılacak görüşmelere bağlayan Yılmaz, “Irak'taki tavizler ve Esat'la ısrarlı görüşme talebinin İran'ın Türkiye'yi en azından karşısına almama ve Türkiye’nin de bunun bilinciyle biraz koşulları zorlama pozisyonu” olduğunu belirterek, “Öyle görünüyor ki Türkiye, Irak'la yaşadığı bayram havası pozisyonunun karşılığını İran'ın Suriye'de daha kolaylaştırıcı bir rol oynamasıyla almayı planlıyor” dedi.
Mutabakatın, “Birbirlerinin egemenliğine saygı gösterilmesi ve Türk askeri güçlerinin Irak topraklarındaki varlığının sona erdirilmesi” maddesine işaret eden Yılmaz, Türkiye’nin Irak’taki güçlerini çekmeyeceğini söyledi. Türkiye’yi buna zorlayacak bir gücün de bulunmadığını hatırlatan Yılmaz, “Bunu ne Amerika ister ne de Türkiye çıkar” dedi. Mevcut koşullarda Türkiye'nin ne Suriye'den ne de Irak'tan çıkmasını beklediği belirten Yılmaz, “Batı’yla yaşadığı çok ciddi yapısal sorunlara, krizlere rağmen Türkiye'yi Irak'tan çekilmeye zorlayacak bir güç yok” diye konuştu.
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin anlaşmanın dışında tutulduğunu dile getiren Yılmaz, “Mutabakat Zaptı'yla gördük ki kalkınma yolu diye geçen yıl çıkılan yolda Kürdistan Bölgesel Yönetimi dışarıda bırakıldı. Bu hikayede günün sonunda Erbil'in kötü senaryosu, eğer ola ki her şey Ankara'nın ve Bağdat'ın mutabık kaldığı gibi Ovaköy üzerinden bir yol açılacak olursa Erbil de buna hem petrol boru hattı olarak hem kara ve tren yolu olarak bağlanması için masada olmak istiyor. Bu haliyle süreçten dışlansalar da sonuca dahil edilmiş görünüyorlar” diye konuştu.
Yılmaz, mutabakatın her iki tarafın acil ve en önemli sorunlarına cevap üretmediğini savunarak, “Bu nedenlerle de belli ki adı büyük olsa da mutabakat öyle çok ciddiye alınacak bir mutabakat değil” eleştirisi getirdi.
Mutabakat yeni bir sayfa açar mı?
Kendi Youtube kanalında mutabakatı değerlendiren gazeteci-yazar Fehim Taştekin, Ankara’nın taleplerinin mutabakata tam olarak yansımadığını savundu.
Türkiye'nin askeri operasyonları ve askeri üsleri konusunda Bağdat'ta ciddi bir rahatsızlık olduğunu dile getiren Taştekin, “Ortak merkez kurma yönünde bir mutabakat da Irak'ın Türkiye'nin bütün askeri operasyonlarına evet diyeceği ya da ortak olacağı anlamına gelmiyor. Türkiye'nin askeri operasyonları ve askeri üsleri konusunda Bağdat'ta ciddi bir rahatsızlık var. Zaman zaman sivil kayıplara neden olan operasyonlar Irak'ın egemenliği ve toprak bütünlüğünün ihlali olarak görülüyor ve protesto ediliyor. Özetle mutabakat zaptı Türkiye'nin askeri varlığını ve operasyonlarını Irak nezdinde meşrulaştırmıyor. Başika üssünde kontrolün Irak'a devri de bunun bir başka göstergesi” dedi.
Bağdat’la henüz yeni bir sayfa açılmadığını dile getiren Taştekin, 29 Ağustos’ta Türkiye’ye ait bir silahlı insansız hava aracının (SİHA) Kerkük üzerinde uçarken düşürülmesine dikkat çekti. İki tarafın mutabakatı ‘tarihi’ diye değerlendirmesini eleştiren Taştekin, “Eldeki mevcut tabloya baktığımız zaman iki hafta önce imzalanan anlaşma ve işbirliği de tarihi olarak nitelendirilmişti. İzinsiz uçuş ve karşı tarafın yanıtı, ortada tarihi denilecek bir durumun olmadığını gösterdi” diye konuştu.
“Mutabakatın tek kaybedeni IKBY”
Siyaset bilimci Vedat Koçal ise mutabakatın “PKK’ya karşı askeri müdahale söylemi üzerinden, otoriterleşmenin ürettiği sorunların üzerini örten bir ortam” sağladığı görüşünde.
Mutabakatı VOA Türkçe’ye değerlendiren Koçal, “Kürt sorununun yakın ve acil tehdidine karşı üniter yapısını sürdürme arayışındaki Türkiye'ye, üstündeki Batı basıncının görece hafiflemesinden yararlanarak, Kürt sorununu devletin baskı aygıtları ve askeri gücü yoluyla sürdürülebilir kılmaya yönelik politika üretmek üzere, konjonktürün bu imkanı verdiğini” belirterek sürecin “otoriterleşme alanı yarattığını” kaydetti.
Koçal, mutabakatın seçmen konsolidasyonuyla bağlantılı olabileceğine dikkat çekerek, “Ulusal ölçekte AK Parti, seçim performansı nedeniyle bir temsil ve otorite krizinden geçerken Türk devlet aklının, Irak ve Kürdistan işbirliğiyle muhtemel bir Kandil harekatının, toplumsal bilinçaltının milliyetçi manipülasyonundan etkili bir seçmen konsolidasyonu beklentisi. Devlet aklı, bu beklentiyi, özellikle askeri sanayi propagandasına dayandırıyor ve olası bir Kandil harekatının üreteceği milliyetçi-devletçi dalganın, muhalefeti de bastıracağını umuyor” diye konuştu.
Mutabakatın her iki ülkedeki "iç tehdide" karşı bir ittifak olduğuna vurgu yapan Koçal, Irak'ta Baas'ın devrilmesi sonrasında Kürdistan bölgesi üzerinde yiten denetimin, Türkiye'nin askeri gücü ile tahkim edilmiş olduğunu da savundu.
İki tarafın da mutabakattan kısa vadeli avantaj sağladığını dile getiren Koçal, mutabakatın tek kaybedeninin Kürt yönetimi olduğunu söyledi. Koçal, “Bizzat Mesut Barzani kendine haram kıldığı "birakuji/ kardeş kavgası"na taraf olmaya ya da en azından alan açmaya ve Kürdistan için yaşamsal önemdeki sınır ticaretinin sürekliliği ile Kandil'le çatışma ikilemine zorlanıyor ve Türkiye'nin ve Irak'ın ortak askeri operasyonları nedeniyle ordulaşma sürecindeki peşmergenin, bölgedeki askeri otoritesinin ve denetiminin kaybıyla yüzleşiyor. Suriye'deki sürecin öngörülebilir akıbeti de eklenince, Kürtler, üstünde durdukları masanın, "dört köşesinde birden kaybeden oluyorlar” dedi.
Mutabakat Zaptı’na atılan imzaların mürekkebi kurumadan Irak semalarında uçan Türkiye’ye ait bir SİHA’nın düşürüldüğü haberi geldi. SİHA Kerkük üzerinde uçarken Irak hava savunma sistemi tarafından düşürüldü. Ancak iki taraf da olayı krize çevirmeden, kısa açıklamalarla kapattı.
Forum