Amerika’nın başkenti Washington’daki düşünce kuruluşu Partilerüstü Politika Merkezi’nde Türkiye’deki 15 Temmuz darbe girişiminden sonra geçen bir yılın değerlendirildiği bir panel düzenlendi.
Konuşmacılar, 15 Temmuz 2016 sonrasında hükümetin attığı adımlara eleştiriler yöneltirken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “baskıcı uygulamalardan” geri adım atacak gibi görünmediği görüşünde birleşti.
Lehigh Üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümü öğretim üyesi Henri Barkey, darbe girişimi sonrasında hayata geçirilen “temizlik” operasyonlarının, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “toplum, siyaset ve hükümet üzerindeki kontrolunu pekiştirmek için tasarlanmış, fırsatçı bir adım” olduğu görüşünü dile getirdi.
Darbe girişimiyle ilgili de hala çok sayıda soru işareti bulunduğunu savunan Barkey, “Evet Gülenciler dahil olmuş olabilir ya da bundan daha karmaşık bir nitelik de taşıyor olabilir” dedi. Barkey, hükümetin darbe girişimine dair bir inceleme yürütmediğini ve bunun olmasına izin de vermediğini anımsattı.
Barkey, Türk toplumunun iki travmadan geçtiğini, birincisinin darbe girişimi, ikincisinin de hükümetin 15 Temmuz’dan sonra yaptıkları olduğunu söyledi. Barkey, bu baskı ortamının devam etmesinin çok daha ciddi krizlere neden olabileceği ve “korku atmosferinin ülkedeki herkesi kaplayacağı” uyarısında bulundu.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü ve Mitingi için de Barkey, bunun muhalefet hareketi adına olumlu bir başlangıç olduğunu, ancak devamının getirilmesi gerektiğini belirtti. Barkey, “Durumu değiştirmez ama en azından Erdoğan’ın söylemlerini paylaşmayan insanlara umut verir” dedi.
Barkey, hükümet tarafından Türkiye’de yeni bir “kuruluş efsanesi” yaratıldığını, 15 Temmuz anıtları dikildiğini, 15 Temmuz’da yaşananlarla Çanakkale Zaferi arasında benzerlikler kurulduğunu söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Washington’da fazla savunan kalmadığını ama Türkiye’yi destekleyenler olduğunu belirten Barkey, Türk hükümeti ve hükümete yakın çevrelerdeki Amerikan karşıtı söylem, tavır ve yayınlara ilişkin de, ABD Başkanı’nın “Buna artık son vermelisiniz yoksa bunun sonuçları olacak” gibi bir açıklama yapması gerektiğini kaydetti.
Atlantik Konseyi adlı düşünce kuruluşundan Aaron Stein de, darbe girişiminin siyasi ayağına dair soru işaretlerine değindi ve “Eğer darbe girişimini başarılı olsaydı hükümeti kim yönetecekti?” sorusunu sordu.
Stein, AKP’nin yıllar içinde büyük bir dönüşüm geçirdiğini, şu anki AKP’nin “Davutoğlu AKP’sinden” bile farklı olduğunu söyledi.
Türk-Amerikan ilişkilerine dair de karamsar bir tablo çizen Stein, Türkiye’nin fikirlerinin Amerikalı politika yapıcılar üzerinde artık eski ağırlığı kalmadığını savundu.
Wall Street Journal gazetesinin ulusal güvenlik muhabiri Dion Nissenbaum, Türk-Amerikan ilişkilerinde Trump döneminde yeni bir sayfa açma beklentisi bulunduğunu, ancak Amerika’nın Suriye’de Kürtler’e desteği devam ettikçe bunun zor olduğunu söyledi.
Nissenbaum, Amerikan yönetiminde, referandumdan sonra Türkiye’deki havanın durulacağı şeklinde bir beklenti olduğunu ama durumun böyle gelişmediğini belirtti.
Darbe girişiminden sonra yayımlanan, panelin konuşmacılarından Henri Barkey’ye de “FETÖ yandaşı” suçlamasının yapıldığı “Büyükada’da 10 CIA Ajanı” şeklindeki gazete manşetini gösteren Nissenbaum, bu ortamın Türkiye’yi takip eden gazetecilerin işini zorlaştırdığını kaydetti.
McCain Enstitüsü Program Koordinatörü Berivan Oruçoğlu da, Türkiye’nin tamamen bir “kaos ve korku ülkesi” haline geldiğini, ülkedeki durumun darbe girişiminden sonra daha da kötüleştiğini savundu.
“Hiç kimse birbirine güvenmiyor, herkes birbirinden korkuyor” diyen Oruçoğlu, Erdoğan’a en ufak eleştiri yöneltenlerin casus, terörist ya da darbe planlayıcısı gibi yakıştırmalara maruz kalabildiğine dikkati çekti.
Gazetecilerin mesleklerini icra edemez duruma geldiğini, ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü gibi ilkelerin yitirildiğini, halkın “ya Erdoğan’dan yanasın ya da karşısın” şeklinde tercihe zorlandığını, Erdoğan’ın “istediği her şeyi yapabilecek” mutlak bir güce eriştiğini anlatan Oruçoğlu, kabinenin ya da başbakanın da artık bir önemi kalmadığı görüşünü dile getirdi.
Amerikan karşıtlığının da ülkede prim yaptığına değinen Oruçoğlu, Amerika ve Avrupa’yı da Türkiye’deki insan hakları ihlallerine yeterli tepkiyi göstermediği gerekçesiyle eleştirdi.
İhlalleri görmezden gelmenin kimsenin çıkarına olmayacağını vurgulayan Oruçoğlu, Washington’u “en azından” Türkiye’de hapiste olan, bazıları çifte vatandaş Amerikalılar’ın özgürlüğü için çalışmaya çağırdı. Amerika’nın Adana Konsolosluğu’nda yıllarca tercüman olarak çalışırken PKK üyeliği suçlamasıyla tutuklanan Hamza Uluçay’ı örnek gösteren Oruçoğlu, Amerika için, “Eğer sizin için çalışanlara bile yardım etmiyorsanız o zaman orada ne yapıyorsunuz?” eleştirisini yöneltti.
Oruçoğlu, Gülen hareketinin de bir “hoşgörü hareketi” değil, yasadışı faaliyetler yürüten karanlık bir örgüt olduğunu, Amerika’nın bu örgütün ülkedeki faaliyetlerini daha yakından takip etmesi gerektiğini söyledi. Oruçoğlu, Türk halkını birleştiren tek noktanın Gülen karşıtlığı olduğunu da kaydetti.
Oruçoğlu, Türkiye’nin yavaş da olsa giderek “İslamileştiğini” söyleyerek, özellikle eğitim sistemine getirilen değişikliklerin bu bağlamda endişe verici olduğunu belirtti.