Türk-Amerikan ilişkilerinde başta S-400 ve YPG meselesi olmak üzere son yıllarda artan sorunlar giderek daha kemikleşmiş bir hale bürünüyor. ABD’de her yönetim değişikliğinden sonra “ilişkilerde yeni bir sayfa açılır mı?” sorusu sorulsa da bugüne kadar bu sorunların hiçbirinde çözüm yolunda bir ivme kazanılmış görünmüyor. Üstelik ilişkilerdeki tahribatın boyutu de en son 2020 yılı Aralık ayında ABD’nin Türkiye’ye yaptırımlar getirmesine uzanacak kadar büyüdü.
NATO müttefiki iki ülke, ilişkilerini saran bu zor iklimi nasıl aşacak? Giderek biriken bu sorunların çözüm formülü nedir? Yıllardır beklenen “yeni sayfa” ne zaman açılacak? İşte bu ilişkileri takip eden siyasetçiler, uzmanlar ve ilgili hemen herkesin yanıtını bulmak için üzerinde kafa yorduğu sorular bunlar. Bugüne kadar ilişkilerin nasıl düzlüğe çıkartılabileceği konusunda farklı formüller ortaya atılsa da ABD’de yeni Başkan Joe Biden yönetiminin ilk günleri çoktan geride kalırken tablo hala aynı. Amerikan Alman Marshall Fonu ile TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nin ortaklığı ve ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nin de desteğiyle halen üzerinde çalışılan bir rapor ise, bugüne kadar tartışılan yöntemlerden de yola çıkarak, ilişkilerdeki sorunları idare etmek için yeni bir çerçeve öneriyor.
İlişkilerdeki dört ana sorun
TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Şaban Kardaş ve Amerikan Alman Marshall Fonu Ankara Ofisi Direktörü Özgür Ünlühisarcıklı’nın çeşitli veri ve bulguları da derleyerek üzerinde çalıştığı rapor, düzenlenen çevrimiçi bir etkinlikte tanıtıldı.
Rapora ilişkin bilgi veren Kardaş, önce ilişkilerdeki dört ana soruna işaret ederek, bunları stratejik çerçeve eksikliği, güvensizlik sorunu, ilişkilerin kurumsal temellerinin gerilemesi ve ilişkilere yönelik halk desteğinin azalması olarak sıraladı.
Bugüne kadar, iki ülke arasında “büyük pazarlık”, yolları ayırma, durumu seyrine bırakma gibi farklı çözüm önerilerinin dile getirildiğini ancak bunların hiçbirinin uygulanabilir olmadığını ifade eden Kardaş, bunun nedeninin, aradaki anlaşmazlıkların “mevcut sorunların gerçek nedeni değil, semptomları olması” olduğunu belirtti. Kardaş, “Dolayısıyla biz en iyi yolun, yeni tür bir hareket tarzını işlevsel hale getirmek olduğunu ve böylece ilişkilerin, içinde bulunduğu mevcut gerçekliği yansıtan daha güçlü temeller üzerinde inşa edilebileceğini savunuyoruz. Basitçe şunu söylüyoruz; Soğuk Savaş döneminde oluşturulan ve evrilen eski stratejik ortaklık artık uygulanabilir olmadığı gibi, ilişkileri şu anki gibi tamamen ‘etkileşimciliğe’ (transaksiyonalizm) dayanan yapısı temelinde seyrine bırakmak da arzu edilebilir değil. Bu bakımdan, yapmamız gereken şey, ilişkileri, eski stratejik ortaklık ile ‘etkileşimciliğin’ bazı unsurları arasına denk düşen bir platformda yeniden konumlamak. Tamamen ‘etkileşimciliğe’ dayanan bir yapıya karşıyız, bunun yerine ‘yapılandırılmış bir etkileşimcilik’ öneriyoruz” diye konuştu.
İlişkilerin idaresi için yeni formül
Kardaş, “tüm zorluklara rağmen, ‘transaksiyonalizm‘ yapısının bazı unsurlarının korunması gerektiğini, bunların hala ilişkilerin idaresine yardım edecek bir çerçevede katkı sunabileceğini” belirterek, etkileşimciliğin, “yapılandırılmış, daha kurumsal hale getirilmiş” bir şeklini önerdiklerini kaydetti.
İlişkilerin idaresinde yeni bir çerçevenin geliştirilmesi, meselelere yeni bir perspektifle yaklaşılması gerektiği görüşünü dile getiren Kardaş, bunun nedeni olarak da, “stratejik ilişkinin normatif temellerinin aşınması”, “yapılandırılmış etkileşimciliğin geçiş sürecindeki mevcut uluslararası güvenlik ortamına uygun düşmesi”, “Transatlantik ittifakın yaşadığı zorlukları idare etmede esneklik sağlayabilecek olması” ve “bu yapıyı ilişkinin yeni bir temeli haline getirmeyi düşünmek için doğru zaman olabileceği” maddelerini sıraladı.
“Çekirdekteki konular ve ikincil konular birbirinden ayrı ama birbirini tamamlayıcı şekilde idare edilmeli”
Ancak bu noktada, önerdikleri yaklaşımın NATO sözleşmesi temelli ittifakla uyumlu olup-olmadığı sorusunun öne çıktığını ifade eden Kardaş, şöyle devam etti:
“Bu büyük bir karşı argüman ve biz de diyoruz ki bu ikisini birbirine entegre etmenin yolları var. Bunun için de ikili bir yaklaşıma ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz; yapılandırılmış etkileşimciliğin unsurlarının, Türkiye-ABD arasındaki sözleşme temelli mevcut güvenlik ilişkisinin tamamlayıcısı olarak, iki ülke ortaklığına eklenmesi. Bunu ikili ya da aşamalı yaklaşım olarak isimlendiriyoruz. Türkiye-ABD stratejik ilişkisinin bir çekirdeği var ve bu çekirdeğe ek olarak da ikincil konular bulunuyor. İlişkinin çekirdeğini, müşterek savunma maddesi olarak bilinen NATO Antlaşması’nın Beşinci Maddesi ve Transatlantik ittifakın yetki alanına giren konular oluşturuyor. Bu çekirdek içindeki ittifak ilişkisi, mevcut Transatlantik çerçeve tarafından idare edilmeli. İkinci alanı ise, NATO dilinde ‘saha dışı’ olarak adlandırılan ikincil konular oluşturuyor. İşte burada, yapılandırılmış etkileşimcilik olarak isimlendirdiğimiz yapıyı devreye sokmanın yollarına bakmalıyız. Eğer böyle bir çerçeveyi işlevsel hale getirebilirsek, son yıllarda iki ülke arasında yaşandığına tanık olduğumuz ayrılıklar önlenebilir, politikaların koordinasyonu ve sorunların idaresinin bedelleri azaltılabilir ve özellikle önem taşıyan bir unsur olarak, ikincil meselelerin ilişkinin çekirdeğini olumsuz etkilemesi engellenebilir. Son yıllarda, ikincil periferikte yer alan meselelerin çekirdek NATO ilişkisine yansıdığını zaman zaman gördük, Suriye’yle alakalı anlaşmazlıklar, PKK, PYD anlaşmazlıkları, Transatlantik ittifak içerisindeki güvenlik tartışmalarının gündemine girdi. İkincil meseleleri ayrı ama tamamlayıcı bir çerçevede idare etmenin yollarını geliştirebilirsek bunun Transatlantik ittifakın uyumunun korunmasına da yardımcı olabileceğini düşünüyoruz.”
Konuları sınıflandırmada yeni yöntem
Kardaş bunun yanında, bu çerçevenin bir yandan Washington’da kuşkular uyandıran Türkiye’nin stratejik özerklik arayışını idare etme diğer yandan da Türkiye’nin işbirliğini güvenceye alma arasında bir dengenin sağlanmasına da katkı sunabileceğini dile getirdi.
Rapor, iki ülke arasındaki meseleleri sınıflandırmada da bazı yeni ilaveler içeriyor. “Anlaşma alanları”, “Anlaşmazlık alanları” ve “Müzakere alanları” şeklindeki basit sınıflandırmanın yanında, rapor bir de bu alanların hangi platformda ele alınması gerektiği konusunda bir şema sunuyor.
Kardaş, “çekirdek” konuların NATO sözleşmesi temelli stratejik çerçevede, ikincil konuların ise “yapılandırılmış etkileşimcilik” çerçevesinde ele alınabileceğini belirtirken, önerdikleri üçüncü bir katmanın ise, idaresinin hangi platforma dahil edileceği tartışmaya açık olan, “iki kategorinin arasındaki” hususları kapsadığını anlattı. Şaban Kardaş, stratejik ortamın sürekli evrime uğramasına ve özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’nun sorumluluk sahalarının katı şekilde sabit kalmamasına işaret ederek, “Bazen taraflar belirli bir konuyu ‘çekirdek’ kategoride, Transatlantik çerçeve altında idare etmek isteyebiliyorlar, bazen de ikili düzlemde, NATO’nun alanı dışında tutmayı tercih edebiliyorlar. Dolayısıyla bu da tartışılan unsurlarından biri” ifadesini kullandı.
Tabloda çemberin en ortasında yer alan Beşinci Madde’nin diğer tüm konulardan ayrı tutulması gerektiğini söyleyen Kardaş, “Transatlantik ittifakın özellikle bu temelinde hiçbir siyasi ihtilaf, ayrılık olmamalı. Eğer varsa, o zaman bütün ittifakta, ittifakın mantığında çatlamalar olacak. Dolayısıyla bu alan, diğer ayrılık, müzakere ya da anlaşma kategorilerinin hepsinden ayrı tutuldu” dedi. Çekirdeğin hemen kenarındaki kısımda, NATO çerçevesine giren konular, üçüncü kısımda hangi platforma dahil edileceği tartışmalı konular, dördüncü ve en son kısımdaysa ikincil konular yer alıyor. Bu konular, tabloda, tarafların anlaştığı, anlaşamadığı ve müzakere ettiği konular olarak da yine üçe ayrılıyor.
Kardaş, “Bu tür bir çerçevenin, meseleleri sınıflandırmak ve değerlendirmek için iyi bir yol olabileceğini düşünüyoruz. Ayrıca bu çerçeve bize, nerelere bakmalıyız, nereleri takip etmeliyiz, hangi konular en hayati önem taşıyor, risklerin nerelerde, daha büyük riskler nerelerden gelebilir gibi hususlarda fikir veriyor” dedi.
Konuların dinamik yapıları gereği şartlara göre farklı kategoriler arasında yer değiştirebileceğini de söyleyen Kardaş, “Bu yeni çerçeveyi temel alan önerilerimiz, meseleleri ele almada yeni bir bakış, yapılandırılmış etkileşimciliği sözleşme temelli ilişkiyle birleştiren yeni bir ikili yaklaşım sunuyor. Tarafların, ilişkiyi yeniden yapılandırmanın ve daha sağlam temellere oturtmanın yeni yolları üzerinde kafa yormaları gerektiğini düşünüyoruz. Bir şablon sunmuyoruz, bazı geniş ölçekte fikirler geliştirmeye çalışıyoruz” diye konuştu.
Tavsiyeler
Raporun tavsiyeler bölümündeyse, ABD’de yönetim değişikliği, Türkiye’de başkanlık sistemine geçiş gibi değişen koşulları da hesaba katarak ilişkiler üzerinde düzenli aralıklarla stratejik gözden geçirme çalışmalarının yürütülmesi, ilişkilerin kurumsal aidiyetinin yeniden değerlendirilmesi, güven arttırıcı adımlara yatırım yapılması, mümkün olan alanlarda işbirliğine gidilmesi, onarılabilir meselelerin onarılması ve siyasi görüş ayrılıklarına idare edilmesi, üçüncü taraflarla temasların koordine edilmesi ve hem görüş ayrılığı kategorisi hem de hangi platforma dahil edileceği tartışmalı konular kategorisine giren ihtilafların, ilişkilerde kopmalara yol açmalarını engellemek için takip altına alınması başlıkları sıralanıyor.
Raporda, “üzerinde anlaşılan alanlar” için, “Bu konularda işbirliği yapılmaya devam edilmeli ve bunlar, işbirliği yaklaşımının nasıl her iki ülkeye de fayda sağladığını göstermek için kullanılmalı, “müzakere halindeki alanlar” için, “Mümkün olduğu kadar işbirliğine gidilmeli ve aradaki kalan ayrılıkları gidermek için müzakereler sürdürülmeli, ki böylece bu meselelerin bazıları, üzerinde anlaşılan alanlar kategorisine taşınabilir”, “ayrılık yaşanan alanlar” içinse, “Tarafların birbirlerinin hassasiyetlerine meydan okumayacağı sınırların çizilmesi ve koordinasyon mekanizmalarının tesisi gibi kriz idare mekanizmaları geliştirilmeli” şeklinde yaklaşım önerilerinde bulunuluyor.
Kardaş zaman zaman iki ülkenin geçmişte belirli konularda çalışma komisyonları kurduğunu hatırlattı ancak son yıllarda dış politikanın da kişiselleştirilmesi ve dışişleri bakanlıklarının ikinci plana itilmesi yüzünden bu komisyonların da işlevselliğini yitirdiğini, şimdi bunların tekrar canlandırılabileceğini, bu sayede görüş ayrılıklarından kaynaklı krizlerin idaresinin hızlandırılabileceğini belirtti.
Bu başlıklardan özellikle son ikisinin, idare edilememeleri halinde ilişkilerde kırılmaya yol açabilecek olmaları açısından önem taşıdığını ve özel ilgi gerektirdiğini vurgulayan Kardaş, örneğin ABD’nin PYD/YPG’yle ilişkisi, Türkiye’nin de Hamas ya da diğer bölgesel aktörlerle ilişkileri gibi, ikili ilişkilere zarar verecek şekilde üçüncü taraflarla, özellikle de devlet dışı aktörlerle temaslar konusunun koordine edilmesi, bu temasların yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini belirtti. Kardaş, hem içeriğinde hem de hangi platformda ele alınacağı konusunda görüş ayrılığı yaşanan konulara da S-400 krizini örnek verdi.
“Savunma alımları NATO’nun yetki alanı içerisinde değerlendirilmeli”
S-400 krizi ve Türkiye’nin Rusya’yla ilişkileri toplantının soru-cevap bölümünde de sıkça gündeme geldi.
Amerikan Alman Marshall Fonu Ankara Ofisi Direktörü Özgür Ünlühisarcıklı, savunma alımları ve S-400 sisteminin Türkiye-Rusya ilişkilerinin doğasını taktiksel nitelikten stratejik niteliğe dönüştürebileceğini belirtti.
Ünlühisarcıklı, savunma alımları konusunun, NATO’nun çekirdeği olan Beşinci Madde’nin doğal bir uzantısı olsa da NATO’nun temelini oluşturan Washington Sözleşmesi’nin bir parçasını oluşturmadığına dikkati çekti ve bunun NATO’nun yetki alanına girmesi gerektiği görüşünü dile getirdi.
Bu sorunun çift tarafının olduğunu söyleyen Ünlühisarcıklı, bir yandan Türkiye’nin NATO’nun hasımlarından savunma alımları yapmayı değerlendirmemesi gerektiğini ancak diğer yandan Türkiye’nin de savunma ihtiyaçlarını NATO içerisinde karşılayabilmesine ihtiyaç olduğunu kaydetti.
Ünlühisarcıklı, “Dolayısıyla bence, savunma alımları konusu NATO’nun sahasının bir parçası olarak ele alınmalı ve Türkiye dahil NATO müttefikleri kendilerini NATO’nun hasımlarından silah almak zorunda hissetmemeli” ifadesini kullandı.
“ABD S-400 konusunda geri adım atmaz”
Amerikan Alman Marshall Fonu uzmanı Jonathan Katz ise, ABD yönetiminden S-400 konusunda herhangi bir adım beklemediğini vurguladı. “Bu sorunun içinden çıkmanın kolay bir yolu olduğu beklentisi varsa, böyle bir şey yok” diyen Katz, Türkiye’nin bazı konularda bağımsız bir dış politika yürütmek istiyorsa bile Washington’la ve Batılı ortaklarıyla işbirliği yapmasının kendisinin çok daha çıkarına olacağını belirtti. Türkiye’nin bölgede Rusya’yla kurduğu ilişkilerden uzun vadede hem kendi güvenliği hem de Batı’yla ilişkileri bakımından zarar göreceğini düşündüğünü söyledi.
Katz, Türkiye’nin ileriki süreçte örneğin Karadeniz bölgesinde NATO içerisinde önemli bir rol üstlenebileceğini kaydetti.
Jonathan Katz, Türkiye ve ABD arasındaki karşılıklı güven eksikliğinin, 13 Türk rehine ve 3 Türk askerinin yaşamını yitirdiği Gara operasyonu sonrasındaki açıklamalarda yansımasını bulduğunu belirtti.
Katz, ABD’de yeni Başkan Joe Biden yönetimiyle birlikte, eski Başkan Donald Trump yönetiminin aksine kurumsal bir yapının olduğunu, ancak bu kurumsallığın Türkiye’de ne kadar karşılık bulacağının soru işareti oluşturduğunu belirtti. Katz, “Eğer yeni bir stratejik çerçeveyi devreye sokmaktan bahsediyorsak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürekli çıkıp diğer ülkelerin liderlerini hedef alması buna yardımcı olmaz” dedi.
Özgür Ünlühisarcıklı da Türkiye’de yükselen “saray merkezli” yönetim şeklinin diğer kurumların zayıflamasına neden olduğunu ve bu durumun da Türk-Amerikan ilişkilerinin kurumsallaşmasına katkı sağlamadığını söyledi.
Ünlühisarcıklı, örneğin Türk Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye-ABD ilişkilerinde son yıllarda olduğundan daha büyük bir rol oynaması gerektiğini, bu sayede karşılıklı iletişim mekanizmasının güçlendirilebileceğini ve yanlış anlamaların önüne geçilebileceğini kaydetti.